Röportajlar

24 Ocak Tahliye Kararı Ve Sonrasında Yaşananların Değerlendirilmesi

Paylaş:

Alparslan Kuytul Hocaefendi ve Furkan Gönüllülerinin 22-23-24 Ocak 2019 günlerinde 3 gün devam eden ve kamuoyunda günlerdir konuşulan mahkeme sürecini ve mahkemeden sonra yaşananları Semra Kuytul Hocahanım ve Rumeysa Sarısaçlı Hocahanım ile değerlendirdik. Sizlerle paylaşıyoruz.

FURKAN NESLİ: Semra Hocam, Muhterem Hocamız tahliye olduğu zaman siz de Bolu’daydınız. Orada neler yaşandı? Hocamız Adana girişinde gişelerde iki saat bekletilirken sevenleri de gişelere yakın bir tesiste saatlerce kendisini karşılamak için beklediler. O gün neler oldu? Hocaefendi evine gelinceye kadar yaşadığınız süreci bizlere anlatabilir misiniz?

BİR RÜYAYDI, UYANDIK

Semra KUYTUL: Evet. Mahkemenin ilk iki gününü burada, Adana’da mahkeme salonunda geçirdim ve üçüncü günü Bolu’ya gidip sonucu Cezaevinin önünde beklemek istedim. Orada on- on beş kişiyle birlikte cezaevinin önünde bekledik. Yaklaşık yüz, yüz elli kişi kadar arkadaşımız da Bolu’nun dışında bir tesiste karşılama için beklediler. Bolu’ya Valilik tarafından giriş yasağı vardı. Çıkacağına dair aslında çok bir beklentimiz de yoktu. Çünkü biliyorsunuz baştan beri sürecimiz siyasi işliyor ve en başta tutuklanması zaten bir susturma operasyonuydu. Tahliye haberini aldığımızda hak ettiğimiz şeyin tahliye olduğunu bildiğimiz için tabi orada çok sevindik, sevinmekle beraber şaşırdık, bir rüya gibi geldi. Hep beraber bir rüya görüyoruz ve bu rüyadan birdenbire uyanacakmışız gibi, diye birkaç yerde de ifade etmişimdir. Demek ki akşamında bu rüyadan uyanacağımızı hissetmişiz…

Tahliye aldığımız gün yani 24 Ocak gecesi Hocaefendi ile Bolu’dan yola çıktık. Bolu’da dışarıda bir tesiste ve Ankara’nın birkaç noktasında Hocaefendi’ye karşılama programı yaptı kardeşlerimiz. Bizimle beraber yolculuk eden üç- beş araçtakiler Hocaefendi ile tesislerde oturup sohbet ettiler, çay içtiler, yemek yediler. Adana’ya girinceye kadar güzel bir yolculuk oldu. Adana’ya girip gişeleri geçtiğimizde Emniyet mensupları ile diyaloğa girdik. Hocaefendi’yi şehrin trafiğine hiç girdirmeden yani arkadaşlarımızın bulunduğu yere hiç uğratmadan direkt evine götürmek istediklerini söylediler. Hocaefendi de ileride bir tesiste arkadaşlarımızın beklediğini biliyordu. Hocaefendi orada bekleyenlere uğramadan olmaz dedi. Emniyet de bu kitlenin bir araya gelmesinin doğru olmayacağını bunun trafiğe de zarar vereceğini söyledi. Hocaefendi, trafiği aksatmayacağımızı, çevreye rahatsızlık vermeyeceğimizi ifade etmeye çalışsa da dinlemediler. Hatta biraz daha konuşmanın seyri ilerleyince Hocaefendi sinirlenmeye başladı ve “isterseniz beni buradan alın Bolu’ya geri götürün ama ben beni saatlerce bekleyen arkadaşlara selam vermeden eve geçmem” dedi. Bu kadar kararlı olduğunu görünce ısrar etmekten vazgeçtiler. Tamam, selam ver dediler.

ÇOK GERGİN BİR ATMOSFER VARDI

Emniyetin farklı taktikleri var. Zorda kalınca izin veriyormuş gibi yapıyorlar ama yapılacak şeyi kendi yöntemlerince uygulatmıyorlar ve o gün Hocaefendi sevenleri ile buluşmasın diye Adana trafiğini alt üst etme pahasına ellerinden geleni yaptılar. Hocaefendi selam vermeye çalıştığı kalabalığı tesiste mahsur tutup bırakmadılar. Arkadaşlar araçları ile bizi takip etmesin diye birçok yolu kapattılar. Biz, Hocaefendi’nin tutuklanmasından sonra bir senedir çok yerde Emniyetle muhatap olduk. Yeri geldi konvoy yaptık, yeri geldi yürüyüşler yaptık, yeri geldi basın açıklamaları yaptık. Hiçbirinde çevreye en küçük bir zararımız olmadı. Emniyet mensupları bunu çok iyi bilir. Bu eskiden beri de böyledir. Etkinliklerimizin olaysız geçtiğine dair elimizde yüzlerce Emniyet raporu var. O gün arkadaşlarımızın yapmaya çalıştığı şey gayet doğal bir sevgi gösterisiydi. Kimsenin birbirinden haberi bile yoktu. Duyan yola çıkmıştı. Bir yıldır görmedikleri Hocaları geliyor ve onu bir an evvel görmek istiyorlardı. Birileri bu muhabbet atmosferini gölgelemek istedi hatta perdelemek, kapatmak istedi. Daha ilk günden böylesi bir huzursuzluk çıkaracaklarını açıkçası beklemiyordum. Yani insanlar bu memlekette birinin tahliye olduğuna dair sevincini gösteremeyecek mi? Birtakım güçler bunu bile çok gördüler.

Evimize gittiğimiz zaman olayın vahametini biraz daha anladık. Evin etrafı sabahtan itibaren güvenlik tedbirleri ile tamamen çevrilmiş, 2 TOMA, Çevik Kuvvet otobüsleri, akrepler evin etrafını sarmış ve yüzlerce polis hazır bekliyordu. Buna rağmen kapının önü arkadaşlarımızla doluydu. Hocaefendi kapının önünde eve kadar gelenlere bir selam vermek istedi. Yine izin vermediler. Bizim arkadaşlar sayının çok kalabalık olduğunu görünce evin balkonuna bir mikrofon kurmuşlar, Hocamız oradan bir “hoş bulduk” der diye. Oraya kadar gelenler hiç görmeden gitmesinler diye böyle bir şey düşünmüş arkadaşlarımız, bu da gayet makul bir şey. Hocaefendi bunu duyunca yukarı çıkıp balkondan kısaca seslenmek istedi. Zaten Cuma namazı saatine dakikalar kalmıştı.

Orada yaşanan rezalete herkes şahit oldu. Hocaefendi eline mikrofonu alınca onlar da engellemek ve susturmak adına yapabilecekleri en son şeyi de yaptılar; sirenleri açtılar!

FURKAN NESLİ: Hocam, peki 25 Ocak gecesi hangi gerekçeyle Muhterem Hocamız yeniden tutuklandı? O anlardan biraz bahsettiniz ama devamında neler yaşandı, nasıl bir gündü? Bundan da biraz bahseder misiniz?

Semra KUYTUL: Misafirlerden son gelen grup evdeydi, saat de 23.00 civarıydı. Hocaefendi misafirlerle çay içiyordu. Zil çalınca biz yine arkadaşlar ziyaret etmek için geldiler zannettik. Kapıda yine bir yıl önceki manzaranın aynısını görünce anladım zaten. TEM’den geldiklerini, ellerinde yakalama ve ev arama kararının olduğunu söylediler. Savcılığın 4. Ağır Cezanın kararına 5. Ağır Cezaya itiraz verdiğini, itirazın kabul edildiğini ve yeniden tutuklama kararı çıkartıldığını söylediler. Aynı gece saat 04.00 civarı TEM’den arayıp Kürkçüler Cezaevi’ne nakledildiğini söylediler. Ertesi sabah yeniden avukatlarımız Bolu’ya nakledildiğini öğrendi.

Zalimden her şey beklenir. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Ben bu kadar hukuksuzluğa şaşırmadım sadece çok öfkelendim; bir insanın, bir ailenin hayatı ile ya da duygularıyla; bir kitlenin duygularıyla oynamak bu kadar kolay olmamalı. Ben 4. Ağır Cezanın kararını bu oyunun bir parçası olarak görmüyorum. O dinledi, anladı ve olması gereken kararı verdi. 5. Ağır Ceza neye göre karar verdi? Hani üç beş gün, bir hafta sonra verse tamam inceledi diyeceğiz. Ne zaman inceledi, hangi ara bunu yaptı? O esnada bunun farkındayız o yüzden ben şaşırmaktan ziyade çok öfkelendim. Evin yeniden aranması -ki bu da kanunsuzdu- esnasında evde şahit olarak kalmamı istediler, kalmayacağımı söyledim. Ortada bir rezalet var ve ben bu rezalete şahitlik yapmak istemiyorum dedim. Hocaefendi “Ben ev sahibiyim evi arama esnasında ben başında durayım” dedi. Kabul etmediler, çok süratli bir şekilde onu evden uzaklaştırmak istediler. Evimizde çay içtiği misafirlerini aşağıya indirdiler. Onlar dışarıda biraz tepki verecek olmuşlar çevik kuvvet devreye girmiş orada arbede yaşanmış, evdeki misafirlerden bir kısmı darp edilmiş. Ben de 4 çevik kuvvet memurunun bir arkadaşımıza şiddet uyguladığına şahit oldum. Apartmanda çok büyük bir rezalet yaşandı.

HUKUKUN YERLE BİR OLDUĞU BİR GECEYDİ

Biz çevremize karşı hassas insanlarız yani komşularımızın rahatsız olmaması, çevreye rahatsızlık vermemek noktasında hassasız. O gece çok kötü bir durum ortaya çıktı. Tabi bizim de verdiğimiz birtakım doğal tepkiler vardı ama o tepkilere bu kadar sert müdahaleye gerek yoktu. Bütün aile fertlerinin, çocuklarımın gözü önünde ve babaları bir yıl sonra eve henüz yeni gelmişken, daha çocuklar beş dakika bile kucağında oturamamışken; annesi ile hasret giderememişken polisler tarafından alınıp götürülüyor olmasını çocuklarıma izah edemedim. O ağır travmayı bir kez daha yaşadılar, kavuşma sevincini tamamen zehre dönüştürdüler. Bu neyin tahammülsüzlüğüydü, Hocamızın bir gece bile evinde kalmasına müsaade etmediler. O esnada her şeyi düşünüyor insan; çocukların durumunu, evde yaşananları, Hocaefendi’nin psikolojisini… O da yorgun bizler de yorgunuz, o yorgun haliyle yeniden götürüyorlar. Ayrıca tam bitti diyecekken bir de bakmışız ki geçen sene ile aynı yere dönmüşüz, süreç yeniden başlıyor peki, bundan sonra ne olacak?

Ona birkaç gün mutlu olmayı bile çok görmek nasıl bir nefret ya da korkunun sonucu olabilir! Nefretten ziyade çok büyük bir korku var; Hocaefendi’nin korkusuzluğu birilerini çok fena korkutmuş. Dengelerin, hukukun, her şeyin yerle bir olduğu, yargının sarsıldığı ve ağır darbe aldığı bir geceydi o gece.

BİZİM İNANCIMIZ İNSANA DENGE KAZANDIRIYOR

Semra KUYTUL: Biz medeni insanlarız. Medeni insanlara barbar insanlara davrandığın gibi davranırsan kayaya toslamış olursun, bunun manası budur. Biz taşkınlık yapmayız, biz sadece çevreye zarar vermeyen değil bize saldırıldığında da el kaldırmayan insanlarız. Bu gerçekten kolay bir şey değil ama İslam ahlâkının ve aklın bir gereğidir, bizim inancımız da bunu gerektiriyor. Bu toplumda anarşi çıkarmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmeyiz biz. Onlar vurabilirler, gaz sıkabilirler, müdahale edebilirler biz bunlara cevap verecek ve kardeş kavgası çıkaracak insanlar değiliz. Dolayısıyla bize yanlış yöntem uyguluyorlar. Bize şiddetle gelirlerse onlar zarar görürler, bizimle medenice konuşmalılar. Belki diyecekler “biz konuştuk ama siz vazgeçmediniz, illa orada selam vereceğim dedi Hocaefendi, müzakere ile çözemedik.” Tamam da selam verseydi ne olurdu? Diyelim ki o kalabalığa selam verdi, bir konvoyla şehre girdi, diyelim ki balkonda üç beş cümleyi siren sesleri olmadan söyledi, ne olurdu? Kime ne zararı olurdu bunun. “Alparslan Hoca’nın sevenleri evine geldiler, ‘hoş geldin’ dediler o da onlara balkondan ‘hoş bulduk’ dedi, sonra da cuma namazına gitti. Bu kadar olurdu, bundan ötesi olmazdı. O kitle bir araya gelip de camları mı kıracaktı, araçları mı yakacaktı! Böyle bir şey olmayacağından herkes emin… Ama ne oldu, olay büyüdü büyüdü, ayyuka çıktı tüm dünyanın dikkatini çekti, o ‘siren sesli konuşma’ Avrupa basınında bile yer aldı. Bu olay Hocaefendi’nin tutuklanmasının asıl sebebinin “susturmak” olduğunu ispatlamış oldu.

FURKAN NESLİ: Allah razı olsun Hocam. Peki bundan sonraki süreçte nasıl bir yol izlenecek? Furkan Gönüllülerinin özgürlük ve adalet arayışları devam edecek mi?

Semra KUYTUL: Tüm Türkiye’de ya da dünyada zulmün bir anda bitmesi mümkün değil ama en azından Hocaefendi’nin tahliyesini alıncaya kadar özgürlük yürüyüşleri ve birtakım etkinlikleri yapmaya devam edeceğimizi defalarca söylemiştik. Bu konuda sözümüzden dönmeyi düşünmüyoruz. Şimdiye kadar yaptıklarımız bu haksız tutukluluğa bir farkındalık oluşturmak içindi. Hocaefendi içeride kaldığı müddetçe de bu farkındalığı devam ettirmek bizim boynumuzun borcudur. Zulüm devam ettikçe, haklı tepkilerimiz de devam edecektir. Bu bir mücadele, bu bir dava. Biz bunun bir oyun olmadığının bilinciyle başladık. Evet, geçen süreç yorucuydu ama zaten yorulduğu zaman bırakan değil, yorulduğu zaman devam eden kazanır, biz bunun da bilincindeyiz. Herkes yorulabilir, davalarına gerçekten bağlı olanlar yorulduktan sonra da adım atmaya devam edebilirler ve eğer Allah bir kazanç verecekse işte o zaman verir.

FURKAN NESLİ: Hocam bütün okurlarımızın merak ettiği bir konu da Hocamızın son durumu ile ilgili bir bilgi aldınız mı, morali ve sağlığı nasıldı? Bu konuda bizi bilgilendirir misiniz?

Semra KUYTUL: Avukatımız moralinin gayet iyi olduğunu söyledi. “Allah bana bir günlük tatil verdi” demiş; “Benim mücadelem devam ediyor. Arkadaşlarımız da Tevhidi, yapılan hukuksuzlukları anlatmaya ve daha önce de söylediğim gibi çiçeklerimi, fidanlarımı sulamaya devam etsinler” demiş. Hatta “Sarsılmadım bile” demiş doğrudur, gerçekten sarsılmamıştır. Bize teselli olsun diye söylediğini düşünmüyorum. Herhalde bizim sarsıldığımız kadar sarsılmamıştır diye düşünüyorum. Çünkü Allah’ın kendisi hakkındaki takdirine tam bir teslimiyet içindeydi. Sonuçta Rabbimin planı işliyor, o bir günde görevini yaptı ve gitti. “Çıktığı zaman Alparslan Hoca susacak mı konuşacak mı diyenlere cevabını verdi de gitti. Atkımızı taktı, yürüyüşümüze katıldı, akrabalarımızla, arkadaşlarımızla sohbet etti, muhabbet etti, bizlere çok güzel bir enerji kattı, dosta düşmana mesajını verdi gitti. Evet, bir an evvel götürmek için acele ettiler ama çok şükür ki, biz o kısa saatler içine çok şeyi sığdırmışız. 350 gündür Cuma namazı kılamayan, camiye ve cemaate katılamayan birisi olarak binlerce kişiyle Cuma namazı kılma imkânı buldu. Bunlar Rabbimin nimetleri o da bunların sonuna kadar farkında. Bizlere de haber göndermiş ‘üzülmesinler, yollarına, mücadelelerine devam etsinler’ diye. Bunu da duyunca zaten rahatladık elhamdülillah, iyiyiz yani, Allah’ın takdiri gerçekleşene kadar yola devam.

FURKAN NESLİ: Rumeysa Hocam süreçle ilgili sorularımıza sizinle devam etmek istiyoruz. Çok ağır iddialar ve ithamlarla yapılan 30 Ocak operasyonunun ardından tam bir yıl geçti, bugün bu ithamlar bu iftiralar hangi aşamada?

Rumeysa SARISAÇLI: Hamdolsun iftiralar tutmadı. Hamdolsun güneş balçıkla sıvanmadı. Tabii bu süreçte en önemli iftira terör propagandası iftirasıydı. Daha sonra da suç örgütü iftirası... Bunlar üzerinde çok konuşuldu ama ben genel olarak 30 Ocak’ın yıl dönümü olması hasebiyle kısaca tekrar değineyim. Öncelikle terör örgütü ile alakalı iddialar basına yansıdı, tabi çok acayip iddialardı. Yani Hocaefendi’nin 4 tane birbiriyle alakasız hatta düşman terör örgütleriyle propaganda vs. yoluyla alakalandırılmaya çalışılmasının saçmalığı, mantıksızlığı ilk başta çok da konuşulamadı. Bunlar çarşaf çarşaf haberlerde, gazetelerde, internet ortamında sürekli yayılmaya başlandı. Bu iddialar ilk servis edildiği günlerde biz de büyük bir şok yaşadık. Bu kadar pervasızlık, bu kadar yalan, akla hayale gelmedik bir durumdu. Hiç beklemediğimiz çeşitte bir iftirayla karşı karşıya idik... Yani hangi birine cevap vereceğimizi şaşırdık. Bu noktada Elhamdülillah bizi tanıyan bütün insanlar, sadece Furkan Vakfının hocaları veyahut da Furkan Vakfına gidip- gelen insanlar değil, bizi az buçuk duyan- bilen insanlar, yavaş yavaş konuşmaya başladı. İnternet ortamında Hocamızın videolarının aslı binlerce defa tıklandı, izlenildi. İzleyenler birbirlerine anlatmaya başladılar ve kurdukları saçma sapan tuzak onların başlarına geçmeye başladı. Bizim tabi bu süreçte belki de yaptığımız en önemli hizmet, bu iftiraları bertaraf etmeye çalışırken, kendimizi anlatmaya, tanıtmaya çalışmak. Biz aslında Furkan Hareketinin mensupları olarak, bu zamana kadar, kendimizden çok da bahsetmeyen insanlardık. Yani hareketimizden, hizmetlerimizden bu zamana kadar yaptığımız faaliyetlerden pek bahsetmezdik. Daha çok davamızı anlatırız, dinimizi anlatırız, bir nesil yetiştirmeye çalışırız. Dolayısıyla aslında bu iftiralar atıldıktan sonra biraz kendimizi anlatma mecburiyetine düştük. Onlar bizi buna mecbur ettiler. Bu noktada tabii hem iftiralara cevaplar verilmiş oldu hem de Furkan Hareketi tanınmış oldu. Böyle de bir hayra sebep olunmuş oldu. Furkan Hareketini neredeyse duymayan kalmadı. Defalarca bu iddiaların iftira olduğunu, bunların aslında operasyonel bir şey olduğunu, bu iftiraların Furkan Hareketini ve aslında İslami faaliyetler noktasında aktif olan bir çalışmayı bitirme çabası olduğunu anlatmaya çalıştık… Bunun yanı sıra tabi yine suç örgütü iftirası önemliydi. En son 22, 23, 24 Ocak mahkemesi de bunun üzerine bina edilmiş birtakım iddialardan oluşan bir mahkemeydi. Furkan Vakfının kuruluşu 1994’lere dayanıyor. Dolayısıyla 25 yıldır legal, meşru yolla hizmet yapan, eğitim faaliyetleri içerisinde olan, yardım faaliyetleri içerisinde olan bir vakıf. Çok da göz önünde bir vakıf… Bunları anlatmaya başladık. Yani yıllarca halkın gözü önünde İslami faaliyetler yapmış, yardım faaliyetleri içerisinde bulunmuş, Suriyeli ailelere yardım hususunda tarihe geçecek projeler gerçekleştirmiş bir vakıf. Furkan Vakfı bu yardımları, internette üç beş fotoğraf hariç, gündeme getirmemişti. Bu iftiralar gündeme gelince artık bunları konuşmaya başladık. Allah dediğim gibi bu faaliyetlerin ortaya çıkmasını istedi. Bu süreçten önce kendimizi anlatmaya dilimiz dönmüyordu. ‘Biz şimdi kendimizi mi anlatacağız’ diyorduk.

Ancak Rabbimiz bu olaylar vesilesiyle, çalışmalarımızı anlatmamızı, Furkan Hareketini tanıtmamızı istedi… İftiralar konusuna gelirsek, elbette ki bu yolda olanlara bazı iftiralar atılacaktır. Peygamberlere de atılmıştır. Allah Rasulü’ne neler söylendi neler. Hocamız böyle iftiralar gündem olduğunda hep şunu derdi: İnsanlar Allah’a bile iftira atmıştır, peygamberlere iftira atmıştır. Biz kim oluyoruz? Hakikaten öyle, peygamberlerin yaşadığı bir çileyi başta Hocamız olmak üzere bu hareketin tertemiz mensupları şu bir yıllık süreçte yaşadılar. Yani biz her gün sabah kalktığımızda ‘acaba bugün hangi iftira atılacak’ diye elimiz yüreğimizde sabahı sabah ediyorduk. Bu kaygıyla geceyi, gündüzü nasıl geçirdiğimizin farkında değildik. Ama Allah Azze ve Celle, istemesek de bize bir sünneti yaşattı. İftiranın ne kadar acı bir durum olduğunu ve aslında iftiraların, insanın davasına daha çok sarılmasına vesile olduğunu öğretmiş oldu. Biz daha çok sarıldık hareketimize, hizmetimize, davamıza, kıymetli Hocamıza… Atılan iftiralar Alparslan Kuytul Hocaefendi merkezliydi. Oysa biz onun hayatını biliyoruz. Onun tertemiz hayatını bildiğimizden dolayı da Ona atılan iftiralar çok ağırımıza gitti ve Onun acısına ortak olmaya çalıştık. Dualarımıza kendimizden önce Onu koyduk. Daha bir bağlılığımız, muhabbetimiz arttı. Yani garip gelebilir ama, iftiraların zararından çok faydası oldu. Bunlar vesilesiyle bizim bağlılığımız arttı ve insanlar da bizi tanımaya başladılar.

FURKAN NESLİ: Rumeysa Hocam, “Cemaatler susmamalı yoksa bitecekler” diyen Alparslan Kuytul Hocaefendi farklı zaman ve mekanlarda yapmış olduğu konuşma ve açıklamalarda özellikle Türkiye’de cemaatlerin bitirilmeye çalışıldığına değindi. Türkiye’de bu süreç nasıl işliyor? Bu projeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Rumeysa SARISAÇLI: Hocamızın beş altı yıl önce yaptığı açıklamalar var ve bu yıllar içerisinde zaman zaman bu meyandaki açıklamaları, uyarıları tekrar etmiştir. Bu projenin devam ettiğini, İslami faaliyetler yapanların bu noktada dikkatli olması gerektiğini ve susmamaları gerektiğini, sustukları takdirde bu projenin daha rahat bir zemin bulacağını, bu zemini oluşturmamaları gerektiğini, cemaatlerin direnerek, mücadeleye devam ederek, engellenenlere destek vererek bu projeyi alt edeceklerini anlattığı konuşmaları… ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığında olmayın’ diyerek uyandırmaya çalıştığı konuşmaları… Hatta meşhur bir videosu vardır ‘Bu dev piton yılanı cemaatleri yutuyor. İslami çalışmaları yutuyor. Adeta ayağından yakalayarak gövdesini yani bütün o çalışmaları yutmaya çalışıyor. Bu piton yılanı bir gün sizi de yutar, buna dur diyelim, beraberce buna engel olmaya çalışalım, birbirimize destek vermeye çalışalım’ diyerek uyarılar yaptığı konuşmaları… Bugün gelinen noktada bu projenin nasıl işlediğine baktığımızda, ‘son hız işliyor’ diyebiliriz. Kesinlikle beş yıl önceki gibi değil çok daha hızlandırılmış durumda, çok daha yaygınlaştırılmış durumda. Ve bu 5 yıllık sürece baktığımızda- bu projenin neler gerçekleştirdiğine, yani İslami kesime neler yaptığına- hakikaten büyük bir tahribat görmekteyiz. İslami kesim büyük bir oranda aslında susturuldu, geri adım attırıldı ve bazı çalışmalar da bitirildi. Özellikle son iki yılda daha da hızlandı, çünkü bir bahane bulundu. Bu bahaneyle de 1400’den fazla dernek, vakıf kapatılmış oldu. Bu söylenen resmi rakam, belki gerçek bu rakamın çok daha üzerinde… Eğer İslami kesim halen susmaya ve çalışmalarını durdurmaya, öldürmeye devam ederse bu dev piton yılanı büyüyerek bu faaliyetleri bitirmeye devam edecek. Onun için İslami camiaya Hocamızın talebesi olarak bizler de sesleniyoruz. ‘Çalışmalarınıza devam edin. Çalışmalara devam edilmediği müddetçe bu proje hayat bulmaya devam ediyor.’

FURKAN NESLİ: Kıymetli yazarlarımız Semra Kuytul Hocahanım ve Rumeysa Sarısaçlı Hocahanım Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin ve Furkan Gönüllülerinin üç gün süren mahkeme sürecini ve üç günden sonra yaşanan süreci değerlendirdiler. Hocalarımıza teşekkür ediyor, Başyazarımız Alparslan Kuytul Hocaefendi’ye, ailesine, Furkan Gönüllülerine ve sevenlerine tekrar geçmiş olsun diyoruz.