Allah’a iman en önemli iman esasıdır. Bugün insanlığın en temel sorunu ise; bu imanın nasıl olması gerektiğinin bilinmemesi veyahut anlatılmaması meselesidir. Allah’a imanın nasıl olması gerektiğinin cevabı; ‘nasıl bir Allah’a iman ediyoruz?’ sorusunun cevabı ile direkt olarak alâkalıdır. Rabbimiz Teâlâ: ‘Onlar, Allah’ı hakkıyla takdir edemediler (bilemediler)’1 buyuruyor. Allah (c.c.) bu ayeti ile kendisini tanımanın önemini bildirirken, tanımayanları ise kınıyor. Çünkü Allah’ı tanımayan insanın, O’na, O’nun istediği gibi iman etmesi ve kulluk yapması mümkün değildir. Bizden bu ayeti ile kendisini tanımamızı isteyen Allah (c.c), bunun yolunu, ilmini göstermemiş olabilir mi? Herhangi bir konuda insanı uyarmadan önce, onu muhakkak bilgilendiren Allah (c.c), kendini tanımayanları uyarmadan önce, kendini tanıtmamış olabilir mi? Böyle bir durum, Allah (c.c.)’ın âdetine (sünnetullaha) terstir. Allah (c.c), peygamber veya vahiy ulaşmamış insanlara dahi, mahlûkat ve mevcudat ile kendini tanıtmaktadır.
Allah’ın ‘halk’ yani yaratma sıfatı; O’nun varlığının, birliğinin, kudretinin, ilminin en önemli delillerindendir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de ‘halk’ sıfatı ile beraber zikredilen sıfatlar, Allah’ın yaratmasının sadece ‘var etmek- var kılmak’ olmadığını ortaya koyuyor. Rabbimiz Teâlâ: ‘O Allah yarattı, bir düzen içinde biçim verdi, takdir etti, böylece yol gösterdi’2, ‘Seni yarattı, bir düzen içinde şekil verdi, seni dengeli kıldı, dilediği şekilde seni terkib etti (oluşturdu.)’3 buyuruyor. Tüm bu ayetler, Allah’ın yaratmasındaki düzeni, dengeyi, terkibi, yol göstermeyi ortaya koyarken, aslında insanın yaratılışından itibaren, insanın hayatına şekil verenin de Allah olduğunu ortaya koymaktadır. Sadece Allah (c.c.)’ın ‘halk’ sıfatını dahi tefekkür eden ve o sıfattaki ilmi/ terbiyeyi anlayan insan, ‘insanın başıboş bırakılmayacağını’4 idrak edecektir. Yani Allah’ın mahlûkatına bakıp, bir ‘Hâlık’ın var olduğunu, yaratmasındaki düzene/intizama bakıp O Hâlık’ın ‘Rab’ olduğunu anlamak çok kolaydır. İşte vahiy, bu temel öğreti ile söze başlamıştır; ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku!’5 Rububiyyetini , ‘yaratma’ sıfatını tefekkür edenin bile anlayacağı şekilde, her bir mahlûkatına âdeta mühür gibi vuran Allah (c.c.) bir de Kur’an ile vurgulayarak tekrar tekrar ortaya koymaktadır. Yüzlerce ayeti kerimede insana; Allah’ın yaratan olduğu bildirilerek, O’nun insan üzerindeki hakkı, Rab olduğu bildirilerek; O’nun hakkını yerine getirmenin önemi öğretilmektedir.
İbn-i Arabî: ‘Men arefe nefsehu, fekad arefe Rabbehu- Kendini tanıyan Rabbini tanır-’ der. İşte Allah’ı tanımanın yolu! İnsanın kendini tanıması, Rabbini tanımada en güzel ve en yakın yol olacaktır. Çünkü insana en yakın olan tefekkür mahalli kendisidir. Ve insanın yaratılışı gerçek bir mucizedir. Rabbimiz Teâlâ birçok ayette bu mucizevî varlığın yaratılış aşamalarından bahseder. İlk aşama yani ‘alâk’ aşaması, ilk inen ayetlerde bildirilmiş ve insan; Rabbimizin insanı yeniden muhatab almasıyla beraber, bizzat Allah tarafından tanıtılmaya başlanmıştır. İnsanın oluşumundan önceki durumu ve oluşum aşamaları ise mü’minun suresinde sırasıyla bildirilir. Süzme bir çamur, bir su damlası, alâk, bir çiğnem et, sonra kemik, sonra kemiklere et giydirilmesi…
Elmalılı merhum: “Rab; ‘bir şeyi olgunluğa ulaştırıncaya kadar tavırdan tavıra çeviren, yani terbiye eden Zat’ demektir” der. ‘Biz gerçekten insanı en güzel kıvamda yarattık’6 ayeti ile yukarıdaki yaratılış aşamaları bir arada düşünüldüğünde, insanın yaratılışındaki mükemmel kıvamın, Rab olan Allah’ın belirlediği terbiye süreci ile tavırdan tavra çevrilerek oluştuğu ortaya çıkmaktadır.
İnsanın fizyolojisindeki bu mucizevî yönleri embriyoloji ilmine temel oluşturacak şekilde insanlığın faydasına sunan Allah (c.c.) bu mevzularda tafsilata girmez, geri kalanını insanın istidadına bırakır. Çünkü insana, insanın fizyolojisini keşfetme istidadı yani kabiliyeti verilmiştir.
İnsanın fizyolojisi, psikolojisinden çok daha basit bir sistemdir. Bu sistemi dahi çözmede zorlanan ve onu çözmek için onlarca dalda tıp uzmanlıkları belirleyen bilim adamları, fizyolojisinden çok daha karmaşık olan psikolojisini de çözmek için çabalamaktadır. İnsanı kendi başına çözmeye çalışan veya uzman insanlardan oluşan bir heyetle bu sır varlığın keşfedileceğine inanan bazı kaygılı bilim adamları ise, bunu başaramayınca ‘insan denen meçhul’7 diyerek insanlık adına bir realiteyi ilan etmektedirler. İnsanın insana meçhul bir varlık olduğu realitesi! İnsanı insanın tanımadığı gerçeği anlaşılmadan, insanı ancak Allah’ın tanıdığı gerçeği anlaşılamayacaktır. İnsanoğlu haddini bilmeden Rabbini bilemeyecektir. İşte bu hakikati insanın tüm yeteneklerini, kapasitesini, sınırları bilen ve tüm bu yönlerini yaratan olan Rabbimiz Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de çok net ve çok açık ifadelerle bildirmektedir. ‘Siz mi iyi bilirsiniz yoksa Allah mı?’8, ‘Siz bilmezsiniz Allah bilir’9, ‘Yaratan bilmez mi?’10, ‘Biz onun nefsinin ne fısıldadığını biliriz, ona şah damarından daha yakınız’11, ‘O Allah gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir’12. Allah (c.c.)’ın insanı tanıdığını bildiren bu ayetler, insanlar için ‘meçhul’ olan bu varlığın, Allah (c.c.) için ‘mâlum’ bir varlık olduğunu ortaya koymaktadır. Yani Allâmu’l-Guyûb (gaybları bilen) olan Allah (c.c.) insana gayb olan insanı, her yönüyle tanıyan tek Zat’tır.
‘İnsan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?’13 ayeti ile ise, bizi kendimiz hakkındaki cehaletimizle baş başa bırakmayacağını bildiren Rabbimiz, tanıdığı varlığı tanıtacağının müjdesini vermektedir. İşte Kur’an-ı Kerim, ‘insan denen meçhul’ varlığı ‘insan denen mâlum’ varlığa dönüştürmenin anahtarıdır. Zekâ ile tecrübeyle elde edilmesi mümkün olamayan bilgileri, bir varsayım veya deneme-yanılma yoluyla değil, gerçek ve sonucu belli, yani yüzde yüz güvenilir bir bilgi olarak insanlığın faydasına sunmaktadır.
Bugün bir ilacın, bir hastalık üzerindeki etkisini ölçmek/değerlendirmek için, insan vücudunun kobay olarak kullanılması kabul edilemez, etik kuralları alt-üst eden bir durum olarak değerlendirilmektedir. Ancak deneme-yanılma yolu ile uygulanan eğitim ve yönetim teknikleri, aynı müdahalenin envai çeşidini insanların zihinlerine, kalplerine, nefislerine uygulamaktadır. Ve böylece, bireylerden toplumlara, yığınlar, gayrı fıtrî eğitim ve yönetimlerin kurbanı olmaktadır. İnsana insanın verdiği zararı, kimse vermemektedir.
Oysa insanoğlu böyle bir zarara girmesin ve ‘kendi elleriyle kendini tehlikeye atmasın’14 diye, Yaratan yarattığını kitabı ile tanıtmaktadır. Kur’an-ı Kerim insanın manevî âlemini, fıtratını, kalbini, nefsini detaylı bir şekilde anlatmaktadır.
‘Ona (insana), fücuru da takvayı da ilham ettik’15 buyuran Rabbimiz, fıtratımızda iyi ve kötü duyguların beraber var olduğunu bildirmektedir. Kur’an-ı Kerim’de, hayırlı duyguların mahalli ‘kalp’, şerli duyguların mahalli ise ‘nefis’ olarak bildirilmektedir. İnsandaki iman duygusu, takva anlayışı, hayra ve hakka temayül, sıhhatli bir kalbin güçlenmesiyle oluşmaktadır. Yani gerçek fonksiyonunu yerine getiren kalpte, hayırlı duygular vardır ve böyle bir kalp, tüm vücuda hayır pompalar.
Küfür, fücur ve şerre temayül ise; nefsin güçlenmesiyle ve fücurda güçlenen nefsin, kalbi zayıflatmasıyla, kalbe maraz yerleştirmesiyle oluşmaktadır. Böyle marazlı bir kalp ise; vazifesinin ve yaratılışının tam tersine, tüm vücuda şer pompalamaktadır. Bundan dolayı Rabbimiz Teâlâ ‘nefsini arındıran kurtulur’16 buyurur. Nefsi arındırmanın yolu ise onu eğitmekten geçmektedir. Bu eğitimi de kısaca formülize eden Allah (c.c.) ‘kesmekle kesil’17 buyurarak, nefsi eğitmenin yolunun, yanlış olan ne varsa kesmekten geçtiğini bildirmektedir. Yanlışı yapmayı kesenin, o yanlıştan kesileceği gerçeği ortaya konulmaktadır. Rabbimiz, bu eğitimin neticesinde ortaya çıkan nefsi ‘mutmain olmuş nefis’ olarak isimlendirir.
Kalbin mutmain olmasının yolunu ise ‘dikkat edin kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur’18 ayetiyle bildirir. Allah’a gerçek manada iman eden, muttaki olan, O’nu çok anan, her meselede O’nu tezekkür eden (yani dikkate alan) bir kul, mutmain bir kalbe sahip olacaktır. Mutmain olan kalp ise, insana huzuru yaşatacaktır.
Burada sadece özet olarak ele aldığımız insanın manevî âlemini, Kur’an-ı Kerim, detaylı olarak anlatmaktadır. Maalesef, özellikle bu çağda, sürekli olarak insana insanı ya kendisi ya da başkaları anlatmaktadır. Bu haddini bilmezlik, insanlığa büyük zarar verdi. Derler ki; ‘ağacı kemiren kendi kurdudur.’ İnsanı da bozan kendi müdahalesi olmuştur. Oysa Allah( c.c.), insanı hem yaratan, hem de tanıyandır. Rabbimizin insanı bu kadar iyi tanıması ve kitabında bizi her yönümüzle anlatması, bizim de O’nu tanımamızı sağlamaktadır. O’nu tanıyan insanın da O’na imanı, O’na teslimiyeti gerçek bir iman ve gerçek bir teslimiyet olmaktadır. O halde insan, Rab (terbiye eden) olan Allah’ın terbiyesine teslim olmalıdır ve bu teslimiyeti göstermeyen kişinin imanının da, hakiki iman olmadığını bilmelidir. Bu şuurla yürekten “Elhamdulillehi Rabbi’l Âlemin” demelidir!
- Hac, 74
- Âla, 2-3
- İnfitar, 7
- Kıyame, 36
- Alâk, 1
- Tin, 4
- İnsan Denen Meçhul, Alexis Carel
- Bakara, 140
- Bakara, 216
- Mülk, 14
- Kaf, 16
- Tâhâ, 7
- Kıyame, 36
- Bakara, 195
- Şems, 8
- Şems, 9
- Müzemmil, 8
- Râd, 28