Görevliyiz; vazifeyi Allah’tan almışız ve bu vazife büyük bir emanet…
Rabbimiz Teâlâ buyurur: “Biz emaneti göklere, yeryüzüne ve dağlara teklif ettik, onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular; onu insan yüklendi…”1
Ayette, yüklendiğimiz emanetin büyüklüğü, fevkalade ifadelerle, adeta insanın içini titretircesine anlatılıyor. Ve kaygılı her insana: Nasıl taşıyacağım? Ne yapacağım? Hadi altında ezilirsem gibi onlarca soru sorduruyor. Ancak Rabbimiz başka ayetlerde bu emanetleri taşıyacak gücümüzün olduğunu ve buna ehil olduğumuzu da bildiriyor. “Allah, kimseye gücünün üstünde yük yüklemez…”2 buyuruluyor. Bu ayetten anlıyoruz ki, insanoğluna yüklenen vazife esasında onun altında ezileceği, onu devirecek/belini kıracak bir vazife değil. Yine başka bir ayette: “Emaneti ehline verin”3 buyuruluyor. Bu ayetle aslında bir taraftan insana nasihat eden Rabbimiz, bir taraftan da kendi ahlakını bize bildirmiş oluyor. Yani insana dünyanın küçük işlerini/emanetlerini bile ‘ehil olana verin’ buyuran, devasa emaneti ehil olana vermez mi?
O halde Rabbimiz’in bize yüklediği davayı taşımaya, temsil etmeye ve onun uğrunda mücadele etmeye ehil bir durumdayız. Ancak bugün baktığımızda insanlık emanetten bihaberdir; emaneti yüklendim diyenlerin hali de ortadadır. Emanetten bihaber olanları anlatmaya gerek yok… Biz bu yazımızda emanete sahip çıktığını iddia edenlere bakalım.
Bugün İslam dininin temsilcileri olan Müslümanlar’a baktığımızda, gerek dünyevi gerekse de İslam’a hizmetle ilgili işlerinde, titizliğin olmadığını görüyoruz. Hatta şunu diyebiliriz ki, belki de işini en kötü yapanlar Müslümanlar. Hâl böyle olunca, işlerinde en başarısız olanlar da Müslümanlar oluyor. Bunun sebebi ne? Bunun en büyük sebebi Müslümanlar’ın Kur’an’ın bu konudaki ilmine/öğretilerine/direktiflerine göre hareket etmemesi. Kur’an bir işte başarılı olmanın yolu olarak ilmi çalışmayı göstermiştir. İlim, Kur’an’ın en çok önem verdiği konulardan birisidir; bu sebeple 900’ü aşkın yerde ‘ilim’ kelimesi geçer. Sadece bu rakamsal bilgi bile bu kitabın, mensuplarına verdiği büyük bir mesajdır…
Herhangi bir işin ilme uygun yapılıp yapılmaması, sonucu belirleyecek en önemli etken sebeplerdendir. Aslında bu gerçeği vahiy değil akıl da insana söylemektedir. Bunun farkında olan Batı medeniyeti, gerek teknoloji konusunda gerekse de dünyaya egemen güç olma konusunda başarıyı bu yolla elde etmiştir.
Rabbimiz, tıpkı fizik alemindeki kanunlar gibi metafizik alemine de kanunlar koymuştur. Herhangi bir işte başarıya ulaşmanın sünnetullahı vardır ve Allah’ın sünnetullahında değişiklik olmaz. Bu sünnetullahın temel esaslarından biri ilmi çalışmadır. Başarının ilminde/formülünde işi kitabına uygun, planlayarak, sürekli ve disiplinli bir gayret içerisinde yapmak gibi esaslar vardır. Bu formülden şunu anlıyoruz ki; bir işi güzel yapabilmek ve başarılı olabilmek için 2 temel durum gerekiyor: İlim ve düşünce.
Said Havva ‘Allah’a İnanmak’ kitabında bu durumu şöyle anlatır: ‘Kur’an üzerinde düşünmeye başlayan kişi, İslam’ın Müslümanlar’a düşünmeyi farz kılmış olduğunu anlar. İlim öğrenmek de yine her Müslüman’a farzdır. Düşünce ve ilim, Müslüman’ın şahsiyetinin iki parçasıdır. Oysa ilim ve düşünce kafirin ya kendisiyle savunduğu bir zevki ya geçimini temin aracı ya da bazılarında bir hevestir.’ Üstadın bu açıklamasında, Müslümanlar için, olması gereken durum anlatılmaktadır. Oysa Müslümanlar işlerini, düşünmeyi ıskalayarak yapmaktadırlar. Kendilerini düşünmeye sevk eden Kur’an’ın kelamından ya habersizdirler ya da miskinliklerinden veya tembelliklerinden dolayı ilim öğrenmeyi ve düşünmeyi kulak ardı etmektedirler. Evet, düşünmek farzdır, hem de en mühim farzlardan biridir ancak çok da zordur. Bir düşünürün dediği gibi en zor işçilik fikir işçiliğidir. İşte bu zora gelmeyenler hayatta hiçbir konuda başarılı olamamaktadırlar.
“Hiç düşünmez misiniz?”4 buyurarak Müslümanlar’ı soruyla karışık adeta azarlarcasına düşünmeye sevk eden Kur’an’a mukabil düşünmeden/kara düzen hareket eden İslam alemi son 300 yıldır düşünenlerin elinde oyuncak olmakta, sömürülmekte, üzerlerinde plan üstüne plan uygulanmaktadır.
Bu acı durumun sebebini ve sonucunu bir başka ayette şöyle anlıyoruz: “… Kendinizi tehlikeye atmayın kendi ellerinizle. Yaptığınız işi güzel yapın. Muhakkak ki Allah işini güzel yapanları sever.”5 Ayet, eline aldığı işi güzel yapmayanın kendi elleriyle kendini tehlikeye attığını anlatırken işi/emeği heder etmenin kişinin kendini/ömrünü heder etmek olduğunu da anlatmış oluyor. Esasında işini böyle yapanlar arttığında, heder olan bir nesil, daha da ötesi bir ümmet oluyor. Bu ümmet, işini güzel yapmayanların sayısı arttığı için yenilmeye ve bâtıl da olsa işini güzel yapanlara mahkûm olmaya başlamıştır. Burada suçlu düşman değil kendi ellerimizle yaptığımız meymenetsizliklerdir.
Bu çağın Müslümanları Kur’an’ın bu konudaki direktiflerine dikkat etmedikleri gibi yol göstericileri olan Hz. Peygamber’e ve O’nun öğretilerine de dikkat etmemektedirler.
Hayatı boyunca yaptığı her işi en güzel şekilde yapan, Kur’an’ın ‘örnek insan’ diyerek övdüğü, pratik olarak ortaya koyduğu ve bize miras bıraktığı mükemmel medeniyetin önderi Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur: “Allah sizden birinizin bir iş yaptığında itkân ile (sağlam ve kaliteli) yapmanızı sever.”6 Efendimiz’in hayatına, dünyayı nasıl değiştirdiğine baktığımızda yaptığı her işi itkân ile yaptığını görüyoruz. Yani bizlere her konuda örnek olduğu gibi başarısıyla da örnek olan Efendimiz’in başarısının sırlarından biri: itkân. Böyle kısa bir yazıda Efendimiz’in işlerindeki itkânı anlatmamız mümkün değil. Ancak, kısaca değinecek olursak:
PLAN VE DİSİPLİN
O yaptığı her işi disiplinle ve planla yapardı. Gerek davet hayatına gerek hicret ve cihad hayatına baktığımızda, hep bir işinde planlamanın olduğunu ve düzensizliğe/plansızlığa zerre kadar yer olmadığını görüyoruz. Burada sadece hicretini anlatsak dahi, ne derece hassas bir planlamayla hareket ettiği görülecektir. Müslümanlar defalarca okudukları, anlattıkları hicret hadisesinde, işin zorluğunu, duygusal tarafını anlatırlar ancak plan tarafına hiç dikkat etmezler. Dikkat etseler, hiçbir şeyin şansa bırakılmadığını, ‘kervan yolda düzülür’ mantığına yer olmadığını, her tedbir alındıktan sonra takdirin Allah’a bırakıldığını görecekler ve düşünme özürlü olmayacaklardı.
SÜREKLİ AZİM, ÇALIŞKANLIK, FEDAKÂRLIK
Efendimiz’in işlerinde itkânı sağlayan bir başka yol, azmindeki sürekliliktir. Buna disiplinli çalışma da diyebiliriz. Jules Payot İrade Terbiyesi kitabında şöyle der: “Araplar büyük bir imparatorluk kurdular ama korumayı başaramadılar… Eksik olan, aylarca yıllarca az ama düzenli çalışmadır. Gerçek ve verimli çalışma, enerjisi az ama düzenli olan eforla mümkündür. Böyle değilse muhtemelen tembel işidir.” Oysa Payot’un suçladığı Araplar’ın ve dahi şu an yenilmiş durumdaki tüm İslam aleminin Peygamberi Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Payot’tan çok daha öz ifadelerle, bu konuda ümmetine nasihat etmişti: “Allah katında amellerin en makbul olanı, az ama devamlı olanıdır.”7 Müslümanlar Peygamberlerini her konuda, hakiki anlamda rehber edinselerdi bugün bu yenilmişlik içinde olmayacaklardı.
İŞİNİ GÖNÜLDEN (İHLASLA) YAPMAK
Bir insan bir işi gönülden yapmadıkça başarılı olması mümkün değildir. Gönülden yapmak karşılık beklemeden yapmaktır ki; bizim işlerimizde bu, dünyevi-uhrevi herhangi bir karşılık beklememek demektir. Buna Bediüzzaman “teveccühü nâs” der; yani insanların teveccühü, övgüsü. Hiçbir zaman insanların övgüsüne tamah etmemek… Kur’an-ı Kerim bu konuyla alakalı tüm peygamberlerin muhataplarıyla konuşurken, “Ben sizden de bir ücret talep etmiyorum”8 dediklerinden bahseder. Beklentisiz bir ömür sürmek Efendimiz’in bariz özelliklerindendir. Uykusuz geçen yıllarına, her türlü zorlukla, açlıkla, susuzlukla ve fakirlikle geçen hayatına, tarih şahittir. Bir insan bir işe beklentisiz, canı yürekten koyulduğunda o işe kendini tam anlamıyla verir. Bunun adı ihlastır. İşini itkân ile yapan ihlaslıdır.
Evet, ‘gönlüm sizinle’ deyip bedenen başka alemlerde olanlar vardır. Ancak şu bir gerçektir ki kişinin bedeni gönlünün olduğu yerdedir. Diğer söz sadece yalandan ibarettir…
EHLİYET VE LİYAKAT
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendi işini itkân ile yaptığı gibi, bir işi emanet ederken de o işi itkân ile yapacak olana emanet ediyordu. Bu konuda asr-ı saadetten örnekler boldur. Örneğin vefatından kısa bir süre önce genç sahabi Usame’yi orduya komutan tayin edince ashabın içinden bazıları: “Ebu Bekirlerin, Ömerlerin olduğu bir toplulukta, Rasulullah nasıl bu kadar genç ve babası azatlı köle olan birisini komutan tayin eder?” diye söylenmişti. Efendimiz bunu duyduğunda hasta haliyle mescide gitmiş ve: “Siz onun babasını komutan tayin ettiğimde de söylenmiştiniz; Usame buna layıktır”9 demişti. O, hiçbir konuda akrabalarına iltimas geçmemiş, daim ehliyete göre davranmıştır. Bugün devlet yöneticileri sadece bu kuralda bile Kur’an’a, sünnete göre hareket etseler, memleketin beli bir nebze doğrulur. Maalesef bu ayete ve Rasulullah’ın net ve tavizsiz uygulamalarına rağmen, Ortadoğu ülkeleri dediğimiz ve ekseriyetinin Müslümanlardan müteşekkil olan ülkelerde, akraba kayırmacılığı, ehliyetsiz ve liyakatsiz insanlara emanetleri yükleme, şaşmaz bir uygulamaya dönüşmüştür. Hatta aksi olduğunda insanlar şaşırmaktadır.
Türkiye’de de iktidar gücü, İslamcı kisvesindeki ehliyetsiz ve liyakatsizlerin elinde ziyan edilmekte; makamlar, ehil olanlara değil otoritenin ehlinden olanlara peşkeş çekilmekte; bu şekilde insanlar dinden imandan soğumakta ve sonuçta liyakate dikkat eden Batı’ya hayranlık duymaktadırlar. Kimse bu durumu kınamanın edebiyatını yapmasın! İnsanları hamaset edebiyatıyla, dinde tutmanın Batı’dan uzaklaştırmanın mümkünatı kalmamıştır; aksini düşünen tiyatro çevirmeye devam etsin. Bu ülkenin ucuz beceriksiz tiyatroculara değil; işini itkân ile yapan, samimi, dürüst, ehliyet ve liyakat sahibi insanlara ihtiyacı vardır.
- Ahzab, 72
- Bakara, 286
- Nisa, 58
- Saffat, 155
- Bakara, 195
- Beyhaki
- Buhari, Müslim
- Şuara, 109, 145; Şura, 23
- Müslim