“Her şeyi çok iyi bilen, ilmi ezelî ve ebedî olup bütün kâinatı ve her şeyi kuşatan.”
Varlıklara ayrı ayrı ve muntazam bir şekilde şekil vermek ancak sonsuz bir ilim ile olur. Rabbimiz Teâlâ’nın esmasından biri de El-Alîm’dir. El-Alîm; her şeyi en mükemmel derecede bilen demektir. Ama bu biliş insan bilişine tabii ki benzemez. Çünkü Rabbimiz Teâlâ her şeyi her zaman ve mekânda, olanları bildiği gibi olacak olan her hadiseyi de bilendir. Bu yüzden bazı meseleleri bilmesine rağmen insana el-âlim denilmez. Çünkü insan Allah’ın bildirdiği kadarıyla bilir. Allah’ın bilgisi ise sınırsızdır, imkân ve yeteneğe bağlı değildir. İnsan ise hayata dair olan her şeyi, her ayrıntıyı, her açığı, her gizliyi, sadece her şeyi kuşatıcı olarak bilen Rabbinden öğrenmektedir. Yaratılışından sonra bulunduğu zamana kadar da insan, bildiği her şeyi Rabbinin izniyle öğreniyordu ki Rabbimiz Teâlâ ona öğrenme yolunu öğretmeseydi insan öğrenemezdi. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “ O Rab ki insana kalemle yazmayı öğretti, insana bilmediğini öğretti”1 buyrulmaktadır. O halde insan bugün aldığı bu ilme karşılık Rabbine gereği gibi kulluk yapmalı, kendisine lütuflarda bulunanı görmemezlikten gelmemelidir. Fakat bu gerçek tarih boyunca herkes tarafından bilinmesine rağmen daima göz ardı edilmiş, insanlar Allah’ın dünyasında ilahlık iddiasında bulunmuş ve kâinatın yönetimini kendi tekellerinde bulundurmayı istemişlerdir. Neticede aldıkları ilim onlara hiç olduklarını, en iyi bilen karşısında gayet bilgisiz olduklarını öğretmek yerine, Yaratıcılarına karşı mağrur bir hale getirmiştir. Bu halleriyle yönetimi elinde bulunduranlar insanlara daima huzursuz bir hayat yaşatmış, nesli ifsat etmiş, toplumda can ve mal güvenliğini dejenere etmiştir. Hâlbuki insan şöyle bir düşünecek olsa, en küçük mikroptan en büyük varlığa kadar her şeyi ilmiyle en güzel şekilde yöneten Allah Azze ve Celle insanı mı yönetemeyecek?
Bugün Allah’ın hükümlerini, kanunlarını beğenmeyenler, Kuran’ı bir hikâye kitabı gibi görenler ya da onu çağlar ardına hapsedenler hangi bilgiye dayanarak bu sonuçlara ulaşıyorlar acaba? Eğer bu insan, bilgisini tecrübelere dayanarak elde ediyorsa ve buna göre hüküm veriyorsa; o zaman tecrübenin olmadığı yerde insan neye göre hükmedebilecek ya da bilginlik sadece bir şeyleri öğrenmekse, en bilgin insanın dahi bilmediği ve bir ömür boyu bilemeyeceği, hatta doğru bildiğini zannettiği ama esasında yanlış olan nice meseleleri ona kim öğretebilecek? Öyleyse insan her şeyin en doğrusunu bilen bir Zâtâ teslim olmalıdır. Nitekim televizyonu en iyi bilen onu yapandır, uçağı en iyi bilen yine onu yapandır. İnsanın da neye ihtiyacının olduğunu en iyi bilen kâinatın yaratıcısı olan, ezelî ve ebedî ilme sahip olan El-Alîm olan Allah Azze ve Celle’dir. Kur’an’ı Kerim de bizlere bu soruyu sorar: “Siz mi daha iyi bilirsiniz yoksa Allah’mı?”2 Tabi ki bu sorunun cevabı bellidir. Kim bu sorunun karşısında “ ben” diyebilir. Çünkü insan yaratıcı değildir ki varlıklar hakkında kanun koyabilsin!
“Gaybın anahtarları O’nun katındadır; onları O’ndan başkası bilemez O, karada ve denizde olan her şeyi bilir, O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez.”3 Evet Rabbimiz Teâlâ insana kendisinin ilminden bir parça ihsan ederek onu imtihan etmektedir. Bu mesele ile Allah Azze ve Celle kimlerin kendisine ilimle yaklaşacağını, kimlerin de aldıkları ilimle nefislerine zulmedeceklerini görmek ve göstermek istemiştir. Öyleyse insan İbni Ata’nın dediği gibi: “Kim nefsini bilirse Rabbini bilir” sözüyle evvela kendi nefsini bilmeli sonra Allah’ın kudretini tanımalı, bu ilimle hareket ederek; neye nasıl iman edeceğini ve bunun neticesinde ne ile mükellef olduğunu iyi anlamalıdır. Özellikle de Rabbimiz kendisini Alîm olarak tanıtırken, insan cahillerden olmamalı, ancak hakiki bir ilimle imanı, rüştü ve saadet dolu bir yaşam tarzını elde edeceğini bilmelidir.
- Alâk, 4-5
- Bakara, 140
- En’am, 59