Başyazı

Vahyin Hedeflediği Nesil -3

Paylaş:

                Hamd, vahyin hedeflediği nesli yetiştiren Allah’a; salât-u selam, hak ile batılı birbirin­den ayırarak Kur’an neslinin bozulmasına en­gel olan Rasulullah’a, selam ise ilk Kur’an nesli olan Ashab-ı Kiram’a ve beklenen neslin oluş­ması için sabırla mücadele eden tüm kardeşle­rimin üzerine olsun.

                Geçen sayıda Kur’an toplumunda bulunması gereken vasıflara başlamıştık. Kaldığımız yer­den devam edelim.

  1. NEFİSLERİ TEZKİYE ETMEK

                Kur’an toplumu nefislerin tezkiye edildiği bir toplumdur. Allah Azze ve Celle bu konuda: “Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bul­muştur”1 buyurur.

                Kur’an toplumunda farzlar kolaylıkla yerine getirilir. Harama girmek ise hiç kolay değildir. Kur’an toplumunda cenneti kazanmak kolay­dır. Bir toplumda cehennemi kazanmak kolay, cenneti kazanmak zorsa o toplum Kur’an toplu­mu olmaktan çıkmıştır. Toplumumuzda cenne­ti mi kazanmak daha kolaydır yoksa cehennemi mi? Bu toplumda cehennemi kazanmak hiç de zor değildir çünkü insanı insan makamından aşağılara (esfele sefilin) indiren, şehveti sürekli tahrik eden şeyler vardır. Kur’an toplumunda ise şehvetin tahrik edilmesine müsaade edil­mez. Şehvetlerin sürekli tahrik edildiği bir top­lum Kur’an toplumu olamaz. Şehvet denildiği zaman aklınıza sadece kadınların kılık kıyafet meselesi gelmemelidir. Şehvet denildiği zaman bütün arzu ve istekler kastedilir. Aklınıza ne kadar arzu geliyorsa hepsi şehvettir ve insa­noğlu şehvetlerinin tesiri altında kalmamalı­dır. Mesela mala mülke karşı isteğin çok olması mala karşı şehvettir. Bir toplumda dünya sevgi­si çoksa o toplumda dünyaya karşı şehvet fazla demektir. Kur’an toplumu şehvetlerin tesiri al­tında kalan bir toplum değil, nefsi ile mücadele eden bir toplumdur.

                Nefis deyip geçmeyin. İnsanlar sürekli şey­tanı ya da başka insanları suçlar, kendi nefis­lerini hiç suçlamazlar. Bu durum kıyamet gü­nünde de böyle olacaktır. Suçlu günahkârlar: “Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyük­lerimize itaat ettik, böylece onlar bizi yoldan sap­tırmış oldular”2 diyecekler. Fakat bu suçlamaları kabul edilmeyecektir çünkü insanı kandıran aslında kendi nefsidir. Hakikatte insan nefsine uymaktadır.

                Peygamberimiz buyuruyor ki: “Yeryüzünde Allah’tan başka tapılan mabutların, ilahların içe­risinde nefisten daha büyüğü yoktur.”3 İnsanlar şeytana, gökteki yıldızlara tapıyor gibi görünse de aslında nefislerine taparlar. Yine insanlar, ideolojilerin peşinden gidiyor gibi görünebilir­ler ama hakikatte nefislerinin peşinden gider­ler. İnsanlar bunlara neden tapmaktadırlar? Çünkü çok iyi biliyorlar ki gökteki yıldızlar, elleriyle yaptıkları heykeller, mezarlardaki ata­ları onlara Peygamber ve kitap göndermeyecek ve onların hayatına karışmayacak. Bunun far­kında oldukları için onların izinden gittiklerini iddia ederler. Ondan sonra da istedikleri gibi yaşarlar. Demek ki nefsini kontrol altına alma­yan insan, sonuç itibariyle bu noktaya geliyor.

  1. BATILA BENZEMEMEK

                Kur’an toplumu batıla benzemenin olmadı­ğı bir toplumdur. Batıla teşebbüh caiz olamaz. Çünkü Allah Azze ve Celle: “Ey mü’minler eğer o ehli kitaptan (Yahudi ve Hristiyanlardan) bir kısmına uyacak olursanız sizi imanınızdan sonra tekrar kafir yaparlar”4 buyuruyor. Mesele çok ciddidir. Onlara uymuş olmakla sadece günah işlemiş olmazsınız, onlar sizi yeniden küfre döndürürler, kafir olursunuz. Ne inanç esasla­rında ne örf-adetlerinde ne kılık kıyafetlerinde ne sanatlarında ne müziklerinde ne kanunla­rında ne de ideolojilerinde hiçbir meselede on­lara uymayın!

                İnsan bir meselede onlara uyar önemsemez, bir diğer meselede uyar onu da önemsemez başka bir meselede uyar onu da önemsemez. Halbuki bin, birlerin toplamıdır. Deniz damla­lardan oluşmaktadır. Bu şekilde insan git gide benliğini kaybeder ve artık küfre doğru yol alır. Buna dikkat etmiş olsaydık ve 1700’lerde Ehl-i kitaba uymasaydık, Kur’an toplumu olarak de­vam edecektik. Onların örf adetlerini alınca sanatlarını da aldık. Sanatlarını alınca kriter­lerini, değer ölçülerini aldık. Değer ölçülerini alınca kanunlarını aldık, kanunlarını alınca ideolojilerini aldık. Böyle kademe kademe on­ların her şeylerini alınca inançlarını da alma­ya başlarsınız. Allah Azze ve Celle ikaz ediyor: “Kâfirlere itaat ederseniz yavaş yavaş kâfirleşirsi­niz.”

                İnsanların bir kısmı bir yerde durup öteye gitmeyebilir. Belki kendisini küfürden muhafa­za edebilir ama bunun garantisi yoktur. Bir kıs­mı daha da ileriye gidip onlardan bütün inanç­larını almaya başlayabilir. Bu yüzden Kur’an toplumu Batı’dan ve batıldan uzak durur, kri­terlerini sadece Allah’tan alır. Hiçbir meselede kâfire itaat etmez.

                Batıla Benzememe Konusunda Peygamber Efendimiz’in Tavrı

                Peygamberimiz bir gün Hz. Ömer’in elinde Tevrat’tan bazı sahifeler gördü. ‘Ya Ömer bu ne­dir?’ dedi. Hz. Ömer dedi ki: ‘Ya Rasulallah Tev­rat’tan bazı sahifeler buldum. Geçmiş peygamberlerin kıssalarını öğrenmek için okuyorum.’ Efendimiz bu­yurdu ki: ‘At elindekini ya Ömer! Vallahi şu anda Musa olsaydı o bile bana uymakla mükelleftir.’5 Efendimiz, Hz. Ömer’i ve Müslümanları Ehl-i kitaba benzemekten, onların kültürlerini al­maktan korumak istiyordu. Birtakım doğruları öğreneceğim derken onların yanlışlarını da be­raberinde almasınlar diye ashabını uyarıyordu. Rasulullah, saf bir İslam Medeniyeti meydana getirmek istiyordu. Saf bir İslam Medeniyeti, safi bir vahiy eğitimiyle ve başka kültürlerden kendimizi muhafaza etmekle mümkün olabilir.

                Birtakım şeyler küçük görülerek terk edilin­ce zamanla bambaşka bir insan meydana gel­meye başlıyor. Mesela, yemeğe besmele ile baş­lamak farz veya vacip değil ama sünnettir. Belki çok önemli değil gibi görülebilir ama bunlar bizi Allah’ın boyasıyla boyuyor. Küçük gibi gö­rülen meselelerin hepsi bir araya geldiği zaman Allah’ın istediği insan modeli meydana geliyor. Allah Rasulü de bu yüzden hassasiyet gösteri­yor, yanlışla doğrunun iç içe olduğu kitaplardan bizi uzaklaştırıyordu.

                Kur’an toplumunda hak ile batıl karış­tırılmaz. Kur’an-ı Kerim’de: “Hakkı batıl ile örtmeyin (veya karıştırmayın) ve hakkı gizleme­yin”6 buyruluyor. Hak ile batıl karışırsa hak kay­bolmaya başlar. Safi bir İslam Medeniyeti’nin meydana gelebilmesi için başka kültürlerden bütünüyle kendimizi korumalıyız.

                Peygamberimiz bir gün bir Müslüman’ı top­rağa veriyorlarken ayakta bekliyordu. Bir Yahu­di alimi geldi: “Ya Muhammed! Biz de böyle yapıyo­ruz. Birisini toprağa verirken ayakta bekliyoruz” dedi. Peygamberimiz hemen oturarak, ashabına: “Hemen oturun, bunlara muhalefet edin” dedi.7 Efendimiz, Kur’an toplumunu meydana getir­mek istiyor, bu yüzden hiçbir meselede Ehl-i kitaba benzememizi istemiyordu. Ebu Bekirler, Ömerler Kur’an’ın ve Allah Rasulü’nün eğitimi ile başka kültürlerden tamamen uzak kalarak safi bir kültür ile yetiştiler. Bu şekilde sahabe toplumu meydana geldi. Demek ki safi bir İs­lam Medeniyeti meydana getirebilmek ancak bununla mümkün olabilir.

  1. MALAYANİYİ TERK ETMEK, ÖNEMLİ MESELELERE ÖNEM VERMEK

                Kur’an toplumu önemli meselelere önem veren, önemsiz meselelere önem vermeyen bir toplumdur. Peygamberimiz bir hadiste bu­yurur ki: “Kişinin kendisine gerekmeyen şeyleri terk etmesi Müslümanlığının güzelliğindendir.”8 Bu hadis en temel hadislerden biridir. Demek ki Kur’an toplumu kendisine gerekmeyen şey­leri terk eden bir toplumdur. Çünkü kendisine gerekmeyen meselelerle ilgilenenler kendisine gereken meseleleri ihmâl ederler. Hazreti Pey­gamber, ümmetinin temel meseleleri ihmal edeceğinden korktuğu için çok detayla ilgilen­melerini istemediğini belirtiyor, bizi bundan men ediyordu.

                Kur’an-ı Kerim, Ashab-ı Kehf olayını an­latırken mağaraya giren gençlerin sayıları­nı söylemez sadece onların davasını anlatır. İnsanlar, onların sayıları ile ilgilenirler fakat davası ile ilgilenmezler. Allah Azze ve Celle, o olayı anlatırken buyurur ki: “(Sonra gelen nesiller) Diyecekler ki: ‘Üçtüler, onların dördün­cüsü köpekleridir.’ Ve: ‘Beştiler, onların altıncısı köpekleridir’ diyecekler. Bu, bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. ‘Yedidirler, onların sekizincisi köpek­leridir’ diyecekler. De ki: ‘Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez.’ Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve haklarında bun­lardan hiç kimseye bir şey sorma.”9

                Allah, bize kitabıyla önemsiz meseleler üze­rinde durmamayı öğretiyor. Çünkü gereksiz meselelerle uğraşmamızdan rahatsız olmakta­dır. Ashab-ı Kehf’in sayısı 3 kişi ya da 15 kişi ne fark eder? İnsanlar, bu konuda kendilerine her­hangi bir bilgi verilmediği halde neden bunun üzerinde duruyorlar? Halbuki bu kıssada bir mesaj var. “Bu gençler o kraldan kaçıp neden mağa­raya sığındılar? Gençlerin davaları neydi? Mücadele neyin mücadelesiydi?” Bunlara kafa yormayanlar, bu olayın mesajıyla ilgilenmeyenler, “Allah Azze ve Celle neden gençleri mağarada o kadar uzun süre uyuttu? Onları neden tekrar uyandırdı?” şeklinde sorular sorarak gereksiz meselelerle ilgilenir­ler.

                Gerek Ashab-ı Kehf kıssasında gerekse Hz. İbrahim ile ilgili kıssada insanlar gereksiz bir­çok soru sorarlar. Tıpkı Yahudiler gibi... Nasıl ki Musa Aleyhisselam onlara: “Allah sizin bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti.10 Onlar kırk tane soru sordu: “Nasıl bir inek, özelliği ne, rengi nasıl?..” böyle gereksiz meselelerle uğraşarak zamanla önemli meseleleri ihmâl ettiler. Kur’an-ı Kerim bu kıssalarla bize o toplumun yanlış içerisinde olduğunu, bizim öyle olmamamız gerektiğini anlatıyor.

                Bugün de aynısını görüyoruz. İnsanlar, na­maz ve abdestle ilgili teferruatı merak ediyor­lar. Tırnak keserken hangi tırnaktan başlanıla­cağını soruyor, bu kadar detaya kafa yoruyorlar. Dünyada Müslümanlar’ın durumu meydan­dadır. Bununla ilgili zerre kadar bir şey merak etmeyenler, Müslüman olarak ne yapılması ge­rektiği üzerinde durmayanlar, ümmetin duru­muyla ilgilenmeyenler tırnakla ilgileniyorlar. Çok detayla uğraşanların çocuklarından haberi yok, çocukları namaz dahi kılmıyor...

                Hazreti Ömer’in oğlu Abdullah İbni Ömer Radıyallahu Anhum’a dediler ki: “Bazen üzerimi­ze sinek konduğu zaman vurup, öldürüyoruz. Sineğin kanı üzerimize bulaşıyor, bu kan necis midir? Bununla namaz kılınır mı?” İbn Ömer: “Şunlara bakın, Hz. Peygamber’in torununu şehit ettiler. Onun kanını sormuyorlar da gelmişler sivrisineğin kanını soru­yorlar.”11 Allah Rasulü’nün talebeleri meseleye nereden bakacaklarını, neye önem verecekle­rini biliyorlardı. Gereksiz soru soranlar gerekli meseleleri sormaz hale gelirler. Çok detayla uğ­raşanlar temel meseleleri ihmâl ederler. İşte o yüzden din buna karşıdır.

  1. RUHBANCA YAŞAYAN BİR TOPLUMA DÖNÜŞMEMEK

                Kur’an toplumu ruhbanca yaşayan bir top­lum değil, Kur’an’a uygun yaşayan bir toplum­dur.

                Üç sahabi Allah Rasulü’nün evine geldiler. Efendimiz’in hanımlarına: “Allah Rasulü evde nasıl davranıyor?” dediler. Onlar da “normal dav­ranıyor” dediler. “Sizin gibi davranıyor. Bazen namaz kılıyor bazen Kur’an okuyor bazen bize yardım ediyor bazen istirahat ediyor.” Onlar bunu az buldular. Efendimiz’in gece gündüz namaz kıldığını zannediyorlardı. Dediler ki: “O Rasu­lullah’tır. Günahı yoktur. O yüzden böyle az yapıyor. Bizimse günahımız çok, biz daha fazla yapmalıyız.” Birisi dedi ki: “Ben bundan sonra her gün sabaha kadar namaz kılacağım. Geceleri uyumayacağım.” Diğeri de dedi ki: “Ben bundan sonra hep oruç tuta­cağım. Oruca ara vermeyeceğim.” Üçüncüsü de dedi ki: “Ben hanımımı boşayacağım bir daha da evlenmeyeceğim.” Efendimiz’in eşi, onların konuşmalarını Peygamberimiz’e anlattı. Allah Rasulü öyle kızdı ki; kızgınlığından yüzü kıpkırmızı oldu ve dedi ki: “Vallahi ben evlenirim de geceleri uyurum da namaz kıldığım da olur. Bazı günler oruç tutarım bazı günler tutmadığım da olur. Kim beni aşarsa o benden değildir. İçinizde en takva sahibi olan benim. Hiçbiriniz benden öteye gitmeye çalışmasın.”12

                Allah Rasulü bu şekilde ne anlatmaya çalışıyordu? ‘Kur’an toplumu demek, ruhbanca yaşayan bir toplum demek değil’ demek istiyordu. Kur’an toplumu olmak gece gündüz namaz kılmak değildir. ‘Kur’an toplumu meydana gelirse o zaman çalışmamak lazım…’ gibi düşünenler; ruhbanca bir hayatın Kur’anî bir hayat olduğunu zannedenler; Kur’an toplumunu böyle zannederek gözü korkanlar… Efendimiz’in hayatı meydandadır. O’nun hayatı mücadele ile geçmiştir.

                Kur’an toplumunu meydana getirmek isteyenler Kur’an’ı iyi anlamak ve bütün meselelerde Kur’an’a müracaat etmek zorundadırlar. Bir meselede Kur’an’a müracaat edip başka bir meselede Kur’an’a müracaat etmeyerek Kur’an toplumu meydana getiremezsiniz.

  1. MÜCADELE EDEN İNSANLAR YETİŞTİRMEK

                Allah’ın istediği insan, mücadele eden bir insandır. Kur’an-ı Kerim İsrailoğulları’ndan bahsederken onların üç kısma ayrıldığını buyurur. Cumartesi günleri Yahudiler’e balık avlamak yasaktı. İçlerinden bir kısmı bu yasağı çiğnedi. Cumartesi günü balıklar kıyıda oynuyorlardı ama ağ atamıyorlardı. Çünkü Allah Azze ve Celle onlara o gün balık tutmayı haram kılmıştı. Diğer günlerde de balık yoktu. Balığın cumartesi pazarı bilmesi mümkün değildi. Belli ki Allah onları imtihan ediyordu ama onlar bunu anlamadılar ve imtihanı kaybettiler.

                İçlerinden biri cuma gününden ağını attı. Cumartesi günü gelen balıklar ağa takıldı ve pazar günü denizden çıkarıp onları yedi. Balığın kokusu ortalığı kaplayınca: “Ne yaptın? Cumartesi balık mı tuttun?” dediler. “Hayır, cuma gününden ağımı attım. Cumartesi günü ağa yakalandı ama denizden pazar günü çıkardım, yedim” dedi. Allah’ı kandırıyormuşçasına kendince böyle bir yol bulduğunu zannediyordu.

                İçlerinden bir kısmı onları engellemeye çalıştı. “Yapmayın, Allah sizi imtihan ediyor, anlamıyor musunuz?” diyerek onlara engel olmaya çalıştı. Bir kısmı dinlemedi ve balık avlamaya devam etti. Bir kısmı da ne balık avladı ne de avlayanları engelledi. Karışmadılar, sessiz kaldılar. Hatta engellemeye çalışanlara: “Madem bunlar Allah’ın bir haramını çiğnediler o halde Allah bunlara azap eder. Bunlara anlatmaya gerek yok” dediler.

                Görevlerini yerine getiren İslam davetçileri dediler ki: “Haklısınız, bunlar belki de anlamayacaklar ama “Rabbimize karşı bir mazeretimiz olsun.”13 Kıyamet gününde, ‘Ey Rabbimiz! Biz mücadele ettik’ diyebilelim.” İslam davetçileri hakkındaki ayette: “Onları da kurtardık çünkü onlar görevlerini yaptılar” buyuruluyor. Kur’an-ı Kerim devamında buyurur ki: “Andolsun, sizden cumartesi (günü) yasağı çiğneyenleri elbette biliyorsunuz. İşte biz, onlara: ‘Aşağılık maymunlar olun’ dedik.”14

                Üçüncü kısım insanlara ne oldu? Kur’an o noktayı kapalı bırakıyor. Balık tutmamış ama balık tutanlara da engel olmayanlara Allah’ın nasıl muamele ettiği Kur’an’da mevcut değil. Bunu Hazreti Peygamber’den öğreniyoruz. Efendimiz buna benzer durumlarla ilgili olarak, Allah’ın böyle milletlere azap ettiğini söylüyor ve buyuruyor ki: “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azap gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama duanız kabul edilmez.”15

                Demek ki İsrailoğulları kıssasında cumartesi günü meselesinde geçen üçüncü kısım insanlar, Kur’an’da zikredilmese bile hadislerden öğreniyoruz ki onlara da azap edildi. Belki maymuna çevrilmedilerse de azaba uğradılar ve öldürüldüler. Çünkü görevlerini yerine getirmediler.

                Başka bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Allah, içinde amelleri, peygamberlerin amelleri gibi olan 18.000 kişinin de bulunduğu bir şehrin bütün insanlarına azap gönderdi. Bunun üzerine sahabe sordu: ‘Ya Rasulallah! Amelleri böyle olan bir şehrin insanlarına neden azap gönderilir?’ Efendimiz buyurdu: “Allah rızası için kimseye kızıp, kötülüğü nehyetmezlerdi.”16

                Allah Azze ve Celle, kullarının sessiz kalmasını değil mücadele etmesini istiyor. İşte, Kur’an toplumu mücadele eden insanların olduğu bir toplumdur.

  1. RABBİMİZİN AYETLERİ HATIRLATILDIĞINDA SAĞIR VE KÖR OLMAMAK

                “Rablerinin ayetleri onlara hatırlatıldığı zaman onlar sağır ve kör gibi davranmazlar.”17 Allah Azze ve Celle, sağır ve kör gibi davrananları kınamaktadır. Ayetlere, hadislere karşı kör, sağır gibi davrananlar hakkında ise “Onlar kördürler, sağırdırlar, dilsizdirler. Onlar hakikate dönmezler”18 buyrulmaktadır. Demek ki Allah Azze ve Celle körleşmiş, sağırlaşmış olan bir insan istememektedir.

                Allah Azze ve Celle, vahyin hedeflediği insan olmakla birlikte Kur’an toplumu oluşturmanın mücadelesini verenlerden olabilmeyi cümlemize nasip eylesin. Allah’ın rahmeti üzerinize olsun.19

  1. Şems, 9
  2. Ahzab, 67
  3. Taberani, nak. Elmalılı,6/70
  4. Al-i İmran, 100
  5. Darimî, Sünen 449
  6. Bakara, 42
  7. Kütüb-i Sitte, 6424 Nolu Hadis
  8. Müsned, I, 201; İbn Mâce, “Fiten”, 12; Tirmizî, “Zühd”, 11
  9. Kehf, 22
  10. Bakara, 67
  11. Buhârî, Edeb, 18
  12. Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 4
  13. Araf, 164
  14. Bakara, 65
  15. Tirmizî, Fiten, 9
  16. İmam Gazali, Kimya-yı Saadet
  17. Furkan, 73
  18. Bakara, 18
  19. Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin 2015 Yılında Mardin’de Gerçekleştirdiği “Kur’an Toplumu” ve 2014 Yılında Kopenhag’da Gerçekleştirdiği “Vahyin Hedeflediği İnsan” Konulu Konferanslarından Hazırlanmıştır.