Hayatı Tevhid davasına hizmet ile geçmiş Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin, Ağrı Patnos L Tipi Cezaevinden ailesiyle gerçekleştirmiş olduğu telefon görüşmesinin ses kaydını istifadenize sunuyoruz…
ÜZÜLME!
Dünya bir mücadele alanıdır. Allah Azze ve Celle: لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ي كَبَدٍۜ “Muhakkak ki biz, insanı bir zorluk içinde yarattık”1 buyuruyor. Yani insan zor ve çilelerle dolu bir hayat yaşayacaktır. Allah Azze ve Celle bunu yemin ederek söylüyor. Demek ki bundan kurtuluş yoktur ama insan rahat olmak istiyor, zorluk ve çile çekmek istemiyor. Kalplerinde Allah'ın muradına aykırı bir murat taşıyor. Halbuki insanların muradı değil Allah'ın muradı gerçekleşir. İnsanlar zorlukların, çilenin kendilerine olan faydalarını, rahatın zararlarını bilirlerse aslında zorluklardan bu kadar kaçmazlar, rahata bu kadar meyletmezler.
Yemek ateşle, insan acılarla pişer. Olgunlaşmış, kamilleşmiş insanlar gibi olmak isteyenler acı çekmeye razı olmak zorundadırlar. Hem olgun olayım hem kâmil olayım hem yüksek makamlar sahibi olayım ama hiç acı çekmeyeyim diye düşünenler, yemeğin ateşsiz pişmesini isteyenlere benzerler. Yemek ateşsiz pişmez dolasıyla insan acılar olmadan, acıları yaşamadan olgunlaşamaz, kamilleşemez. Bunu bilen insan acılardan acı duymaz. Karanlığa katlanmayan aydınlığa; zorluklara katlanmayan kolaylığa ulaşamaz. Yani musibetlere sabretmeyen makamlara erişemez. İnsanlar aydınlık istiyor ama karanlığa katlanmak istemiyorlar; kolaylık istiyorlar ama zorluklara katlanmak istemiyorlar. Halbuki bu şekilde insanlar manevi mertebelere kavuşamazlar.
İnsanlar sürekli neşeli olmak istiyorlar. Halbuki neşeli anlar dünyaya, acılar Allah’a yaklaştırır. İnsan bunu bilirse acıdan acı duymaz, hatta lezzet alır. Acıdan acı duymak aslında acının insana kazandırdıklarını düşünmemekten ya da bilmemekten kaynaklanır. Neşeli anları sevmek ise aslında o anların insanı genellikle Allah’tan uzaklaştırdığını bilmemekten kaynaklanır. Eğer insan onu bilse neşeli anlardan çok, acılı anları belki de tercih edecek hale gelebilir. Acı olaylar Allah'a yaklaşmak, derinleşmek ve yükselmek için verilmiş bir fırsattır.
İmtihanların ağırlaşması insanın hem büyüdüğüne hem de hedefe yaklaştığına alamettir. İlkokul talebesine sorulan soru ile üniversite talebesine sorulan soru aynı olmaz. İnsanların imtihanları bazı dönemlerde zorlaşır. Demir ateşe girmeden şekil almaz. Eğer insan şekil almak istiyorsa ateşe, çilelere, cefaya, acılara razı olmalıdır. Demir ateşe girmeden ve dövülmeden çelik olmaz. Çelik olmak isteyenler önce demir olmaya sonra ateşe girmeye ve dövülmeye razı olmalıdırlar. Ama insanoğlu ekseriyetle bedelini ödemeden, çile çekmeden makam sahibi olmak istiyorlar. Bu, Allah'ın sünnetini bilmemekten kaynaklanıyor. Allah Azze ve Celle’nin sünnetine göre büyük şeyler pahalı, küçük şeyler ucuzdur. İnsanoğlu şunu bilmelidir: Bazı konular ancak çile ile anlaşılabilir. Çile çekenin anlayabildiğini, çile çekmeyenler anlayamazlar. Yani kamilleşmiş insanların anlayabildiği meseleleri anlamak isteyenler, “ben de onun gibi olayım ben de onun gibi anlayayım” diye düşünenler çileye razı olmak zorundadırlar. Çile kalbi güçlendirir, anlayışı arttırır. Eğer insan meseleye böyle bakmazsa, o zaman başına gelen musibetlerden çok acı çeker ve çok üzülür.
Mevlâna, La Tahzen adlı şiirinde şunları söylüyor:
“Ayağın kırıldı diye üzülme.
Allah senden aldığı ayak yerine belki sana kanat verecek.
Kuyu dibinde kaldın diye üzülme.
Yusuf kuyudan çıktı da Mısır’a sultan oldu.
Unutma, istediğin bir şey olursa bir hayır, olmazsa bin hayır ara.”
Küçük imtihanlardan sonra küçük nimetler, büyük imtihanlardan sonra büyük nimetler verilir. Küçük şeyler ucuz, büyük şeyler pahalıdır ve bu adaletin gereğidir. Büyük nimet isteyenler büyük imtihanlara hazır olmalıdırlar. Allah için gayret gösterenlere, Allahtan başkasından korkmayan cesurlara, Allah’a ve Tevhide davet görevini yerine getirenlere selam olsun.
3 Kasım 2022 Perşembe
Patnos Cezaevi | Telefon Konuşması
“DAVAMI VE ŞEREFİMİ DİKTATÖRLÜĞE SATMAYACAĞIM!”
Allah, insanları mücadele etmeleri için yaratmıştır. Ancak insanoğlu rahatı tercih etmektedir. Bazı insanlar da “ben nefsimle mücadele edeceğim” demektedir. Bu kişiler kendilerini kandırmaktadırlar. Yeryüzünde olan haksızlıklarla zulümlerle mücadele etmemek için “Nefsimle mücadele edeceğim, nefsimi terbiye etmem daha önemli” deyip kenara çekilenler aslında gerçek mücadeleden kaçanlardır. Mücadele edenler çam veya çınar ağacı gibi sağlamlaşırken, mücadeleden kaçanlar süs bitkisi gibi narinleşirler.
İslam, insanları hem nefsiyle hem de küfür ve zulümle mücadele edip yükselmeye çağıran dindir. Ancak insanoğlu Allah’ın muradını anlamıyor ve kendi muradını gerçekleştirmeye çalışıyor. Halbuki insana düşen Allah’ın muradını anlamaktır. Allah isteseydi herkesi iyi yapardı ama Allah Azze ve Celle yeryüzünde mücadele istedi. Bunu anlamak icap eder. “Nefsimi terbiye edeceğim” diyenler de şunu iyi bilmelidirler: İnsan nefsi suni yollarla değil gerçek bir mücadele ile ancak terbiye edilebilir. Suni yollar ile nefsini terbiye etmeye çalışanlar, yolun sonunda nefislerini terbiye etmediklerini göreceklerdir. Suni yollarla gerçekçi bir eğitim olamaz.
Allah Azze ve Celle kendi yolunda mücadeleyi göze almayanlara kendi yolunda büyük hizmetler yapmayı da nasip etmez. Böyle kimseler belki kendilerince “rahat olursak daha büyük hizmetler yaparız” gibi düşünüyor olabilirler ama aslında bu düşünce gerçek mücadeleden kaçmaya sebep olmaktadır ve böyle düşünenler bir dönüp geriye baksalar aslında çok da bir şey yapmadıklarını göreceklerdir.
Bazı insanlar ‘İslam’a hizmet edelim ama rahat bir şekilde edelim başımıza hiçbir bela gelmesin’ diye düşünüyorlar. Onların gözünden doğru yol en dikensiz yoldur. Halbuki İslam’a hizmet bir, İslam düşmanlarıyla mücadele bin yükseltir. Bunu unutmamalıyız. Mücadelesiz hayat boş bir hayattır. Belki zindandaki hayat insanlara boş bir hayat gibi gelebilir ancak zindandaki hayattan daha kötüsü hedefsiz ve mücadelesiz bir hayattır. Mücadele edenler her gün zafer duygusunu yaşarlar. Zafer kazananlar belki bir gün, üç gün, beş gün zafer duygusunu yaşarken mücadele eden insanlar bir ömür boyu o duyguyu yaşarlar. Necip Fazıl: “Tereddüt edersen bacakların seni taşımaz. ‘Yürüyeceğim’ de, bas ve yürü!” demiş. İnsanoğluna düşen vazife Allah’a güvenip yapması gereken mücadeleyi yapmaktır.
Bir kardeşimiz mektubunda güzel bir şiir göndermiş:
“Oğul babasına isyan ederken Nuh’un gemisine binenlerdeniz.
İbrahim ateşe gönderilirken bir avuçluk suyu atanlardanız.
Çağın nemrudundan korkmayız asla. Şehadet koruyla yananlardanız.
Ayneyn tepesinden inmeyiz asla. Beyatına sadık kalanlardanız.
Zalimle zulmetin olduğu yerde mazlumlara kucak açanlardanız.
Kardeşin kardeşe kıydığı günde Yusuf'u kuyudan alanlardanız.
Zora talip olduk yılmayız asla. Gemiyi karadan sürenlerdeniz.
Bir gençlik var asla geri dönmeyen cihada koşarak gidenlerdeniz.
Düşürmeyiz asla kutlu Nebinin sancağına omuz verenlerdeniz.
Rasul’den emanet bu dava için yoluna başları serenlerdeniz.”
Allah Azze ve Celle Nisa Suresinde: لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ “Mü’minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir”2 buyuruyor. Demek ki insan sadece ibadetlerle, güzel ahlak sahibi olmakla ya da haramlardan uzak kalmakla Allah katında yüksek bir mertebe elde edemiyor. Allah Azze ve Celle açıkça bu iki grup bir olmazlar buyuruyor.
فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ “Mallarıyla, canlarıyla cihat eden mücadele eden kimseleri Allah diğerlerinden derece derece üstün kılmıştır”3 buyuruyor. O halde Müslümanın vazifesi Allah katında derecesini yükseltmektir, daha yüksek dereceler elde etmek için mücadele etmektir. İnsanlar bu dünyada “daha çok zengin olayım, daha çok mevki makam sahibi olayım, daha da yükseleyim” diyorlar. Asıl olan ahiret hayatı olduğuna göre biz ahiret hayatı için yarış yapmalıyız, daha yüksek mevkiler makamlar elde etmeye çalışmalıyız ama insanoğlu ahireti görmeyip bu dünyayı gördüğü için bu dünyada yükselmeyi istiyor. Allah ise ahiret için mücadele etmemizi ve orada yüksek mevkiler, makamlar sahibi olmamızı istiyor.
Diktatörlük olan ülkelerde savcı ve hakimlerin görevi hâkim güçlerin emirlerine göre hüküm vermektir. Savcı ve hakimler emir kuludur. Savcı ve hakimlerin görevi yargı eliyle muhalifleri susturmak ve zulme hukuk kisvesi giydirmektir. Böylesi ülkelerde hâkim ve savcılar ile devlet, hukuk devleti gibi gösterilmiş olur. Aslında böylesi ülkelerde mahkemelerin, adliyenin, Adalet Bakanlığının, savcıların, hakimlerin görevi o diktatörlüğü örtbas etmek, ona bir perde çekmek ve devleti, hukuk devleti gibi göstermektir. Kanunları olabilir ama kanunlara değil, talimata uyulur. Böyle devletlerde talimat kanundan da vicdandan da üstündür. Elbette ki her hâkim bunlara teslim olmaz ama diktatörlük olan ülkelerde maalesef birçoğu da onlara teslim olur, teslim olmak zorunda bırakılır, teslim olmadığı zaman ya görevden alınır ya da bulunduğu yerden sürülür. Diktatörlük olan ülkelerde savcı ve hakimler aslında diktatörlerin gözünde kendilerinin emir kullarıdırlar. Şerefini korumak isteyen hâkim ve savcılar elbette ki mücadelelerini vereceklerdir.
Biz de aynı şekilde mücadeleye devam edeceğiz. Davamı da şerefimi de diktatörlüğe satmayacağım! Davasını diktatörlüğe satanlar korkaklar ve şahsiyetsizlerdir! Davasını satmayan ve mücadele eden tüm kardeşlerime selam olsun.
17 Kasım Perşembe 2022
Patnos Cezaevi | Telefon Konuşması
- Beled, 4
- Nisa, 95
- Nisa, 95