Denemeler

Ailede Evlat Olma Bilinci

Paylaş:

“Sevdiklerinizi yüreklerinden sımsıkı tutun. Çünkü yarın geç olmakla meşhurdur…”1

İyi, sağlıklı, huzurlu ve Allah’ın rızasına uygun bir aile dediğimizde zihinlerimizde genellikle aynı kişiler belirir: Ebeveynler. Annenin şefkati, babanın otoritesi, ikisinin birlikte yürüttüğü iletişim dili, sorun çözme becerisi ve çocuk yetiştirme tarzı… Çünkü ailenin temeli bu iki kişinin davranış ve tutumlarıyla atılır. Ancak o temel zamanla bir yuvaya dönüşürken, o yuvada yetişen çocuklar da büyür. İlk adımlarını atar, ilk sözlerini söyler, sonra okula gider ve bir gün ‘artık çocuk değilim’ dediği o eşiğe gelir. Tam o noktada aile içindeki rollerde sessiz ama çok önemli bir değişim başlar. Artık o evde büyüyen evlat sadece çocuk değil, aile olmanın gerekliliklerini yerine getirmesi gereken bir birey olmuştur. Bu anlamda “Allah’ın rızasını kazanacak bir yuvanın nasıl inşa edileceği” yalnızca anne babanın çabasıyla değil, tüm aile bireylerinin işbirliğiyle gerçek manada gerçekleşebilir.

Salih Evlat, Bitmeyen Bir Sermayedir

Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz, anne babaya iyilik etmeyi kesin bir emre bağlayarak: “Rabbin, yalnızca Kendisine kulluk etmenizi ve ana-babanıza iyi davranmanızı emretti”2 buyurarak, kendisinden sonra en büyük hakkı anne babaya vermiştir. Onlar çağırınca icabet etmek, makul istek ve tavsiyelerine uymak unutulmaya yüz tutmuş ancak Allah’ı razı eden amellerdendir. Bu ayet çoğu zaman küçük yaşlardaki çocuklar için gibi algılansa da, aslında muhatabı akıl baliğ olmuş her bireydir. Yani bir insan kaç yaşında olursa olsun anne babasına karşı daima saygı ve iyilik borcu içerisindedir. Bu iyilik yalnızca maddi yardım, ihtiyaçlarını karşılamakla sınırlı değil; anlayışlı olmak, gönül almak, incitmemek, ilgilenmek, onun zor yönlerine sabretmek, hürmet göstermek şeklinde kendini gösterir. Dolayısıyla bir çocuk büyüyüp erişkin olduğunda; aksine, aile içindeki sorumlulukları sona ermez, belki yeni şekillerde artar.

Yine Kur’an-ı Kerim: “Biz insana, ‘anne ve babasına’ iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın)a ulaşınca, dedi ki: “Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım” buyurarak anne babayı hatırlamayı, onlara hayır duada bulunmayı hayırlı bir amel olarak örnek göstermiştir. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in “Bir kimse ölünce ameli kesilir. Üç şey dışında: Sadaka-i câriye, faydalanılan ilim ve kendisine dua eden salih evlat.”3 hadisi ise bu ayeti destekler niteliktedir. Anne ve babaya sağlıklı, hidayet dolu bir ömür dilemek, günahlarının affını istemek, onların ölümünden sonra da dua etmeye devam etmek onların kalplerini mutlu eder. Diyebiliriz ki salih bir evlat, ailesine bitmeyen bir sermayedir.

Abdullah b. Ömer, bir hac veya umre sırasında Yemenli bir adamın, sırtında annesini taşıyarak Kâbe’yi tavaf ettiğini görmüştür. O anda o zat, Abdullah b. Ömer’i karşısında görünce: “Ey İbn Ömer! Ne dersin annemin hakkını ödemiş oldum mu, böyle bir hizmetle ona olan borcumu ödedim mi?” diye sormuştur. Kur’an’dan ve Rasulullah’tan anne baba hakkını çok iyi öğrenen ve bu konuda hükümleri çok iyi bilen Abdullah b. Ömer, adama: “Hayır! Onun doğum esnasında çektiği acılara karşı dile getirdiği bir tek ah çekmesini dahi karşılayamadın.” demiştir.

Kur’an-ı Kerim’de bir başka ayette Lokman Aleyhisselam oğluna öğüt verirken şöyle der: “Ey yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Şüphesiz Allah’a ortak koşmak büyük bir zulümdür.” Devamında ise şöyle buyrulur: “Biz insana, anne ve babasına iyi davranmasını tavsiye ettik...”4 İlginçtir ki Tevhid inancından sonra hemen aile içi sorumluluk, özellikle de evlatların anne babaya olan görevi vurgulanır. Çünkü aile, Tevhid inancının yaşandığı ilk sahadır. Bunu destekler mahiyette Peygamber Efendimiz: “Allah’ın rızası, anne babanın rızasındadır. Allah’ın gazabı da anne babanın gazabındadır”5 buyurur.  Anne babaya gösterilmesi gereken bu hürmet, insanın Allah’a karşı olan kulluk samimiyetinin göstergelerinden bir tanesi olmaktadır.  Bizlere örnek olarak Hz. İbrahim Aleyhisselam, babası Azer’in putperestliğine rağmen ona hitap ederken yüreği incinmiş bir evladın nezaketini elden bırakmamıştır: “Babacığım! Bilgi bana geldi, sana gelmedi. Bana uy da seni doğru yola ileteyim.”6

Bugün Yapmazsak, Yarın Çok Geç Olabilir!

Müslüman bir gencin, anne ve babasına karşı görevleri yalnızca “büyürken onlara saygı duymak” ile sınırlı değildir. Asıl önemli dönem, evladın kendi hayatını kurduğu, belki evlendiği, çocuk sahibi olduğu ve “yoğunlaştığı” dönemdir diyebiliriz. Çünkü işte o zaman ilgisizlik, unutulmuşluk ve mesafe baş göstemeye başlar. Kur’an-ı Kerim bizlere o mesafeyi açmamak, ailemizle yüreklerimizi sıcak tutmak için bir takım emirler tayin eder.

Bugünün bireyselleştirilmiş ve telaşlı dünyasında ilişkiler de hızla zayıflamakta ve insanlar yalnızca kendi derdine, kendi hayatını kurma telaşına girmektedir. Bireysellik arttıkça aileler küçülüyor, hızlı yaşamanın telaşına düştükçe kalpler birbirinden uzaklaşıyor. Anne babalar evlatlarından uzaklaştıkça, yaşlılık sessizleşiyor, hüzünleşiyor… Oysa İslam, evlatların bu hızlı hayata rağmen yavaşlamalarını, dönüp arkalarına bakmalarını ve kendilerini büyüten, mevcut yaşına getiren aileye sahip çıkmalarını emrediyor. Hızlı yaşarken, sevdiklerimizi görememenin, ihmalkârlığın ve “yoğunluk” bahanelerinin hayatlarımızdan nasıl bir bereket eksilttiğini hiç fark ettik mi? Zamanımıza, işimize, ilişkilerimize yansıyan bu bereketsizliğin altında yatan asıl neden nedir? Hız çağında hıza ayak uydurmaya çalışırken zamanımız, işimiz ne kadar bereketli? Bu noktada Peygamber Efendimiz’in şu uyarısının bu çağ için de geçerli olduğunu hatırlatmakta fayda var: “Anne babasına iyilik eden kimsenin ömrü bereketlenir ve rızkı artırılır.”7 Bir telefon etmek, ziyaret etmek, sabırla derdini, sevincini dinlemek, ortak anılara birlikte gülümsemek, evde bir çatışma olduğunda haklı bile olsan önce yutkunmak, sonra konuşmak; nasihat edildiğinde hemen karşılık vermemek, kırılmak yerine, şikayet yerine sabırla yaklaşmak… Bunlar bazen zor gelir ama bir ailenin bağlarını güçlü tutan, görünmeyen ama derin izler bırakan davranışlardır. Bizim bir tebessümümüz annemizinin içini ısıtabilir, bir ilgimiz, ince düşüncemiz babamızın direncini artırabilir, gücüne güç katabilir. Bu yapmamız gereken küçük şeyleri bugün yapmazsak, unutmayalım ki yarın çok geç olmakla meşhurdur…

Kur’an-ı Kerim: “Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında yaşlılığa erişirse, onlara ‘öf!’ bile deme, onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle.”8 Buyurmaktadır. Zamanla yaşlanan anne babamızın çocuklaştığını fark etmeliyiz. Bir gün bakarız ki, bizi sabırla büyüten o eller titremeye başlamıştır. Daha önce bize dair en ufak ayrıntıları unutmayan hafızaları varken, şimdi basit bir ismi ya da tarihi hatırlamakta zorlanmaya başlamıştır. Kimi zaman aynı hikâyeyi birkaç kez anlatırlar… Geceleri uykuları kaçar, gündüzleri yorgun düşerler. Bir zamanlar bize öğüt veren dilleri, şimdi daha çok susar ama gözleriyle çok şey anlatırlar. Yalnız kalmaktan korkar, daha çok ilgiye ve güvene ihtiyaç duyarlar. Bu anlarda kendimizde bulduğumuz sabrın, şefkatin ve merhametin bir zamanlar onlardan bize nasıl aktığını derinden hissetmetliyiz. Onlar bizi büyütürken sabır gösterdiler, şimdi sabretme, ilgilenme sırası bizde… Unutmayalım ki çocuğumuz da bizi izliyor. Nasıl bir evlatsak, büyük ihtimalle çocuğumuz da bize öyle bir evlat olacak. Bu zinciri ilgiyle ve vefayla güçlendirmek bizim elimizde…

“Rabbim! Ana babama merhamet et; tıpkı onlar beni küçükken şefkatle yetiştirdikleri gibi.”9

  Nuri Pakdil

1.        İsrâ, 23

2.        Müslim, Vasiyyet 14

3.        Lokmân, 13-14

4.        Tirmizî, Birr 3

5.        Meryem, 43

6.        Ahmed b. Hanbel, Müsned

7.        İsrâ, 23

8.        İsrâ, 24