Kâinata koyduğu değişmeyen kanunlarıyla insanlığa yol gösteren Allah’a hamd, bu ümmeti meydana getirebilmek için gece gündüz mücadele eden Rasûlüne salât-u selam, yeniden ümmet olmak için gayret sarf eden kardeşlerime selam ederek başlıyorum.
Bir önceki sayıda ümmetimizin çöküşü ya da gerileyişi ile ilgili bazılarımızın sebep zannettiği gerçekte ise sebep olmayan, sebeplerin sonuçları olan bir kısım maddeler üzerinde durmuş ve bu sayıda ümmetimizin bu hale gelmesinin gerçek sebepleri üzerinde duracağımızı belirtmiştim. Şimdi onlara başlayalım:
1-Kur’an-ı Kerim görevini yapmayan ümmetlerin parçalanacağını ve onların götürülüp yerine başka bir ümmetin getirileceğini beyan eder. Maide sûresinde: “Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri dönerse, (irtidat ederse) Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu’, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.” 1 buyrulur. Âyet bir sünnetullahı belirtmektedir. Yani Allah Azze ve Celle’nin, bir toplumu götürüp yerine başka bir toplum getirmesinin kanununu açıklamaktadır.
Canlı cansız tüm varlıklara ve tüm kâinata kanunlar koyan Allah Azze ve Celle, toplumların çöküşü veya çökertilmesi, yükselmesi veya yükseltilmesi ile ilgili de birtakım kanunlar koymuş ve o kanunlara göre toplumlar hakkında hükmetmektedir. Kur’an bu gözle, toplumlarla ilgili sünnetullahı anlama ve bu kanunları keşfetme niyeti ile okunursa bu mübarek kitabın bu gibi âyetlerle dolu olduğu görülecektir. Geçmiş kavimlerin kıssaları bunun için, bu kanunları keşfedelim, ona göre yaşayalım ve gerekli önlemleri alalım, çökmekten kurtulalım diye bize anlatılır. Ama Kur’an’a sadece inanç, ibadet ve ahlâk kurallarını içeren bir kitap olarak bakanlar, önceki milletlerin kıssalarını ve sünnetullahı ortaya koyan âyetleri anlayamayacaklar ve o kıssaları hikâye okur gibi okuyacaklardır. Hâlbuki o âyetlerde kâinatın sahibi ve kanun koyucusu kendi sünnetini, âdetini bize anlatmak istemektedir. Bu yasaların olması Allah Azze ve Celle’yi tanımamızı sağladığı gibi, bir topluma ne zaman görev verip ne zaman alacağını, ne zaman helak edeceğini ve bunun hangi aşamalarla gerçekleşeceğini anlamamızı sağlar.
Âyette geçen irtidat yani dinden dönme, bir toplumun İslam’ı terk edip kâfir olması manasına gelebileceği gibi, dini hayattan uzaklaştırma veya dinî yaşantıdan dönme ya da İslam nizamını terk edip başka bir nizam kurma gibi manalara da gelir. Böyle bir şey yapıldığında Allah Azze ve Celle onlara verdiği şerefi ve görevi geri alır ve onları parçalar. Onların yerine bu şerefli vazifeyi yapabilecek bir toplum getirir ya da bir toplumu bu görevi yerine getirebilecek hale getirir ve görevi onlara teslim eder. Çünkü ümmet kılınanlar görevlendirilmiş bir toplumdurlar ve tüm dünyadan mesuldürler.
Daha önce de ifade ettiğim gibi ‘ümmet’ kelimesi imam ile aynı köktendir ve ümmet olanlar yeryüzünün imamlarıdırlar, liderleridirler. Bütün günahlardan ve haksızlıklardan sorumludurlar ve bunları engellemek zorundadırlar. Farzları yerleştirmeye, haramları kaldırmaya ve adaleti tesis etmeye mecburdurlar. Dinin hedefi insanların dinini, aklını, malını, canını ve neslini korumak ve bütün bunları emniyet altına almak olduğu için ümmet olan topluluk da pratik hayatta bunları gerçekleştirmekle mükelleftir. Bu görevi yaptıkları müddetçe Allah Azze ve Celle onları destekler ve yardım eder. Görevden kaçıp tembellik yaptıklarında ise Allah Azze ve Celle tarafından önce küçük belalara uğratılır ve ikaz edilirler. Anlamazlarsa, daha büyük musibetlere uğrarlar ve sonunda ümmet parçalanır. Büyük azaptan önce küçük azaba uğratılmayla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim Secde suresinde: “Andolsun, biz onlara belki dönerler diye o büyük azaptan önce, yakın azabtan da tattıracağız”2 buyurur. Âyet sadece bir kavim için geçerli değil asıl itibariyle bu sünnetullah, bütün ümmetler için geçerlidir. Çünkü “Allah’ın sünnetinde bir değişiklik olmaz.”3
Bu ümmet de 1. Dünya savaşında o büyük tokadı yemeden ve parçalanmadan evvel küçük belalara uğramış, bazı savaşları kaybetmeye başlamış, kendi içinde bölünmeler ve fitnelere maruz kalmış ve gerileme alametleri göstermişti. Gerekli dersler çıkarılmayıp önlemler alınmayınca gerisi geldi. Ümmet çökmeye ve çatırdamaya başladı. 1. Dünya savaşı sadece çökmek üzere olan bir binanın çökmesi için vurulan son darbe oldu.
Ümmet çöktükten sonra parçalanır. Bununla ilgili olarak Allah Azze ve Celle kitabında sünnetini bize bildirir ve Araf suresinde: “Onları yeryüzünde ayrı ayrı topluluklar olarak paramparça dağıttık”4 buyurur. Bu, görevini yapmayanlara ilahi bir cezadır.
Parçalandıktan sonra her bir parça, her bir devlet çeşitli imtihanlara sokulur, yıllarca günahlarının ve tembelliklerinin keffaretini öder, sömürülür, zulüm görürler. Görevini yapmayan ümmetlerin parçalanacağını ifade eden Araf suresindeki âyetin devamında: “Onları iyiliklerle ve kötülüklerle imtihan ettik ki dönsünler”5 buyrulur. Hatalarından dönmeleri için böyle imtihanlara sokulmaları sünnetullahtır. Bu durum bir yönüyle şefkat ya da zecr tokadı olsa da diğer yönden Allah Azze ve Celle’nin rahmetidir. Çünkü başka türlü hatalarını anlayamayacaklar ve tüm günahları da ahirete kalacaktır. Kalmasın diye bu dünyada keffaret ödetilir. Keffaret ödetilen o nesilden sonra her bir memlekette görevini ve ümmet olmanın manasını anlamış yeni nesiller yaratılır. Bu da sünnetullahtır ve her şey sünnetullah çerçevesinde gerçekleşir. Mü’minun suresinde de şöyle buyurulur: “Sonra onların ardından bir başka nesil meydana getirdik”6 yani görevini yerine getirmediği için görevden alınan ve parçalanan bir toplumdan sonra o parçaların her birinde bu sancağı taşıyabilecek yeni nesiller yaratılır.
Osmanlı’nın çökmesinden, ümmetin dağılmasından ve ulus devletlerine bölünmesinden sonra her bir devlette yeni nesiller yaratıldığı gibi. Bugün bütün o parçaların her birinde yeni İslâmî hareketler zuhur etmiş bu nesiller ve cemaatler çeşitli imtihanlara sokulmuş ve olması gerektiği kadar olmasa da bir mesafe kat etmişlerdir. Yaratılan bu yeni nesil de çeşitli imtihanlara sokulur, yetiştirilir, olgunlaştırılır, mücadele ve fedakârlık öğretilir, batıldan tamamen uzaklaşıp hakka dönerler ve bu şerefli tevhid sancağını, ümmetin sancağını taşıyacak hale getirilir, sonra sancak onlara verilir. Artık görevini yapmayan öncekilerden sancak alınmış ve yeni nesil görevlendirilmiştir. Öncekiler için geçerli olan sünnetullah artık bunlar için geçerlidir.
Bir ümmet neden görevini yapmaz? Ve özellikle hangi görevlerinde ihmalkârlık yapar?
İnsan genel olarak çalışmaktan çok tembelliğe meyyaldir. Çalışmak insan nefsine zor, tembellik ise kolay gelir. Bu insanın imtihanıdır. Nefsiyle mücadele edecek ve onu terbiye edecek, çalışmaya sevk edecektir. Bunu yaptığında çalışmanın güzel, tembelliğin ise çirkin olduğunu görecektir. Ayrıca çalışmanın sonunun Allah Azze ve Celle’nin rızasını ve Allah Azze ve Celle’nin yardımını elde etme, dünya ve âhirette başarılı olma, dünyada zenginliğe ve güce ulaşma, haksızlık ve zulümleri engelleyebilme, adaleti tesis etme olduğunu; tembelliğin sonunun ise Allah Azze ve Celle’nin azabına uğrama, görevin ve şerefin geri alınması, fakirlik, zillet, ezilme ve sömürülme olduğunu görecektir.
İnsan bazen tembellik yaptığı için görevini yapmadığı gibi bazen de dünya nimetlerine daldığı, dünyaperest olduğu için görevlerini ihmal eder. Dünyaya geliş gayesini ve görevlerini unutan veya terk eden, bütünüyle dünya nimetlerine yönelen böylelerine Allah Azze ve Celle maksatlarının aksi ile tokat vurur, bu dünyaperestlere âhireti vermeyeceği gibi dünyayı da vermez. Çünkü ahirete yönelenlere ahireti verdiği gibi dünyayı da vermek, dünyaya yönelenlere ise ahireti vermeyeceği gibi dünyayı da vermemek O’nun sünnetlerindendir. Çünkü Allah Azze ve Celle dünyaya dalmış Müslüman kullarını ikaz etmek ve onların aklını başına getirmek ister. Dünyada böylelerine başarısızlık vermek bir yönüyle ceza olsa da diğer yönden onları uyarıcı olduğu için O’nun lütfudur ve rahmetidir.
Bu konuda Kur’an-ı Kerim Bakara suresinde: “Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik edenleri sever”7 buyurur. Âyet malıyla Allah Azze ve Celle yolunda mücadele etmeyen, infak görevini yerine getirmeyen cimri ve dünyaperestlerin; canıyla Allah Azze ve Celle yolunda cihad etmeyen tembel ve korkakların kendi elleriyle kendilerini tehlikeye attıklarını ifade ederken aslında Allah Azze ve Celle’nin bir sünnetini de belirtmiş olmaktadır. Yani mal ve can ile cihadı terk etmek, müslümanların yalnız âhiretini değil dünyalarını da tehlikeye atar, bütün güçlerini ve şereflerini kaybetmelerine ve Allah’ın kendilerine verdiği görevin ve şerefin geri alınmasına sebep olur. Âyetin iniş sebebini açıklayan Ebu Eyyub el Ensarî Radıyallahu Anh: “Biz, ‘İslam artık bütün bölgeye yayıldı, bundan sonra malımızı mülkümüzü çoğaltalım, develerimizi ve hurma bahçelerimizi arttıralım’ dedik, bu âyet nazil oldu” der. Bu şekilde âyetin manasının cihadı terk edip mal-mülk kazanmaya ağırlık vermenin, görevi terk etmenin ya da görevinin bittiğini zannetmenin, ümmetin kendini kendi elleriyle tehlikeye atmak demek olduğunu ifade eder. Öyle de olmadı mı? Ümmet görevini terk edip dünyaya meylettiğinde, lale devrine girip lüks ve rahata yöneldiğinde bütün gücünü kaybetmeye, mağlubiyetler tatmaya başlamadı mı? Yıkılma ve çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalıp sonra da çökmedi mi? Tüm toplumlar için geçerli olan sünnetullah, bizim için de geçerli olduğunu göstermedi mi? Şimdi, bizi çökerten bunun gibi gerçek sebepleri görmeyenler, “kurtuluşumuz için zenginleşmemiz lâzım” diyorlar. Yani daha fazla dünyevîleşmeliyiz demek istiyorlar. Sonra, bizi çökertenin, görevlerimizi yapmaz hale getirenin, zenginlik ve lükse dalma olduğunu unutuyorlar. İlaç zannedip hastaya zehir vermek istiyorlar. Diğer sebepler üzerinde durmak dileğiyle… Allah’a emanet olun.
1. Maide, 54
2. Secde, 21
3. Fatır, 43
4. Araf, 168
5. Araf, 168
6. Müminun, 31-42
7. Bakara, 195