Denemeler

Benim Adım Teslimiyet

Paylaş:

Bir itaat abidesi olan İbrahim peygamberin, evlada hasretle geçen uzun yılların ardından doğan ilk oğluyum. Benim adım İsmail, en sevilen ama en çok feda edilen…

Babam İbrahim Aleyhisselam, doğumundan ölümüne kadar hep teslimiyet imtihanından geçmiş ve tüm imtihanlarını Rabbine teslim olarak başarıyla bitirmiştir. Böylece kendisinden sonra gelecek olan tüm nesillere teslimiyeti miras bırakmıştır.

Ben teslim olan bir babanın oğluyum. Hani "İnsan hangi ailede doğarsa kaderi öyleymiş" denilir ya, benim de kaderim imtihan meydanında en sevilen olarak en sevilene gerektiğinde kurban edilmekmiş, en sevilen olarak en sevilmesi gereken için çölde bir başına terk edilmekmiş. En çok vuslatı beklenen olarak, en çok vuslata erilmesi gereken için hasret çekmekmiş.

Ben İsmail, bebektim; daha yürümeye bile başlamamıştım. Babam beni yaşlı bir ihtiyar olana kadar hasretle beklemişken verilmiştim ona ve beni çok sevmişti. Annem Hacer, elleri öpülesi kara köle ama nefsine köle olmayan Hacer anam ile beraber babam İbrahim tarafından çölde bir başımıza bırakıldık.

Babam için çok ağır bir imtihandı. Dostlarla imtihan ağırdır, dosttan gelen imtihan ağırdır. Babamın dostu olan Allah dilemişti ayrılmamızı. En sevilmesi gereken için en sevilen olarak bir başıma terk edilmiştim anam Hacer ile. Takvayla kuşanmış, teslimiyetle benliklerini örmüş bir anne ve babanın evladı elbette teslim olacaktı yazılan kadere.

Bebektim, anamın sütü kurudu susuzluktan, susadım, çırpındım ama çöldü burası. Ben çırpındıkça anam çırpındı, ben ağladıkça o ağladı. Ben ayaklarımı vurdukça onun kalbi vurdu benliğinden ruhuna kadar. Safa ve Merve denilen iki tepede koştu, her tepeye varışında suya baktı, çöldü burası, suyu kurutan çöl. Ben çırpındıkça melekler yalvardı, anam yalvardı Rabbime. Minicik ayaklarımın altından adeta benim çırpınışlarımı bekleyen bir su kaynağı verildi. İlk önce ılık ılık aktı, aktıkça kuruyan minik ayaklarım ıslandı. Bebektim ama su sevinç verir tüm yüreklere. Anam döndüğünde öyle sevinçli öyle şaşkındı ki suya “Zem zem” yani “Dur dur” diyecek kadar heyecanlanmıştı. Torunum son peygamber Muhammed Aleyhisselam demiş ya “İsmail’in anası Hacer’e Allah rahmet etsin. Eğer zemzemi kendi haline bıraksaydı da avuçlamasaydı, akıp giden bir ırmak olurdu.”

Allah buradan bizi zaferle çıkardıktan sonra 10-12 yaşlarına gelince daha büyük bir imtihan başlayacaktı ben ve babam için. Babam yılların hasretinden sonra bizi alıp götürmeye geldi ve onunla artık çok fazla zaman geçiriyorduk. Babam İbrahim, teslimiyetin önderi ve örneğiydi. Babam beni kalp atışı kadar yakın görüp sevip oynuyordu. Ben özlemle beklenen yürek hasretiydim. Hasret ateşini söndüren zemzem suyuydum babamın. Babam beni görünce tüm dertlerinden ve kederlerinden kurtuluyordu âdeta. Dünyaya hiç onun kadar evladına sevgi duyan bir baba gelmemiştir. Vakit yine imtihan ve teslimiyet vaktiydi. Babam önceleri birkaç defa rüyasında garip şeyler görmüştü. Beni, yani en sevdiği evladını, İsmail'ini kestiğini görmüştü. Bu bir emirdi. Beni kurban edecekti. Çünkü O'nun gördüğü rüya vahiyden başka bir şey değildi.

Onunla sürekli koyunları otlatmaya ve dağlardan odun getirmeye giderdik. Yine o günlerden bir gün diye düşünecekken, babam odun için ip ve baltanın dışında bir de benden yanıma bıçak almamı istedi. Anneme de “İsmail’i bir yere götüreceğim elbisesini tertemiz giydir ve kokular sür” dedi. Annem anladı ben anlamadım. Annem ağladı ama ben anlamadım.

Yola çıktık, belki de tarihin en acı ve en yürek yakıcı baba-evlat konuşması olacaktı aramızda. Ömür boyu evlat hasretiyle yaşayan ve kavuştuktan sonra o evladını bir defasında çölde kızgın kumlara terk edip tekrar ona kavuştuktan sonra yeniden evladından ayrılacak olan bir babanın evladıyla son konuşmasıydı bu. Tarih sayfaları bu büyük veda konuşmasını yazmaya güç yetiremezdi.

Tüm hücrelerine kadar teslimiyet timsali bir peygamber baba, oğlundan bir şey isteyecek de ben kabul etmeyecek miyim? Babam daha doğumumla beraber bana Rabbimize teslimiyeti sadece anlatarak değil yaşayarak öğretmişti. Arşı titreten, melekleri ağlatan o baba-oğul konuşması başladı.

“Yavrucuğum,  rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Buna ne dersin?” Yüreği yıllarca evlat hasreti çeken bir babanın bundan daha ağır bir imtihanı olabilir mi? Ben de ona dedim ki: “Ey babacığım, emrolunduğun şeyi yap. Sen beni, inşallah sabredenlerden bulacaksın.”1

Bu bir evlat ve babası arasında yapılabilecek en zor konuşmadır. Boğazlar düğümleniyor ama bizi izleyen melekler ve Rabbimiz karşısında verilebilecek en güzel cevabı vermeye çalışıyorduk.

Vakit Allah’a kurban olma vaktidir. Babam önce benim sağ yanımın üzerine yatmamı istedi. Evden epey uzaklaşmıştık. Annem acı haberi bekliyordu. Babam bıçağı eline aldı ve boynuma dayadı; ancak baba yüreği işte... Keserken yüzümü görür de bu emri yerine getiremez diye endişe ettiğinden beni yüz üstü yatırdı. Tam eline bıçağı aldı ve beni kesecekken bir nida duyuldu: "Ey İbrahim! Rüyanı doğruladın!"

Allah babamdan beni kesmesini değil, içindeki İsmail sevgisini kesmesini istemişti. İlk bıçak boynuma değdiğinde imtihan zafere ulaşmıştı. Teslimiyetin zaferiydi bu. Babam: “La ilahe illallahu vallahu ekber” diyerek teslimiyetin sevincini ve Rabbimizin kudretini dile getirdikten sonra ben de: “Allahu ekber velillehil hamd” diyerek bu ağır imtihandan teslimiyetle ayrılmanın hamdını dile getirdim.

Zafer Allah’a her meselede teslim olanlarındır. Allah sizden bir şey istiyorsa bilin ki hep daha fazlasını vereceği içindir. Siz Rabbimize, kendisinin verdiğinden daha fazlasını veremezsiniz. Kurban, teslim olanların zafer madalyasıdır. Ne mutlu teslimiyetle Rabbine yaklaşan ve kurban olanlara…

  1. Saffat, 102