Yeryüzündeki hiçbir dava, uğrunda mücadele verilmeden kazanılmamıştır. Rasullullah’a verilen bu dava da O’nun ve sahabelerinin her türlü eziyetlere, baskılara, zulümlere sabretmesi ile kazanılmıştır. Ama öyle bir sabır ki; imanla kalpleri büsbütün olmuş, zulüm; imanlarını yenememiş ve onların imanları karşısında mağlup olmuştur.
Kıymetli okurlarımız her sayımızda Peygamberimizin hayatından ve hareket çizgisinden bölümleri sizinle paylaşıyoruz. Geçen sayımızda eğitim merhalesinde ‘Manevi Eğitim’ başlığını ele almış ve bu yolda uzun soluklu olmak için bu eğitimin önemini vurgulamıştık. Bu sayımızda ise Sahabe-i Kiram’ın, Rabbimizin manevi eğitimiyle güçlendirdiği imanlarının ve imanla dolan kalplerinin mücadelesini görerek Allah yolundaki eziyetlere katlanmalarını ele alacağız.
Mekke müşriklerinden her kabile, Müslüman olan fertleri ve kölelerine, onları Allah’ın dininden döndürmek için her türlü işkenceyi yapıyordu. Bu konu hakkında örneklerden bazıları şöyle:
Ebu Cehil, Mekke halkından makam ve şeref sahibi birinin Müslüman olduğunu duyduğu zaman onu kınar ve azarlar, malına ve akrabalarına çok büyük zarar vermekle tehdit ederdi. Eğer zayıf olursa vurur ve işkence ederdi.
Amcası, Osman bin Affan’ı Müslüman olduğu zaman hurma ağacının yapraklarından yapılmış bir hasıra sarmış sonra da hasırı ateşe vermişti.
Musab bin Umeyr’in annesi, oğlunun Müslüman olduğunu duyduğu zaman onu günlerce aç bırakmış, sonra da evinden atmıştı. Müslüman olmadan önce, yaşam tarzı bütün insanlardan daha müreffeh olan Musab’ın o yumuşak ve narin teni, bu olaydan sonra bir yılan derisi gibi kırış kırış olmuştu.
Ümeyye bin Halef’in kölesi Bilal Müslüman olduğu zaman Ümeyye, Bilal’in boynuna bir ip geçirerek çocuklara teslim eder, çocuklar da ip Bilal’in boynunda iz yapana kadar onu Mekke tepelerinde dolaştırırlardı. Ümeyye sık sık Bilal’i bağlayıp sopa ile döver, uzun süre güneşin sıcağında oturtur ve aç bırakırdı. Bunların hepsinden daha kötüsü, öğle sıcağı iyice bastırdığı zaman Bilal’i Mekke dışında çöle çıkarıp kızgın kumların üzerine yatırırdı. Sonra adamlarından büyük bir kaya getirmelerini ister ve onu Bilal’in göğsüne koymalarını söylerdi. Bilal’e “Ya, Muhammed’i inkâr edip Lat ve Uzza’ya taparsın ya da vallahi ölene kadar böyle kalırsın” diye tehdit ederdi. O halde iken bile Bilal’in ağzından “Ehad’ünEhad -Allah birdir, bir” kelimesinden başka hiçbir kelime çıkmazdı. Bir gün Hz. Ebubekir oradan geçerken Bilal’e yaptıklarını gördü ve onu bir zenci köle karşılığında satın alarak serbest bıraktı. Hz. Ebubekir’in Bilal’i yedi veya beş gümüş karşılığında satın alıp serbest bıraktığı da söylenir.
Ammar bin YasirMahzumoğulları’nın sözleşmeli kölesiydi, annesi ve babasıyla Müslüman olmuşlardı. Başlarında Ebu Cehil olmak üzere Mekke müşrikleri, güneşin çölü ateş gibi yaktığı anlarda bedenlerine ateş tutarak Yasir ailesine azap ederlerdi. Bir gün aynı şekilde azap ederlerken Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem oradan geçiyordu. Kendilerine azap edilirken gördü ve “Ey Yasir ailesi, sabırlı olun. Şüphesiz sonunda gideceğiniz yer cennettir” buyurdu. YasirRadıyallahu Anh müşriklerin işkenceleri altında Rabbine ruhunu teslim etti. Ammar’ın annesi Sümeyye, Ebu Cehil’in karnına vurduğu bir mızrak darbesiyle can verdi ve İslam’ın ilk ‘kadın şehidi’ oldu. Müşrikler Ammar bin Yasir’e bazen ateşle, bazen sırtına kızgın taşlar koymakla, bazen de nefesi kesilene kadar suya batırmak suretiyle işkence etmeye devam ettiler. Muhammed’i inkâr edip Lat ve Uzza’ya inandığını söylemezse kendisini bırakmayacaklarını söylüyorlardı…
Ebu FukeyneAbduddaroğulları’nın sözleşmeli kölesiydi. Ona, ayaklarından ip bağlayıp kızgın kumlar üzerinde kendisini sürükleyerek azap ederlerdi.
Habbab bin Eret, Siba El-Huzaiyye’nin kızı Ümmü Emmar’ın sözleşmeli kölesiydi. Müşrikler her türlü işkenceyi kendisine tattırıyorlardı. Saçlarından şiddetle çekerek boynunu kırarcasına büküyorlar, defalarca kor halindeki kömürlerin üzerine yatırıp kalkmaması için üzerine ağır taşlar koyuyorlardı. Zennire, Nehdiyye ve kızı Ümmü Abyes Müslüman olan kadın kölelerdendi. Müşrikler onlara da yapmadıkları işkenceyi bırakmamışlardı. Mü’miloğulları’nın bir cariyesi Müslüman olmuştu. Ömer bin Hattab -o zamanlar müşrikti- bıkana kadar kendisini döver ve ona: “Bıkmadıkça seni dövmeyi bırakmam” derdi… Hz. Ebubekir bu cariyeleri satın alıp serbest bırakmıştı. Aynı zamanda Bilal’i ve Amr bin Fuhre’yi de satın alarak serbest bırakmıştı.
Müşrikler, sahabelerden bazılarını inek veya deve derisine sararak, bazılarına da demirden bir zırh giydirerek, kızgın çöle atıyorlardı. Allah yolunda azap edilenlerin listesi çok uzun ve çok acıdır. Müşrikler, Müslüman olduğunu öğrendikleri herkese işkence ediyorlardı.
Said bin Cübeyr’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Abdullah bin Abbas’a müşrikler, Rasulullah’ın ashabına dinlerini değiştirir gibi görünmelerine müsaade edebilecek kadar işkence ediyorlar mıydı? diye sordum. “Evet, vallahi onlara öyle azap edip aç susuz bırakıyorlardı ki, bu işkencelerin sonunda oturabilecek güçleri dahi kalmıyordu. İstediklerini söyletene kadar işkenceye devam ediyorlar, sonra ‘Allah’ın yerine Lat ve Uzza’yı ilah olarak kabul ediyor musun?’ diye soruyorlar, işkenceye maruz kalan kişi de ‘Evet’ cevabını veriyordu. Önlerinden zenci bir köle geçtiğinde ‘Allah’ın yerine bunu ilah olarak kabul ediyor musun?’ diye soruyorlar, o da canını kurtarabilmek gayesi ile ‘Evet’ cevabını veriyordu” dedi.
Ammar bin Yasir hakkında rivayet edilenlere göre; müşrikler ona işkence edip, Muhammed’i inkâr edip Lat ve Uzza’ya inandığını söylemezse kendisini serbest bırakmayacaklarını söylüyorlardı. O da zorunlu olarak, istemeyerek söylediklerini yaptı. Sonra ağlayarak Rasulullah’ın yanına gitti, başından geçenleri anlattı ve şu ayet indirildi. “Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olanın dışında, inandıktan sonra Allah’ı inkâr eden, gönlünü kâfirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır, büyük azap da onlar içindir.”1 Bu olayda Rasulullah kendisine “Kalbini nasıl buluyorsun?” diye sormuş, Ammar da “İmanla dolu olarak ey Allah’ın Rasulü” diye cevap verince, Rasulullah; “Eğer (bir daha) canına kastederlerse (yine) dön” buyurmuştur.
O zaman İslami Hareket içerisinde kişilik seviyelerinin birbirinden farklı olması mümkündür. Bu seviyeler, ‘azimet’ diye tabir olunan, ölene kadar işkencelere sabrederek hak üzere sabit kalmak seviyesi ile ‘ruhsat’ diye tabir olunan, zorunlu durumlar karşısında kâfir gibi görünmek seviyesi arasında değişebilir. Bu iki tutum da caizdir. Fakat Allah yolunda şehit olmaya kadar varsa bile eziyetlere tahammül ve belalara sabretmek, Allah katında daha sevap ve daha efdaldir. Toplum içerisinde öncü niteliği olan, lider mesabesinde bulunan davetçinin ‘azimet’ yolunu seçmesi gerekir. Çünkü böyle bir kişinin baskılar altında dönmesi veya kâfir gibi görünmesi insanların bu dine ve akideye karşı olan güvenlerini sarsar. Zayıf şahsiyetli bazı kimselerin korkarak dinden dönmelerine sebebiyet verir. Kişilerin inanmış oldukları akidelerine bağlı kalmaları kadar, insanlar üzerinde büyük bir etki yapan başka hiçbir şey yoktur. Bununla beraber şiddetli işkencelerin baskısı altında dönmüş gibi gözükenleri de kınamıyoruz. Şer’i delillere dayanarak bu kişilere de hak veriyoruz.*
Münir Muhammed Gadban’ın ‘Nebevi Hareket Metodu’ kitabından alıntıdır.
1. Nahl, 106