Esmâ’ül Hüsnâ

EL-Musavvir (C.C.)

Paylaş:

“Tasvir eden, her şeye şekil ve suret verendir.”

“Evet, onun parmak uçlarını dahi derleyip düzene koymaya güç yetirenleriz.”1

                 İnsanın başparmağı taklit edilemeyecek bir imzadır. Çünkü o imzanın şeklini, rengini ve eşsizliğini oluşturan Musavvir sıfatına sahip olan Allah Azze ve Celle’dir. Tarih boyunca bir takım insanlar Allah’ın yaratıcılığını tartışmıştır. Dünya nasıl oluşmuş, bu kadar varlık nasıl muazzam bir yapıya sahip olmuştur? Kimisi yaratıcılığı cansız ve kudretsiz varlıklara verirken, kimisi her şeyin bir tesadüf eseri olduğunu iddia etmiştir. Hâlbuki bir kitap kendi kendine yazılmaz, bir nakış bile kendi kendine işlenmez, bir iğne ustasız olmazken, dünyada bu kadar envâi çeşit varlık nasıl kendi kendine hem oluşacak, hem yaratıldığı ilk aşama ile kalmayıp tasvir edilecek ve mükemmel bir şekle bürünecek? Nitekim insanın oluşumu böyle değil midir? O hiç yoktu sonra Allah onu anne rahminde bir atımlık su olarak oluşturdu daha sonra ise ona şekil verdi. Kur’an-ı Kerim bunu bize şöyle ifade eder: “Sonra o su damlasını bir alâk (embriyo) olarak yarattık, ardından o alâkı bir çiğnem et parçası olarak yarattık, daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık, böylece kemiklere de et giydirdik, sonra bir başka yaratılışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne yücedir.”2

Allah Azze ve Celle insanı organlarıyla, ruhuyla hiçbir varlığa benzemeksizin çok hoş ve latif bir surette yaratmıştır. Ama sadece insanı değil, gözle görülen veya görülmeyen, akla gelen veya gelmeyen, bu zamana kadar keşfedilen veya keşfedilemeyen her varlığa Allah mükemmel bir suret giydirmiştir ve ne ilginçtir ki; dünya tarihinin oluşumundan bu yana yaratılan hiçbir varlığın bir benzeri olmamıştır. Bugün dünyada saniyede dört insanın, her gün ise üç yüz elli bin insanın farklı suretlerde yaratılması, yeryüzüne düşen milyarlarca kar tanesinin arasında, birbirine benzeyen iki kar tanesinin dahi şimdiye kadar hiç tespit edilememesi insanı hayretler içinde bıraktıracak mucizevî bir manzaradır. Rabbimiz bu misallerle kendisinin kusursuz kemâlatını hem kendisi görmek hem de kullarına göstermek istiyor ki, kendisine müştak olan kulların hayranlığı artsın, imandan yoksun olanların da “hiç düşünüp öğüt alan yok mu?”3 ayetinin muhatabı olarak kâinata bakıp yaratıcısını bulsun ve geç kalmış kulluğunu bir an önce yerine getirsin.

Rabbimizin yaratıp bırakmaması, varlıkların değişken bir yapıya sahip olması daima bize müdahale ettiğini, başıboş bırakılmadığımızı hatırlatmaktadır. Yani halife olarak yeryüzüne gönderilen insanın hem zahiri, hem de bâtını güzel olmak zorundadır. Nitekim bir firma sorumlusu bile tanıtımcısı olarak görevlendirdiği insanı baştan ayağa giydirerek, onu hem zahiren, hem de ona gerekli nezâket, hitabet vs. gibi meselelerde eğitim vererek bâtınını göreve hazır hale getirir ve artık işin başarı kısmını o şahsa havale eder. Allah Azze ve Celle de kuluna dava gibi ulvi bir vazife verdiği için onu iki şekilde eğitime alır. Dolayısıyla hiçbir kul zahirinin kusursuzluğuna bakarak aldanmamalıdır. Çünkü sureti güzel yaratmak Allah’ın, kalbi güzel hâle getirmek ise kulun elindedir. Allah Azze ve Celle kendisine düşen vazifeyi en güzel şekilde ifa etmiş ve tabiri caizse artık sırayı kullarına devretmiştir. Öyleyse kul yaratılanlara bakacak ve daima Rabbinin sıfat ve güzel isimleriyle O’nu tanımaya (tefekkür) çalışacaktır.

Öyleyse bize düşen; Rabbimizden kendisinin kusursuz güzelliğini görecek bir göz, hayranlık içinde kalarak “Maşallah- Subhanallah!” diyecek bir dil ve bu mükemmelliği zerrelerine kadar hissedecek bir kalp ve tüm bunların neticesinde mutmainliğe ulaşarak İslam’a adanmış bir hayatı istemektir. Rabbim tüm kullarına bu doğrultuda hayat yaşamayı ve yaşatmayı nasip etsin...

1. Kıyamet,4

2. Mü’minun,14

3. Kamer,17