Alıntı

Cinnet Mustatili

Paylaş:

İNANCI VE YAZILARI UĞRUNDA YILLARCA HAPİS YATTI

Ülkemizin önemli fikir adamlarından olan Üstad Necip Fazıl Kısakürek, davası uğrunda her türlü çileyi göze alarak defalarca hapse atıldı. Türlü eziyetlere maruz kalan Üstad’ın çileli hapis hayatı, onu mücadelesinden asla vazgeçiremedi. 21-22 Aralık 1943 tarihlerinde, yazdığı siyasi bir yazı sebebiyle bir gün hapiste kalan Üstad’ın, 1947, 1950, 1951, 1953, 1957, 1959 yıllarında da hapis hayatı devam etti. 2 Mart 1960 tarihinde 18 aylık hapis cezası verildi. 1960 darbesinden sonra ise, 6 Haziran’da gece yarısı evinden alınarak 15 Ekim 1960 tarihine kadar hakaret ve kötü muamele altında gerekçesiz olarak tutuldu ve genel affa rağmen bir buçuk yıl içeride kaldı. Hakkında istenen hapis cezası 100 yılı geçmişti…

 

LAFIMIN DOSTUSUNUZ, ÇiLEMİN YABANCISI… YOK MUDUR SİZİN KÖYDE, ÇEKEN FİKİR SANCISI?

Mücadelesinde ve “Büyük Doğu” idealinde yalnız kalan Üstad, mücadelesini 1943 yılından 1983’e kadar sürdürdü. Büyük Doğu Dergisinde, “Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez” manşetiyle dönemin iktidarının tepkisini üzerine çekti. 79 yaşında, son padişah Vahdettin’i savunduğu için mahkûm olarak vefat etti. Ölmese, cezaevine girecekti.

CİNNET MUSTATİLİ

Üstad Necip Fazıl’ın “Yılanlı Kuyu” olarak tanımladığı bu eseri, 1950’lerin başında girdiği hapishanede, dört duvar arasında yaşadığı çile dolu günlerini anlattığı zindan hâtıralarıdır. 1955 yılında “Yılanlı Kuyudan” ismiyle neşredilen kitap, daha sonra bu isim alt başlığa alınarak, Cinnet Mustatili olmuştur. Aylarca bir metrekarelik tek kişilik hücrede tutulan Üstad, eşi ve çocukları ile görüştürülmedi. Bin türlü manevi işkence altında çıldırması için ne lazımsa yaptılar. Bu çileli zaman diliminde sadece Allah’a sığındı. Günlerce, haftalarca uykusuzluk çekti. Bütün bunlara karşılık dilinde yalnızca Allah lafzı vardı. Cinnet Mustatili, “Delirme Dikdörtgeni” gibi bir manaya gelse de Üstadın eserdeki ifadesiyle, “Cinnet mustatili, hamamla kantin arasındaki sed yolun, bahçesini meydana, gülünç fıskiyeye ve müdüriyete karşı çizdiği ince uzun şerittir; tam 71 adımdır ve yegâne uzlet berzahıdır.” Aydın alimler fikirlerini korkmadan söylemenin bedeli olarak “Yılanlı Kuyulara” atılsalar da Allah Azze ve Celle mü’min kullarının iman dolu kalplerini çelikleşmiş yüreklere dönüştürmektedir… Necip Fazıl Kısakürek de o çileli hapis hayatını Medrese-i Yusufiye’ye çevirerek kazananlardan olmuştur inşallah… Üstad’ın dilinden cezaevi günleri…

 

KIRK GÜNLÜK HAPİSHANE YEVMİYESİ PAZAR, 28 ARALIK

Her şey bildiğiniz gibi...

Yatağımın başucuna baktım; duvarda bir baş lekesi... Yeni badana üzerinde, başımı duvara dayayıp düşünmekten, nemli bir leke peydahlanmaya başlamış...

Bugün, hayatımda ilk defa verilmiş bir karar üzerindeyim. Bu kararın hasretini çoktan beri çeker dururdum; fakat bir türlü ona ulaşamazdım:

Her sabah kalkınca, ilk işim, sabah namazından sonra, en yakın namaz borçlarımdan bütün bir günü kaza etmek olacak... Ondan sonra da içinde bulunduğum günün namazlarını kendi vakitlerinde eda etmeyi ihmal etmeyeceğim. Hapishane dışındaki hayatımda da bu değişmeyecek... Her sabah, yataktan kalkınca yahut her akşam yatağa girmeden, ayrıca bir günün kazalarını yerine getireceğim. Hulâsa, gün içinde olacak aksaklıklarla ayrıca bir günün kazası aynı günde yerine getirilmeden uykuya yatmayacağım. Eğer Allah bana bundan böyle namaz borcum olan günler kadar ömür verir de bu kararı sıhhatle tatbik edecek olursam, gözlerimi, namazdan yana borçsuz kapayabileceğim. Ne devlet!... İnşallah başarırım.

………………………………………………………………...

Ümmetin sahabîlerden sonra en büyüğü olan İmam-ı Rabbânî hazretleri, Mektubat’ında diyor ki: “Allah nazarında en üstün dereceli insan, iyi olduğu halde kötülüğünden bahsedilendir.” Bir de kötü olduğu halde iyiliğinden bahsedilen insanların derecesini düşünsenize! Devrimiz, işte böyle insanlar ve kahramanlarla dolu... Bense kötüyüm, iyi değilim; fakat size Allah üzerine söylüyorum ki onların, düşmanlarımın belirttiği şekilde kötü değilim. Öyleyse ben nefsimde olmayan fenalıklarla anılıyorum ve öyleyse veliler halkasının en büyük elmasından fışkıran hikmet pırıltısından bir zerre, bir zerrecik de benim üzerimde tecelli ediyor. Ya Rabbi; nezdinde, kendimi, en aşağı müminlik mertebesinin ancak ayak tozlarını silmeye memur bir dereceye bile lâyık görmeyerek böyle bir iddiadan bile kemiklerim ürpererek kaydediyorum: Sadece Senin dininden, hak yolundan, tek olan kapından nefret ettikleri için nefret edilmek, bana muazzam payedir! Bupayeyi bana Sen, hayatım ve bütün insanların hayatı gibi, meccanen yoktan, tek liyakat ve istihkakım olmadan verdin ve benim ağzımla değil, düşmanlarımın lisanîyle izhar ettin. Artık ben nasıl susabilirim? Ezelî ve ebedî olan Kitabında: “Sana verdiğim nimetleri bildir, takdis et...” buyurmuyor musun?

………………………………………………………………...

Bütün iş, ibadet gibi en ince hayâ ve ihlâs mevzuu bir keyfiyet üzerinde verdiğim kararı bildirirken, oradan istemeye istemeye, şu en zonklayıcı yaramıza geçmek ve onu deşmeye çalışmakmış... Küfür, varlık ve ruh hisarımızı baştan başa; taş taş yokladıktan sonra, bizi en zayıf bulduğu noktadan vurmak istiyor. O da kendisini Müslüman sanan ve şuursuz bir Şehadet kelimesi ve kalbin refakat etmediği beş vakit namazın sesi altında uyuyan insanları uyandırmak kabiliyetinde bir adam çıkınca, onu lekelemek, bu oyuna kolayca inandırmak ve asırlar boyunca aldatılmış ve apıştırılmış olan bu kitleyi yine aldatıldığı vehmiyle dağıtmak, teker teker nefs deliğine kaçırmak, başsız ve rehbersiz bırakmak...

Anlıyor musunuz? Allah rızası için bu hikmeti, anlayanlar anlamayanlara, bir kere, bin kere, milyon kere anlatsın! Sizin anlayacağınız, “Bu memlekette din serbesttir!” dedikleri şey, her ferdin, ikinci fertle bir irtibatı olmaksızın, kendisine benimsemekte güya hür olduğu o şuursuz Şehadet Kelimesiyle, kalbin ve idrakin refakat etmediği o beş vakit namazdan ibarettir. Böyle insanların ikisi, yirmi ikisi, yirmi iki bini veya yirmi iki milyonu da iç halini bir yüz karası gibi gezdiren ve gizleyen bir tek fertten, tek fertçikten ibarettir. Hâlâ mı anlamıyorsunuz?

………………………………………………………………...

Kafamı, duvardaki baş lekesinin üzerine koydum; uzun, tatlı, ılık, ruh açıcı gözyaşlarından sonra azmettim: Rabbim! Bana imkân ve iktidar ver! Bu azîm çileyi bana sabırla, tahammülle, tebessümle ikmal ettir! Burada bir sarnıç gibi her ân biraz daha (enerji) ile dolayım... Dibi delik bir küp gibi boşalıp gitmeyeyim... Rabbim, Rabbim, beni burada ruhî bir tamir tezgâhına çekmiş ol, granitleşir ve peşinden salıver! Her zamankinden daha ileri, daha yeni, daha derin, daha gerçek, daha parlak, mücadeleme devam edeyim!...*

 

 

*Aynı adlı eserden alıntı yapılmıştır.