Rabbimizin yardımıyla tarihimizde fetihlerle, cahiliye topraklarına asırlarca şeref, huzur ve barışı götürdük. Kurumuş topraklara can, ölmüş kalplere canan olduk. Yeri geldi Hristiyanlara “Kardinal külahı görmektense Müslüman sarığını görmeyi yeğleriz” dedirttirdik. Yeri geldi çağ açıp, çağ kapattık. O günlere duyduğumuz özlemle bu yazımızda fethe neden ihtiyaç duyduğumuzu, fethin işgalden farkını ve şartlarını yazdık… Fetih bilinci ile yeniden dirilmek, birleşmek, zaferlere yönelmek dileğiyle…
Ümmetimizin düşman tarafından paramparça edildiği, ülkelerimizin yağmalandığı, topraklarımızı, namuslarımızı, çocuklarımızı ve her geçen gün geleceğimizi kaybettiğimiz şu günlerde artık durumumuz ulaşabileceği en kritik noktaya ulaşmıştır. Çünkü artık sınırın son noktasındaki kutsal mabet ve şehirlerimizi kaybetmekle karşı karşıyayız. Durumumuzun kritikliği ve işimizin zorluğuna baktığımızda konuşmamız ve hatta gündemimizden düşmesine asla izin vermememiz gereken konuların başında “Fetih ve Zafer” konusu gelir. Bu konular ümidimizi taze tutan, ümmete can bağışlayacak konulardır…
İşte bu sebeple Mekke’nin Fethi’nin yıldönümünü kutladığımız şu günlerde sormamız gereken asli sorulardan birisidir; “Kurtuluşumuzun kendisine bağlı olduğu bu fetihler ne zaman gerçekleşir?” sorusu…
Aslında bu sorunun tek bir cevabı var; “Allah’ın yardımı geldiği zaman” çünkü Allah’ın yardımı olmaksızın sadece çalışmakla fetihlerin elde edilmesi insan güç ve sınırının üzerindedir. Allah’ın izni dışında yeryüzündeki hiçbir ordunun galip gelmesi mümkün değildir. Fethin gerçekleşmesi için yapılması gerekenler ise Allah’ın yardımını celbetmek için gereken vesilelerdir. Bu sebeple işgallerle dolu bir dünyada fetih dininin mensupları olarak yeniden fetihlere ulaşmanın yollarını düşünmek vazifemizdir.
MÜSLÜMANLAR FETİH İSTİYORLARSA O’NUN İZİNDEN AYRILMAMALILAR
Büyük bir fetih için gereken zamandan daha kısa bir sürede fetihler gerçekleştiren, yeryüzünün en başarılı fatihi Allah Rasulü, Rabbimiz’in yönlendirmesiyle adım adım hedefine yürümüştür. Bugün de Allah Rasulü’nün adımları takip edildiğinde bizi fethe ulaştıracaktır. Biz buna “Nebevî Hareket Metodu” deriz ki; Müslümanlar için bu metod takip edilmeden başarıya ulaşmak mümkün değildir. Düşmanlar başka metodlar uygulayarak kendilerince sonuca ulaşabilirler. Onların ulaştığı sonuç fetih değil işgaldir, uyguladıkları metod da kendilerini işgale ve zulme ulaştıran metodlardır. Müslümanların hedefi fetih olduğuna göre kendilerine has metod ve yöntemlerle buna ulaşabileceklerdir ki; bu da Allah Azze ve Celle’nin Rasulü’ne öğrettiği metoddur. Fetih Müslümanlara has bir hedeftir ve kâfirin uyguladığı metodlarla buna varılamaz. O halde Müslümanlar fetih istiyorlarsa Allah Rasulü’nün izinden ayrılmamalıdırlar.
Nebevi hareket metoduna baktığımızda bütünüyle zafer ve fethe endeksli plânlandığını görürüz. İlk olarak hareketin söyleminin tevhid olması sonucun fetih olmasının en önemli şartıdır. Savaşacağın düşmanı tanımadan ve karşına almadan, kim senden kim değil anlamadan, dostunu düşmanından ayırmadan fethe ulaşman mümkün değildir. Aksi takdirde düşmanını dost zannedip bağrına basmak ve dostunu düşman zannedip karşına almak kaçınılmaz olur. Bu ise kaybetmenin ilk adımıdır. Dostuyla savaşan, düşmanını karşısına almayan bir hareket hiçbir zaman başarılı olamaz. İşte tevhid ilk baştan itibaren safları ayırır, yabancı maddeleri temizler ve yine baştan itibaren düşmanı tanıtır.
Ayrıca tevhid, düşmanı direkt olarak Allah Azze ve Celle ile karşı karşıya getirir. Çünkü tevhid, Allah’ın hâkimiyetinin kabul edilmesidir. Bunu kabul etmeyen Allah’ın hasmıdır. Allah Azze ve Celle hasımlarına karşı Müslümanlara yeter. Allah Azze ve Celle’nin söylemiyle ortaya çıkmayıp, kendi söylemleriyle ortaya çıkanlar hasımlarıyla baş başa kalırlar. Bu sebeple Allah’ın yardımından da mahrum olurlar.
MANEVİ KUVVETLER
Diğer taraftan fetih dinî bir başarıdır. Bu başarıya ulaşmak için gereken bazı manevi kuvvetler vardır. Bunların başında gelen ihlas da yine tevhid ile ortaya çıkar. Çünkü özellikle de hareketin başında insanların düşünceleri dikkate alınacak olsa, tevhidden bahsedilmemesi, insanların hoşuna gidecek başka bir söylemle ortaya çıkılması gerekir. Fakat Rabbimiz İslamî harekette baştan itibaren yalnızca kendisinin dikkate alınmasını ve hoşa gitmese de tehlikeli de olsa tevhid ile ortaya çıkılmasını ister. Bu şekilde ihlâs gerçekleşmiş olur. Elbette ki bütün davranışlarında ihlaslı olması gereken Müslümanın bu kadar önemli bir faaliyette insanları dikkate alarak ihlassızlaşması hem dünyada hem ahirette hüsrana sebep olacaktır.
Rabbimiz Teâlâ’nın ortaya koyduğu metodda sadece samimi bir niyet değil aynı zamanda dürüst bir siyaset takip edilir. Çünkü tevhid ahlakı doğruluğu, dürüstlüğü ve samimiyeti gerektirir. Tevhidle ortaya çıkmak ise insanlara karşı samimiyet ve doğruluğu ispatlamaktır. Allah Azze ve Celle doğruların yardımcısıdır. Asıl niyet başka olmasına rağmen, başka söylemlerle yola çıkanlar yalancı ve ikiyüzlü konumuna düşmektedirler. Bu ise birçok insanı dinden ve davadan soğutacaktır. Başta insanları dikkate alarak hakikatleri saklayanlar, sonrasında hakikati hiçbir zaman söyleyemeyeceklerdir. Fetih ise hakkın galip gelmesi demektir. Hak, saklanarak galip getirilemez.
Nebevî hareket metodu fethe ulaştıran en büyük sebep olduğu gibi Nebevî eğitim metodu da fethe ulaştıran en önemli sebeplerdendir. Mekke’de baskılar artmasına rağmen taviz verilmemesi zayıfların güçlenmesine, zulme karşılık vermek isteyenlere yeri ve zamanı gelmediği için izin verilmemesi bazı güçlülerin terbiye edilmesine sebep olmuştu. Bu şekilde zayıflar da güçlüler de sabrı ve itaati öğrenerek eğitildiler. Zaten fetih için eğitilmiş kadrolar gerekiyordu. Eğitilmemiş kadrolar zor zamanda kaçacaklar ya da itaat edilmesi gereken yerde itaat edemeyip baş belası olacaklardır. Böyleleri zafer nasip olduğunda ise zafer sarhoşluğu ile had bilmezlik edecekler ve kibir ile haksızlığa ve aşırılığa kaçacaklardır. Böylece yeryüzünde adaleti tesis etmek için yapılan fetihler zulme ve haksızlığa sebep olabilecektir.
MANEVÎ HAZIRLIK OLMADAN FETHE ULAŞILMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR
Fetih ancak her türlü zorluğa rağmen geri adım atmamayı öğrenmiş, batıl karşısında eğilip bükülmeden dimdik durarak hakkı tutup kaldırmış, Rabbanî eğitiminden geçerek nefislerini sabra ve itaate alıştırmış ve bu şekilde nefsini terbiye etmiş nesillerin hakkıdır.
Bu eğitimle birlikte gereken ruhî hazırlık özellikle gece namazları ile sağlanmaya çalışılmıştır. Öyle ki Müslümanlar yorucu ve meşakkatli geçen gündüzlerin ardından her gece Rablerinin huzuruna çıkıyor, uzun uzun kıyamda duruyor, rükû ediyor ve secdeye kapanıyorlardı. Bu onlarda gündüz başlarına gelecek zorluklara karşı manevî bir güç oluşturuyor ve onları fethe ulaştıracak çetrefilli yola hazırlıyordu. Manevî hazırlık yapılmadan fethe ulaşılması mümkün değildir. Bu ruhî hazırlık ve güzel terbiye sonunda ulaşılan seviye, düşmanın bile gözünü kamaştırmış ve Müslümanların savaşmalarına gerek kalmaksızın bazı ülkeleri elde etmelerine sebep olmuştur. İşte şu olayda görüldüğü gibi:
Bizans İmparatoru Heraklius, ordularının Müslümanlar karşısında ardı ardına mağlubiyetlerinin sebeplerini araştırmak amacıyla etrafındakiler ile yaptığı istişare sırasında, ihtiyar bir kişi: “Müslümanların orduları gecelerini ibadetle geçirirken, gündüzlerini savaşla geçirmekte, iyiliği emretmekte, kötülüğü engellemekte, parasını vermeksizin hiçbir şeyi yememekte, her yere barışla girip galip gelince zulmetmemekte, verdiği sözleri yerine getirmektedir. Biz ise sözümüzden döner, halka zulmeder, içki içer, haramları işler, fesat çıkarırız” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Heraklius’un yukarıdaki tarifi yapan şahsa söylediği şu sözler önemlidir: “Eğer söylediklerin doğru ise, onlar şu ayak bastığım yerlere hâkim olacaklardır.” Ardından derhal ülkesinin topraklarının bir kısmını Müslümanlara bırakmış, meşhur sözü olan “Elveda Suriye” diyerek İstanbul’a dönmüştü.
Çünkü onlar öyle bir eğitimden geçmişlerdi ki şahsi hesap yapmaksızın sırf insanları ‘La ilahe illallah’ ile karanlıklardan nura çıkarmak ve yeryüzünde Allah’ın dediğinin olmasını sağlamak için cihad ediyorlardı. Bu samimiyetleri sebebiyle ülkelerin kapıları onlara tek tek açılıyor, zaferden zafere koşuyorlardı. O kadar çok çalışıyorlardı ki birçoğunun ömrü at sırtında geçiyordu. Yeri geliyor cihad ediyor, yeri geliyor hicret ediyor fakat hiçbir zaman yerlerinde çakılıp kalmıyorlardı. İşte Rabbimiz fethi hedef edinip doğru bir metodla son derece çalışan bu nesle fetihleri nasip etmiştir. Ve dün fetihler hangi şartlar ile kazanıldıysa, bugün de o şartlar gerçekleştiğinde kazanılacaktır.
Rabbim o şartları gerçekleştirerek fethe ulaşanlardan olmamızı nasip eylesin. (Âmin)*
*Yazarımız, dergimizin 33. sayısındaki yazısını güncellemiştir.