Bugün birçok kavramda olduğu gibi zühd kavramında da yanlış bir tanımlama ve asıl manasından uzaklaştırılma durumu söz konusudur. Bugün zühd denildiği zaman maddi açıdan imkânsızlık içinde olup, istese de dünya nimetlerinden faydalanamayacak kimselerin içerisinde bulunduğu hal anlaşılmaktadır. Ancak zühd, maddi imkânlar ile değil kalbin tezkiyesi ile ilgili bir durumdur. Zühd, dünya nimetlerine erişememek değil, kalbin bu nimetlerden gönül hoşnutluğu ile yüz çevirebilmesidir.
Ümmetine her konuda örnek ve rehber olan Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanın dünya içindeki pozisyonunun ne olduğunu ashabı ile yaşadığı manidar bir olay ile çağlar sonrasına izah etmiştir. İbn-i Mes’ud anlatıyor: “Rasulullah’ın yanına girmiştim. O’nu bir hasır örgünün üzerinde uyumuş halde buldum. Hasır, vücudunun açık olan yan taraflarında izler bırakmıştı. ‘Ey Allah’ın Rasülü sana bir yaygı1 kilim temin etsek de hasırın üstüne sersek, onun sertliğine karşı sizi korusa’ dedim. Bunun üzerine Rasulullah ‘Dünya ile benim misalim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir’ buyurdu.”2
Tarihe adını yazdırmış nice büyük isimler vardır ki dünya nimetleri ellerinin altındayken bunlara teveccüh etmemiş; yüzünü asıl yurt olan ahirete, gayretini ise rıza-ı ilahiye çevirmiştir. İsimleri geçtiğinde adeta yıldızların yeryüzüne indiği Ashab-ı Kiram’a ve yeryüzünün en kıymetli zaman dilimi olan Asr-ı Saadete doğru yolculuk yaptığımızda zengin de olsa fakir de olsa kalbinden dünyayı silip atmak sureti ile tebettül makamına ulaşmayı başarabilmenin ne demek olduğunu görebileceğiz. O halde içlerinde zengin olmalarına rağmen mal varlıkları ile değil; Allah yolunda infak etme, tasaddukta bulunma özellikleri ile ön plana çıkan ashabın Allah’tan başkasına rağbet etmemiş hallerinden birkaçını görmeye ve anlamaya çalışalım.
Yaratılmışların en hayırlısı ve kâmili olan Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Mescid-i Nebevi’deyken ashabına bir ayet-i kerimeyi hatırlatmıştı: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, infak etmedikçe gerçek iyiliğe (kâmil imana) eremezsiniz! Her ne infak ederseniz muhakkak Allah onu çok iyi bilir!”3
Ayeti duyan sahabi kalbine en sevdiği şeyin ne olduğunu sormuş ve kalbinin verdiği cevabı Allah Rasulü’ne teslim etmek üzere Allah yolunda infak etmişti. Bu uğurda Zeyd bin Harise çok sevdiği ‘Sebel’ isimli atının yularını tutup mescide getirmiş ve: “Ya Rasulallah! Allah ‘sevdiğiniz şeyi infak edin’ dedi. Ben de bu atımı çok seviyorum. Şahit ol infakımdır” diyerek atını infak etmişti. Bu ayeti yıllar sonra duyan Ömer bin Abdülaziz ise çuvallara şekerler doldurup dağıtmaya başlamıştı. Kendisine “Ey Ömer! Şeker dağıtacağına para dağıtsan daha iyi olmaz mı?” denildiğinde “Allah ‘para dağıtın’ demedi, ‘neyi seviyorsanız onu dağıtın’ dedi. Ben de şekeri çok seviyorum. Bu sebeple şeker dağıtıyorum!”4 cevabını vermiştir.
Sahabe arasında cesareti ve yiğitliği ile tanınan Ebu Talha Radıyallahu Anh, Mescid-i Nebevi’ye yakın bahçelerinden birinde namaz kılarken bahçeye bir kuş girmişti. Bahçenin güzelliği ve serinliği ile kuşun ötüşünün güzelliği birleşince Ebu Talha’nın dikkati dağılmış ve kaç rekât namaz kıldığını unutmuştu. Bu durumdan ıstırap duymuş ve namazını yeniden kıldıktan sonra Efendimiz’in yanına gitmişti. Yaşadığı olayı Efendimiz’e anlattıktan sonra “Ya Rasulallah, bana namazımın rekâtlarını unutturan ve namazımın huşusunu bozduran bu bahçemi Allah yolunda infak etmek istiyorum. Sen nasıl istersen o bahçeyi öyle kullan!”5 demiş ve bir an bile olsa kalbini meşgul eden bahçesini, kalbinden de elinden de söküp atmıştı.
Cennetle müjdelenen sahabilerden örnek bir olay da şöyledir: Hz. Âişe Radıyallahu Anha, Medine’de evinde bulunduğu bir sırada dışarıdan bazı sesler duymuş ve dışarıdakilere sesin ne olduğunu sorunca: “Abdurrahman bin Avf’ın Şam’dan yiyecek getirmekte olan kervanı döndü. Bu sesler onundur” cevabını vermişlerdi. Bu kervan 700 deveden meydana gelmişti ve Medine bu kervanın sesiyle çınlıyordu. Bunun üzerine Hz. Âişe: “Ben Hz. Peygamber’in ‘Abdurrahman b. Avf’ın cennete sürünerek girdiğini gördüm’ buyurduğunu işitmiştim” dedi. Bu söz Abdurrahman b. Avf’a iletildiğinde “Eğer yapabilirsem cennete sürünerek değil, ayakta ve yürüyerek girmeye çalışacağım” dedi ve gelen kervanları bütün yükleri ve hayvanlarıyla birlikte Allah yolunda infak etti.6
Dünyadayken cennetle müjdelenmiş olan sahabe nesli ellerinde imkân olmasına rağmen “nefisleri istediği halde ellerindeki yiyeceği fakire, yetime ve esire seve seve yedirirler”7 övgüsünün muhatabı olmuş, zenginliği Allah’ın rızasını kazanabilmenin yolu olarak görmüş ve dünyanın geçici bir gölgeden başka bir şey olmadığını her daim kalplerinde diri tutmuşlardır.
1. Yaygı: Halı, kilim gibi yere ya da döşeme üzerine serilen örtü
2. Tirmizi, Zühd, 44
3. Al-i İmran, 92
4. Kurtubi, El-Câmiu li Ahkami’l-Kur’an
5. İbn Abdilberr, el-İstiâb
6. Hayatü’s Sahabe
7. İnsan, 8