Tarih

Batı’nın Kanlı ve Karanlık Tarihi -2

Paylaş:

Haçlı Seferleri: Dinî Söylem Perdesi Altında Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Saldırı

Batı medeniyetinin kanlı geçmişini anlamak için Roma’nın işgalci zihniyetinden sonra en kritik dönemeçlerden biri, hiç şüphesiz Haçlı Seferleri’dir. Orta Çağ Avrupası’nda papanın, kralların ve feodal beylerin öncülüğünde başlatılan bu seferler, görünürde “Kutsal Toprakları kurtarma” ve “Hristiyanlığın onurunu koruma” iddiasıyla yürütülmüş; fakat gerçekte İslam dünyasının gelişen gücünü kırmak, Doğu’nun zenginliklerini yağmalamak, Avrupa’daki sosyal huzursuzlukları yatıştırmak ve Batı’yı yeni ekonomik kaynaklarla beslemek amacıyla ortaya çıkmıştır.

Papa II. Urban’ın 1095 yılında Clermont Konsili’nde yaptığı çağrı, tarihte yalnızca dinî bir davet değil Batı’nın iktisadi açmazlarının, siyasi bunalımlarının ve kültürel dar görüşlülüğünün bir yansımasıydı. Oysa Kudüs, Hz. Ömer döneminden itibaren Müslümanların idaresi altında barış, adalet ve hoşgörünün merkezi olmuştu. Müslümanlar, Yahudi ve Hristiyanlara ibadet özgürlüğü tanımış, onları zorla İslam’a girdirmemişti. Buna rağmen Batı, dinî hassasiyetleri bir kılıf olarak kullanarak kanlı bir istilaya girişti.

1099 yılında Kudüs’ü ele geçiren Haçlı orduları, tarihe kara bir leke olarak geçen büyük bir katliam gerçekleştirdi. Şehir düştüğünde Müslüman, Yahudi ve hatta Doğu Hristiyanları bile ayrım gözetilmeksizin kılıçtan geçirildi. Batılı tarihçilerin bizzat itiraflarına göre 70 binden fazla insan öldürüldü. İbnü’l-Esîr gibi Müslüman tarihçiler, sokakların günlerce kan gölüne döndüğünü, insanların Mescid-i Aksa’da katledildiğini kaydeder.

Haçlı Ordularının Gerçek Yüzü: Yağma, Tecavüz, Köleleştirme ve Yıkım

Haçlı Seferleri askeri bir işgal hareketinin ötesinde aynı zamanda toplumsal dokuları parçalayan, kültürel yapıları yıkan bir yıkım süreciydi. Anadolu’dan geçerken Bizans köylerini dahi yağmalayan Haçlılar, kadınlara tecavüz ettiler, çocukları köleleştirdiler. Bizans kronikleri, müttefik olarak kabul edilen Haçlıların dahi “barbar, açgözlü ve kontrolsüz” olarak tasvir edildiğini kaydeder.

Haçlı ordularının geride bıraktığı iz yalnızca kan değil, kültürel yıkım ve manevi çöküştü. İslam coğrafyasının kütüphaneleri yakıldı, şehirlerin hafızası silindi, sanat eserleri yağmalandı. “Din adına savaş” söylemi altında yürütülen bu hareketler, aslında Batı’nın dünyevi ihtiraslarının ve ahlaki çöküşünün bir göstergesiydi.

Haçlı Seferleri tarihsel olarak sadece askeri bir girişim değil; toplumları kökünden sarsan, sosyal yapıları bozan ve medeniyet hafızasını tahrip eden topyekûn bir saldırı hareketi olmuştur. Seferlerin başlangıcından itibaren Haçlı orduları, geçtikleri güzergâhlarda yalnızca Müslüman halklara değil, müttefik olarak gördükleri Hristiyan topluluklara dahi ağır zararlar vermiştir. Bu durum, Batı’nın “kutsal amaç” kisvesi altında aslında kontrolsüz bir hırs, ganimet ve çıkar odaklı hareket ettiğinin en açık delilidir.

1. Yağma ve Talan Düzeni

Haçlı orduları Anadolu ve Şam bölgesinden geçerken köyleri, kasabaları, hatta büyük şehirleri sistematik biçimde yağmalamışlardır. Bizans kroniklerinde, Batı’dan gelen askerlerin müttefik oldukları Bizans köylerini bile ateşe verdiği, hububat ambarlarını talan ettiği, sivil halkın mallarını zorla aldığı anlatılmaktadır. Kudüs öncesi Antakya kuşatmasında, şehrin ele geçirilmesinin ardından Müslüman halkın evleri talan edilmiş, altın ve gümüş eşya Avrupa’ya taşınmıştır. Yani Haçlılar için seferler, dinî bir görevden ziyade devasa bir yağma hareketine dönüşmüştür.

2. Kadınlara Yönelik Tecavüz ve Onur Kıyımı

Haçlı Seferleri’nin en karanlık boyutlarından biri, işgal edilen bölgelerde kadınlara yönelik sistematik cinsel saldırılardır. Batılı kaynaklarda dahi Haçlı askerlerinin Anadolu’da ve Kudüs kuşatmasında kadınlara tecavüz ettikleri, on binlerce kadının bu zulme maruz kaldığı yer almaktadır. Bu durum yalnızca bireysel suçlardan ibaret olmayıp, savaşın bir aracı olarak uygulanmış, toplumların moral gücü kırılmaya çalışılmıştır. Böylelikle Batı, kutsal değerler adına yürüttüğünü iddia ettiği savaşta en temel insani değeri, kadınların onurunu ayaklar altına almıştır.

3. Çocukların Köleleştirilmesi ve İnsan Ticareti

Haçlı ordularının işgal ettiği bölgelerde en büyük mağduriyetlerden birini çocuklar yaşamıştır. Savaş esirleri ve köylerden toplanan çocuklar köleleştirilmiş, Avrupa’daki pazar yerlerinde satılmıştır. Tarihçiler, sadece birinci ve ikinci Haçlı Seferleri sırasında on binlerce çocuğun köle olarak Batı’ya götürüldüğünü kaydeder. Bu çocukların çoğu ağır işlerde, madenlerde veya hizmetçilikte kullanılmış; bir kısmı ise Avrupa’nın farklı bölgelerinde dinî eğitim adı altında asimilasyona maruz bırakılmıştır.

4. Kültürel Hafızanın Sistematik Tahribi

Haçlı ordularının saldırıları yalnızca insan kayıplarıyla sınırlı kalmamış, İslam medeniyetinin ilim ve kültür birikimini de hedef almıştır. Şam, Antakya ve Kudüs’te bulunan kütüphaneler yakılmış; yüzlerce yıllık yazma eserler yok edilmiştir. Birçok tarihçi, Batı’nın Rönesans döneminde ulaştığı bilimsel birikimin kaynağının büyük ölçüde bu seferler sırasında yağmalanan kitaplar ve ilmi eserler olduğunu belirtmektedir. Ancak bu bilgi transferi, sistemli bir kültürel yıkımın ve medeniyet hafızasının silinmesi pahasına gerçekleşmiştir.

5. Sosyal ve İktisadi Çöküntü

Haçlı ordularının geçtiği bölgelerde tarım alanları yakılmış, su kuyuları kirletilmiş, şehir ekonomileri çökmüştür. Halk göç etmek zorunda kalmış, Anadolu ve Suriye hattında uzun süre toparlanamayan sosyal yıkımlar meydana gelmiştir. Bu durum, Batı’nın seferler aracılığıyla yalnızca askeri bir hedef peşinde koşmadığını, İslam toplumlarının ekonomik damarlarını keserek onları zayıflatmayı amaçladığını göstermektedir.

Batı’nın vahşeti karşısında İslam dünyasının ortaya koyduğu tavır ise gerçek medeniyetin ölçüsünü ortaya koymaktadır. Kudüs’ü 1187’de yeniden fetheden Selahaddin Eyyubi, Haçlıların yaptığının aksine intikam peşine düşmedi. Katliam yapmadı, şehir halkına can güvenliği sağladı ve ibadet özgürlüğünü yeniden tesis etti.

Selahaddin’in tavrı, İslam medeniyetinin adalet ve merhamet eksenli karakterini, Batı’nın ise çıkar ve kan üzerine kurulu yapısını en net biçimde gözler önüne sermiştir. Bu fark, İslam ile Batı arasındaki medeniyet anlayışının özünde yatan derin farklılığı da ortaya koymaktadır: İslam medeniyetinin barışa ve adalete dayalı evrensel vizyonu ile Batı’nın çıkar ve tahakküm odaklı tarihsel zihniyeti.

Haçlı Seferleri yalnızca tarihsel bir dönem olarak görülmemelidir. O zihniyet, farklı kılıklar altında günümüze kadar taşınmıştır. Bugün İslam coğrafyasında yürütülen işgaller, kültürel asimilasyon politikaları, medya manipülasyonları ve ekonomik sömürü, aslında modern Haçlı Seferleri’nin devamıdır.

Kudüs’te sergilenen barbarlık, bugün Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de ve diğer Müslüman beldelerde “demokrasi” veya “özgürlük” kılıfı altında yeniden sahnelenmektedir. Haçlı zihniyeti, yalnızca kılıçla değil; kalemle, medya ile, ekonomik araçlarla ve teknolojik imkânlarla sürdürülmektedir.

Batı’nın Sahte Medeniyeti

Batı’nın “medeniyet” diye sunduğu şey, tarihte olduğu gibi bugün de kanla, gözyaşıyla ve zulümle yoğrulmuştur. Haçlı Seferleri, Batı’nın insanlık onuruna verdiği değerin ne kadar düşük olduğunu; dinî kutsiyet iddiası altında dahi nasıl vahşileşebildiğini göstermektedir. Buna karşılık İslam’ın ortaya koyduğu adalet, merhamet ve özgürlük ilkeleri, hakiki medeniyetin imanla, ahlaki değerlerle ve ilahi ölçülerle mümkün olduğunu ispat etmektedir.

Furkan Nesli Dergisi olarak başlattığımız “Batı’nın Kanlı ve Karanlık Tarihi” serisinin bu bölümünde Haçlı Seferleri’ni ele aldık. Serimizin bir sonraki bölümünde, Batı’nın en karanlık ve insanlık dışı sayfalarından biri olan Atlantik Köle Ticaretini mercek altına alacak ve Batı’nın “medeniyet” maskesi altında insan onurunu nasıl alçaltıp pazarlık konusu haline getirdiğini inceleyeceğiz.