“De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O, kullarının yaptığından haberdardır, yaptıklarını çok iyi görendir.”1
Rabbimiz Teâlâ’nın esmâsından olan Eş-Şehid Arapçada ‘ş-h-d’ kökünden gelir ve tanık olmak, müşahede etmek, şahit (bilinen ve bilinmeyenin) ve hazır olan manasında kullanılır. Yine Rabbimizin esmasından olan El-Hasîb ise; kullarının yaptıklarını muhasebeye tabi tutan, amellerin karşılığını verme hususunda kâfi olan demektir. Aslında bu iki isim manâen birbirine benzemese de ikisini beraber zikretmemizin amacı, sebep sonuç ilişkisindendir. Bu iki isim arasındaki bağlantı, hiçbir şey kendisine gizli olmayıp her zaman ve mekânda heran hazır bulunan ve her şeye şahit olan Rabbimizin bu şahadetinin ardında en büyük gerçek olan Mahkeme-i Kübra’sının bulunmasıdır.
Peki, Rabbimiz neden böyle bir isme sahiptir? Neden Eş-Şehid’dir?.. Hiç düşündük mü?.. Çünkü biz hesap gününün varlığına iman ediyoruz. Hesap varsa şehadet de olmalı. Ve bu dünya da adaletin tecelli ettiği bir yer olamadığına göre başka bir âlem olmak zorundadır. Dolayısıyla Rabbimiz hesap gününü kuracak ve El-Hasîb olduğunu gösterecektir. “Çünkü Allah, herkesi kazandığı ile cezalandıracaktır. Gerçekten Allah, hesabı çabuk görendir.”2 Bunun için de Eş-Şehid ismine ve vasfına sahip olmalıdır.
Nitekim yaratan ile yaratılanın şahitliği birbirinden çok farklıdır. Yaratılan; bir kişiyi bir halde ve o da zahiren görebilir. Yaratan ise; her halde ve zahiriyle, batınıyla görür. Çünkü bazen dıştan hayır gibi görünen bir ibadeti Rabbimiz şer olarak kabul eder ki, bu Rabbimizin o anda yapılan amelin yapılış amacını bilmesindendir. İşte bu yüzden Allah’ın şahitliği en yüce ve en gerçek olandır. Öyle zamanlar olur ki zulme uğrayarak bebeğinin gözler önünde parçalandığını gören bir Filistinli anne, annesinin adice namusunun kirletildiğini gören Iraklı bir çocuk, yıllarca davet etmesine rağmen davasının hala insanlar tarafından anlaşılmamasının sancısıyla kıvranan bir davetçi, Allah’ın dünyasında tek otorite olarak Allah’ı görmek istediği için hakları elinden alınan, ismi kayıtlarda geçmeyen bir Müslüman; elbette ki yaşadıklarına, acısına, hüznüne, anlatmak isteyip anlatamadıklarına tek ve adaletli ve hesap sorma kudretine sahip olan bir ilahı şahit tutmak ister. Hatta öyle geceler yaşanır ki; kul ‘Ya Şehid! Ya Şehid!’ diyerek, yanan bağrına su serper, derdini kaldıracak gücü yeniden bulur kendinde. Ve kimsenin yetemediği zamanda o, “Allah kuluna yetmez mi”3 sorusunun cevabı olarak, ‘nasıl yetmesin ki… Görüyor, biliyor, işitiyor, hesap soruyor…’ der ve bu duyguları iliklerine kadar hisseder. “Onlar: ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!’ dediler”4
Gerek Bürûc suresinde müminlerin yaşadıklarını anlatan ayetlerin sonunda ‘Şahid olarak Allah yeter’ buyurulması gerek Peygamberimizin Veda Hutbesi’nde üç kere “Tebliğ ettim mi” diye sorduğunda sahabelerin: “Evet, biz şahidiz. Sen vazifeni yaptın” sözleri üzerine şehadet parmağını göğe doğru kaldırıp “Şahit ol Ya Rab!” diyerek Allah’ı şahit olarak göstermesi, Allah Azze ve Celle’nin her şeye şahid olması sebebiyle bize verilen ömrün ne büyük bir sermaye olduğunu ve her günün her nefes alıp verdikçe bitip tükenen ömrün hiç oyalanmaya gelmeyeceğini göstermektedir. İnsanın bu gerçekleri anlayabilmesi için bu isim üzerinde tefekkür etmesi ve ölüm gelmeden kendini hesaba çekmesi gerekir… Rabbimiz cümlemizi mahşer gününde bizi mahcup edecek amelleri işlemekten uzak tutsun İnşallah. Ya Rabbi! Eş-Şehid isminle Şahid olduğun zulümlerin, El-Hasib isminle hesabını sorduğun ve cezalandırdığın günleri bir an önce bizlere de göster. Amîn.
- İsrâ, 96
- İbrahim, 51
- Zümer, 39
- Al-i İmran,173