Gerçekten zor iştir şu dünyada Allah’a kulca yaşamak, Allah’tan gelen vahiyle beslenmek, onunla doğrulmak ve onunla yürümek; ta ki yolun sonuna kadar. Bir yanda yığın yığın günahlarımız, diğer yanda çehreleri karartılmış, Allah’tan koparılmış bir nesil bizden el beklemekte. Ne zor şeydir, kendisinin bile tam kurtulamadığı bir beladan başkalarını kurtarmakla vazifeli olmak? Günah hendeklerine atılmış ümmetin garip evlatlarını kurtaracak olan İslam davetçileri, peygamberce bir şefkate ve sebatkârlığa sahip olmalı. Hz. Peygamber’den öğrenmeli ümmetine ağlamayı, çok bir şey yapamadığı için…
Abdullah İbni Mes’ûd Radıyallahu anh rivayet ediyor şu müthiş sahneyi: “Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Bana Kur’an oku!” buyurdu. Ben: “Ey Allah’ın Resûlü, Kur’an sana indirilmişken ben mi sana Kur’an okuyayım?” dedim. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Kur’an’ı başkasından dinlemekten pek hoşlanırım” buyurdu. Bunun üzerine ben kendilerine Nisâ Sûresini okumaya başladım. “Her ümmetten bir şâhit getirip seni de bütün bunlara şâhit tuttuğumuz zaman onların durumu nice olur?”1 anlamındaki âyete geldiğimde: “Şimdilik yeter!” buyurdu. Bir de baktım Resûlullah, iki gözü iki çeşme ağlıyordu.”2
Nasıl bir ayet ki Rasulullah’ı bu kadar derinden üzüyor ve gözyaşına boğuyor? Ayet aslında der ki “Ey Rasulüm, seni bundan önce gelip geçen ve gelecek olan tüm insanlığın yaptıklarına şahit tutacağımız o kıyamet gününde, o seni dinlemeyenler, o sapmışlar ve o günahta diretenlerin durumu nice olur? Nasıl kurtulacaklar azabımdan? Ve siz bu çağın İslam davetçileri, etrafınızda işlenen günahlardan, Allah’ın hakimiyet hakkının gasp edilmesinden dolayı neslin ifsad edilmesinden doğacak kötülüklere şahit tutulursanız, çevrenizdeki insanların sizin şahitliğinizde cehenneme doldurulmasından ne kadar hoşlanırsınız? Hoşunuza gider mi cehenneme doldurulmaları, hoşunuza gider mi şu hayatı yenik bitirmeleri göz göre göre? Tek bu ayet bile neşemizi kaçırmalı, sevdiklerimizin günahlarına şahitlik yapmak istemiyorsak, yalvarmalıyız Rabbimize, bizlere onların hidayet kapısını açma fırsatı versin diye.
Korkmanın ve titremenin, uyanmanın ve uyanışa çağırmanın ayetidir bunlar. Müminin hali, Peygamberinin haliyle özdeş olmalı. Hz.Peygamber bu gibi ayetlerden sonra hayat boyu hiç kahkaha ile gülmemiştir, sadece bir tebessüm kalmıştır geriye. Çünkü ümmetinin hali, onu derinden yaralamakta ve hatta ona şunu söyletmektedir: “Eğer siz, benim bildiklerimi bilseydiniz, mutlaka az güler, çok ağlardınız.” Bu hadisi nakleden Enes Radıyallahu Anh devamında: “Bunun üzerine Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashâbı, yüzlerini kapatıp hıçkıra hıçkıra ağladılar” demiştir.3 Acaba ne biliyordu Rasulullah? Soruldu kendisine. Buyurdu ki “Ben cenneti-cehennemi gördüm.” Yani gülenleri ve ağlayanları gördüm. Kimmiş dünyada çok gülen; çok ağlayacak. Kimmiş çok cefa çeken, Allah için ve ümmetin hali için hüzne boğulan; hep gülecek, bahtiyar olacak.
Hüzün ve ardından gelen ağlama, bir kimsenin bir şeylerden korktuğunu, başına gelecek veya gelmiş bir şeyden dolayı endişeli olduğunu gösteren bir haldir. Çünkü henüz kurtulmamıştır. Allah korkusuyla ağlamayan, hatta hüzünlenmeyen birisinde Allah’ı ve imtihanı ciddiye almama, alay etme hali olabilir maazallah. Hüzün, kalbin ciddiyetini ve imanın vakarını gösterir. Hüzünlü bir kalbe, Allah’ın rahmet eli dokunmuştur. Allah’a duyulan korkudan ya da sevgiden dolayı hüzünlenen bir kimseyle Allah yakınlaşmak istemiştir. Ey kardeşim, kalp tarlan kurumaya yüz tutmuş, gözyaşıyla kalp tarlanı sula ki mahsullerin yeniden yeşersin. Gözyaşıyla yapılan devrimlere tarih şahittir. İlk devrimi kalbinde yapmalısın. Katılaşan kalp duvarlarını, hakka engel kale kapılarını gözyaşı seliyle devir! Akan gözyaşı, dışarıya mı akar sanıyorsun? Her damlası Rabbin rızasını celbeden bir rahmet pınarıdır, yürek yangınlarını söndüren sağanak yağmurlardır. Bizdeki yangınları söndüren bu gözyaşı yağmurlarını, ümmetin bağrındaki yangınlara sevk etmeliyiz.
Bu yolda öne geçenler hüzünle geçtiler, yükselenler hüzünle yükseldiler… Vefat etmiş olan Muhammed bin Sirin’i bir dostu rüyasında görür. Halini sorar, “Allah sana nasıl davrandı?” der. O da Allah’ın kendisini affettiğini söyler. Daha sonra dostu: “Hasan-ı Basri ne halde?” deyince İbn-i Sirin: “Heyhat onu göremedim bile, o beni geçti, çok yüksek makamlarda şu an!” der. Dostu, “Nasıl olur, sen onun hocası değil miydin, bu yolu sen ona öğretmedin mi?” deyince İbn-i Sirin: “O beni bir şeyle geçti, hüzünle… O hem kendi günahına hem de ümmetinin günahına ağlardı. Bununla geçti beni.” der.
Ümmetin günahına ağlayabilmek büyük adamların harcı olan bir iştir. Küçük adamlar kendi günahına dahi ağlamaz ve istiğfar etmezken; ondan daha iyi olanlar sadece kendisi için ağlar. Ama büyük adamlar ise hem kendisine hem de ümmetin haline ağlar. Tıpkı Peygamberimiz, Önderimiz gibi. Ümmetin haline ağlayan olmak ise; kan ağlayan, acılarla kıvranan, günahlar içerisinde çıkmaza sokulmuş şu nesil adına endişe duymakla mümkündür.
Ey kardeşim! Hüzünle kuşanmalısın, önce Allah’tan korkmalı, sonra ümmetin halinden endişe duymalısın. En yakın arkadaşlarını şeytan birer birer alırken, sen neredesin? Kardeşinin bilmeden yaptığı hatalar karşısında onu hiç uyardın mı, ona dua ettin mi? Onun için üzülüp ağladın mı? Yaşadığı zor imtihanlarda yanında durdun mu? Hiçbir şey yapamadığın durumlarda onun için dertlenip ağladın mı? İşte büyüklüğün alametidir bunlar. Maalesef bugün kendi halimize bile ağlayamazken, nasıl olur da kardeşlerimizin haline ağlarız?
Şirkin hakkı perdelediği, hakkın ucuza getirildiği bir dünyada yaşıyor insanlık. Hakkın taraftarı olacak nesiller arama yarışına girişmek için yeniden kaybettiğimiz değerler için hüzünle dolmalı sinelerimiz. Yeniden hasretle yolunu gözlemeliyiz medeniyetimizin. Kaybettiğimizi bulana kadar, her baş Allah’ın önünde eğilene kadar, bir hüzün kaplamalı yüreğimizi. Gözlerimiz Rahman’ın rahmetini kazandığında dökeceği sevinç gözyaşlarına ulaşıncaya kadar, hep elem gözyaşı ile ağlamalıdır. Kimliğini kaybeden, sarhoş edilen gençliğimiz yeniden uyansın diye sürekli ciğerimizde bir ateş ve bir sızı olmalı. Başlarımız Rahman’a verilen sözü tutamadığı için önünde hep eğik, fakat küffara karşı daima dik durmalı.
Ey Rabbimiz! Dünyayı oyun, eğlence zanneden ve nefsini, neslini unutan şu ümmetin halini Sana şikayet ediyoruz. Ağlanacak haldeyiz, gülüyoruz. Görevlerimizi ihmal ettiğimiz her dakikadan affını murad ediyoruz. Cehenneme giden nesilden gafil olduğumuz zamanlarda bizi rahmet tokatlarınla uyandır! Sana layık değiliz. Rabbimiz, gözlerimizden akacak gözyaşlarıyla çoraklaşan ümmet toprağını çöl olmaktan koru! Kaygısız ve kavgasız bir ömürden, sancısız ve rahatı seven bir ruh halinden Sana sığınırız. İzzet-i Celaline dayandık, kapındayız; bizi bencil nefislerimize oyuncak eyleme. Bizi ümmete ait olma hissiyle yaşat ve canlarımızı öylece yanına çağır… Âmin.
1- Nisâ sûresi- 41
2- Buhârî, Tefsîru-sûre
3- Buhârî, Küsûf 2