Bu din, her şeyiyle Allah’tandır. Dolayısıyla bu din adına her ne yapılacaksa Allah’ın gösterdiği, razı olduğu esaslara dayanmak durumundadır. Bu kitabın ayetleri incelendiğinde dinin Müslümanlara yüklediği büyük bir hedef olduğu görülecektir. Kur’an’ın ilgili ayetlerine baktığımızda insanlığın gidişatından sorumlu kılındığımızı, sadece bulunduğumuz toprak parçasından değil tüm yeryüzünden mesul olduğumuzu görürüz. Dolayısıyla böylesine büyük hedeflere plansız-programsız, belli bir güce ulaşmadan ve ümmetin yardımı olmadan varılamaz. Her şeyden evvel Allah’ın yardımını celbetmek, O’nun rızasına uygun hareket etmek lazımdır.
Furkan Hareketi; kriterlerini, esaslarını Kur’an ve sünnet çerçevesinde belirlemiş, dinin çizdiği sınırlar içerisinde kalmaya özen göstermiş bir harekettir. Bağlı kalmaya çalıştığı ve ele alacağımız esasların dayanağı da bizzat bu iki kaynaktır. Furkan Hareketi, bir İslami harekette olması gereken şu üç özelliğe sahip olmaya çalışmaktadır ve bu esasları olmazsa olmaz olarak görmektedir: Rabbanilik, İlmilik ve Şümullülük.
RABBANİLİK
İslami anlayış ve yapılanma ‘Rabbani’ olmak zorundadır. Böyle bir hareket Kur’an ve sünneti kendine rehber edinmeli, İslam’a hizmet metodunu kendi kafasından değil Allah ve Rasulü’nden almalıdır. Bu İslami anlayış farzlar ve haramlarda geri adım atmayı dinden taviz vermek olarak görmeli, bunda müsamaha göstermemelidir. Öte yandan farz ve haram olmayan ya da âlimler arasında ihtilaflı olan meselelerde daha anlayışlı ve müsamahakâr olmalıdır.
Bugün gerek dünyaya gerekse Türkiye’ye baktığımızda, Rabbani metodun dışında, beşerî yolların envai çeşidini kullanarak İslam’ı yaymaya çalışan cemaatleri müşahede etmekteyiz. Demokrasiyi benimseyen de var, İslam davasını ahlâk ve ibadetten ibaret gören de... Bir kısmı köşeleri kapıp tepeden inme yöntemi bir kısmı da muhafazakâr kalmayı tercih etmiş durumdalar. Her meselede olduğu gibi metot meselesinde de iş beşere kalırsa her kafadan bir ses çıkacak ve binlerce yol ortaya koyulacaktır. İşte Allah’ın belirlediği ve peygamberlerin tatbik ettiği Rabbani metot, tüm bu kafa karışıklıklarını önleyerek, ümmeti istikamet üzere yönlendirecek yegâne çıkış yolu olarak kendini göstermektedir.
Hareket metodu Rabbani olduğu takdirde gerek Tevhid davasından gerekse de dinin ahkâmından taviz verilmeyecek, bu şekilde sağlam ve şahsiyetli bir topluluk oluşacaktır. Bunun yanı sıra, temel meselelerde ortaya koyulan bu tavizsiz yaklaşım Müslümanların arasındaki ihtilafı da asgari düzeye indirecek ve doğal bir şekilde “vahdet” oluşacaktır. Sonuç olarak Rabbani metodu, Üstad Seyyid Kutub’un şu tarihi sözleriyle özetleyebiliriz: “Meşru olan bir din, tabiatı gereği, gayr-ı meşru vasıtalarla hâkim kılınamaz. Rabbani olan bir din, tabiatı gereği, beşerî bir yolla hâkim kılınamaz. Hak olan bir dava tabiatı gereği, bâtıl bir yolla hâkim kılınamaz.”
İLMİLİK
İslami anlayış ve yapılanmanın "ilmi" olması, sadece beşerî ilimlere değil İslami ilimlere de önem veren ve ilmi kendine pusula edinen bir hareket olması bir zorunluluktur. Âlim ve aydın vasıflarını kendinde toplayan kimselerin ortaya çıkması ümmetin beklentisidir. İslami ilimlere gereken önemi vermemek Kur’an ve sünnetten, sırat-ı müstakimden uzaklaşma ve zamanla haramları helal görme gibi tehlikeleri beraberinde getirmektedir.
Rabbani hareket ilmin ışığında yol almalıdır. Bunu söylerken, âlim vasfına haiz olan kişilerin sadece İslami ilimlere ağırlık verip toplumdan, beşerî ilimlerden ve siyasi meselelerden uzak kalmalarını kastetmiyoruz. Aydın-âlim bir kafa yapısına sahip olmalıdır. Yani hakiki âlim, molladan farklıdır; hakiki aydın da entelektüelden farklıdır. Sadece İslami ilimlerle iştigal edip halktan kopuk bir şekilde kabuğuna çekilenler, toplumu hakkıyla tanıyamayıp problemlerini doğru teşhis edemediklerinden topluma öncülük yapamazlar. Bunun sonucunda, o topluma doğru bir istikamet de gösteremezler. Bundan dolayı harekete yön veren insanlarda âlim vasfının yanı sıra aydın vasfının da olması gerektiği bilinmelidir. Bununla birlikte “aydın” vasfı da tek başına yeterli değildir; çünkü İslami ilimlerde vukûfiyet kazanmamış aydınlar kendi namlarına konuşurlar. Oysa âlim, “Allah namına” konuşur. Toplumları ancak kutsi olana dayanan konuşmalar etkiler. Unutulmamalıdır ki sadece aydın olan bir insanın toplumu etkilemesi ve kitlelere yön vermesi mümkün değildir. Sonuç olarak, toplumlara aydın bir kafaya sahip olan âlimler yön vermelidir. Toplumu iyi tanıyan, oynanan oyunları basiretiyle görebilen, bu oyunlara karşı stratejiler geliştiren, Batı Medeniyeti karşısında eziklik yaşamayan ve toplumun uyanışı için bizzat hareketin içerisinde olan liderler topluma öncülük yapmalıdırlar. Ancak böyle liderlerin öncülüğünde gerçek bir uyanış hareketi başlayacak ve dalga dalga kitlelere yayılacaktır.
ŞÜMULLÜLÜK
İslami anlayış ve yapılanmanın ‘Şümullü’ (kapsamlı) olması elzemdir. Kur’an eczanesinde insana lazım olan bütün vitaminler ve ilaçlar bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim iman, ibadet, ahlak, cihad, muhabbetullah, takva gibi vitaminleri/ilaçları gerekli olduğu kadar vermiş ve bundan bir bütün olarak istifade edilmesini emretmiştir. Dolayısıyla bu vitaminlerin birini ya da birkaçını alıp diğerlerini almamak Müslüman şahsiyetinde bozulmalara, zayıf bünyeli Müslümanların ortaya çıkmasına neden olacaktır.
İslam dini şümullü yani kapsamlıdır. Hayatın her meselesine dair direkt veya dolaylı bir yaklaşımı, söyleyecek sözü olan bir dindir. Belki de en çok bu yönüyle diğer dinlerden ayrılmaktadır. İslam’ın insan hayatında müdahale etmediği bir alan yoktur. Çünkü İslam, hayat dinidir. Aynı zamanda İslam, toplumun tüm kesimlerine (zengin-fakir, avam-elit, erkek-kadın, genç-yaşlı ayrımı yapmadan) kucak açmaktadır. Peygamber Efendimiz’in oluşturduğu ilk İslam cemaatine baktığımızda toplumu kucaklayıcı bir cemaat kurduğu açıkça görülecektir. Toplumu sınıflara bölerek sadece belli kesimlere eğitim verenler ve sadece onları kazanmaya değer potansiyel kitle olarak görenler, belki de bölücülüğün en tehlikelisini yapmaktadırlar. Çünkü İslam adına yapılan bir çalışmada İslam’ın temel prensibi olan ‘her kesimi kucaklama’ özelliği çiğnenirse bu hareketin adı İslami hareket olamaz. Bir hareket İslami olma vasfını yitirmişse o hareketin başarısından Ümmet-i Muhammed’in ihyasına bir fayda beklemek, hayalden öteye gitmeyecektir.
Şümullü olmanın bir yönü de ümmetçi bir bakışa sahip olmak demektir. Sadece içinde bulunduğu toprakları değil, ümmet coğrafyasını hesaba katmak, ümmetin her bir parçasıyla kardeş olduğunun bilincinde olmaktır. Furkan Hareketi, tüm programlarında yeri geldiğinde bu konuya yer vermekte, gerçek manada kurtuluşun ancak ümmetin tümüyle kurtuluşunda olduğunu bilmektedir.
EĞİTİM ESASLARI
Rabbani bir hareketin her esası Rabbe yani O’nun gönderdiği kriterlere uygun olmalıdır. Kur’an-ı Kerim, insanı yaratan yani en iyi tanıyan Allah’ın kelâmıdır. Rabbimiz: “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız”1 buyurmaktadır. İnsan gibi karmaşık bir varlığı, onu yaratanın bildirdiği eğitim esaslarına göre değil de insanların ortaya koyduğu kriterlere göre eğitmeye kalkıştığımızda ortaya nakıs veya yanlış eğitilmiş insanlar çıkacaktır. Bunun neticesinde ise (bugün olduğu gibi) yaratılış gayesini ve eşref-i mahlukat olduğunu unutan, bâtıl gayeler peşinde koşan toplumlar oluşacaktır. Rabbimizin Kur’an vasıtasıyla bize bildirdiği, dört temel eğitim esası vardır. Bunlar: İman, ibadet, ahlak ve cihattır. Bu temel esasları kısaca ele alalım.
İMAN
İman, her fiile anlam kazandıran temel bir duygudur. Yapılan tüm işler onunla değer kazanır. Allah’a iman ise iman esaslarının başıdır. İnsanlığın tarihsel sürecine baktığımızda, salt Allah’ı reddetme düşüncesinin hiçbir zaman revaç bulmadığı görülecektir. Allah’ın insana bahşettiği imana olan fıtri eğilim, insanı yaratıcıya temayüllü hale getirmiştir. Ancak yaratıcı, rızık verici olarak Allah’a iman eden birçok insan, Allah’ı emredici/kanun koyucu olarak görmemiştir.
İşte Kur’an-ı Kerim, Allah’ın yaratma sıfatını bildirdikten sonra bunu anlayan insandan Allah’ın otoritesine teslim olmasını da istemektedir. Allah’a imanı sağlayan ve kuvvetlendiren en önemli etken kâinatta var olan intizamdır. Sonsuz ilmin ve kudretin tecellisi olan kâinat bütün varlığıyla insanı tek bir ilahın varlığını kabule çağırmaktadır. Ancak bu kudretli zatın isimlerini, sıfatlarını ve insandan istediklerini bilmek ve O’nun istediği şekilde bir inanca sahip olmak peygamber ve kitapla mümkündür. Kur’an, nasıl bir Allah’a iman etmemiz gerektiğini ayetlerle ortaya koymaktadır. Her şeyin başı Allah’ı bilmektir ve işe O’nunla başlamak lazımdır. Eğer Allah’a ve diğer inanılması gereken iman esaslarına olan inanç, delilleriyle biliniyorsa (tahkiki iman) bu insanda sarsılmaz bir iman meydana getirecektir. Eğitim iman ile başlamalıdır ancak bu sadece ideolojileri benimseyenlerin yaptığı gibi kuru bir inanç gibi değil, hayata ve olaylara bakışı değiştiren insanı tümüyle yönlendiren bir inanç olmalıdır. Bu imana sahip olan insan, Allah’ın emrettiklerini gönül rızasıyla yerine getirmeli, yasakladıklarından da O’nun emri gereği uzak durmalıdır. Sevgisinin, nefretinin kısacası her şeyinin ölçüsünü Allah’tan almalıdır.
İBADET
“Ben insanları ve cinleri yalnız bana kulluk için yarattım”2 buyuran Rabbimiz, insanları yalnız kendisine kulluğa davet etmektedir. Bu çağrısıyla aslında insanı birçok ilahtan kurtaran Rabbimiz, gerçek özgürlüğün de Allah’a kullukta olduğunu bildirmektedir. Burada ibadet kavramıyla sadece namaz, oruç, zekât ve hac gibi bazı ibadetler/ritüeller değil hayatın her alanında Rabbimize karşı gösterilmesi gereken kulluk kastedilmiştir. Kul, hayata dair her şeyde Rabbinin rızasını gözetir, onun emir ve yasaklarına riayet ederse her anı ibadete dönüşebilir.
İnsanın yaratılış gayesini Allah’a kulluk olarak belirleyen Kur’an, “Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın”3 çağrısıyla da kulluğu Tevhide bağlamaktadır. Yani hakiki kulluk (ibadet), bir olan Allah’a irca edildiğinde, Allah katında kayda değer bir ibadet olarak yazılacaktır. Kulluğun ayrılmaz parçası ise itaat anlayışıdır. Allah’ın yanı sıra başka mercilere -Allah’a rağmen- itaat ederek, kulluğu sadece Allah’a hasretmeyenler, namazda kırk defa Fatiha’da tekrarlanan “Yalnız Sana ibadet ederiz” sözünü tutmayanlardır. İbadetin ruhunu ise ‘gönülden itaat’ anlayışı oluşturmaktadır. Kullukta istenilen kıvama gelen insan, özellikle farz ibadetler konusunda hassas; haramlardan ise şiddetle kaçınan bir insan olacak ve böylece Rabbine yaklaşacaktır.
AHLAK
Her hak sahibine hakkını vermek, güzel ahlakın gereğidir. Bu konuda en büyük hak sahibi olan Allah’ın hakkı diğer bütün haklardan önce gelmektedir. Ahlaklı bir toplum oluşturmamızın belki ilk adımı, insanımıza bu anlayışı vermekle atılabilir. ‘Allah’ın hakkını Allah’a verme’ anlayışı, güzel ahlakı yaşamaya ve yerleştirmeye çalışan davetçinin idealidir. Bugün hiçbir şeye karışmayan, bir kenarda sessizce duran kişilere güzel ahlaklı denilmektedir. Halbuki güzel ahlakın zirvesi olan Hz. Peygamber, içinde bulunduğu toplumu değiştirmeye çalışmış, şirkle mücadele etmiş ve Allah’ın farzlarını yerleştirmeye haramlarını da toplumdan kaldırmaya çalışmıştır. Mesuliyetini idrak etmek güzel ahlakın gereğidir. O’nun ahlakı Kur’an’dı. Demek ki Müslümanlar Kur’an ile ve Rasulullah’ın sünnetiyle güzel ahlakı elde edebilirler. Böylelikle topluma örnek bir davetçi olabilirler.
CİHAD
İslam dini aksiyon kazandıran bir dindir. Verdiği hareket ruhuyla gerek ferde gerekse de topluma, hayatı nasıl daha verimli ve dinamik yaşaması gerektiğini öğretmektedir. İşte kazandırılan bu hareket ruhuna verilen isimdir ‘cihad.’ Cihadın kelime manası; gayret göstermek, mücadele etmek demektir. Allah yolunda gayretin göstergesi ise çiledir. Çile çekmeden gayret etmek, gayret etmeden de Allah’a yaklaşmak mümkün değildir. Bundan dolayı Hz. Peygamber: “Her ümmetin bir ruhbanlığı vardır, benim ümmetimin ruhbanlığı ise Allah yolunda cihad etmektedir”4 buyurur.
Kur’an ve sünnet cihad üzerinde çok fazla durmakta ve bunun insanı geliştiren ve Allah’a yaklaştıran en kıymetli amellerden olduğunu bildirmektedir. “Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.”5 Bu şuurda olan sahabe-i kiramın hayatları hep mücadele içinde geçmiş, cihattan cihada koşmuşlardır. Cihadın birçok çeşidi vardır. Allah yolunda yapılan her bir eylem, çekilen çile, yapılan her mücadele cihad kapsamındadır. Bir de savaş anlamındadır ki İslam’ın yayılması ve ülkelerin/kalplerin fethedilmesi bununla mümkündür. Cihad anlayışının verilmediği her eğitim eksik kalacaktır.
Sonuç olarak Furkan Hareketi; gayesi Allah rızası, hedefi İslam Medeniyeti, hareket ve eğitim esaslarını Kur’an ve sünnet çerçevesinde belirleyen Rabbani bir harekettir.
1. Kaf, 16
2. Zariyat, 56
3. Nisa, 36
4. Mecmau’z-Zevaid, 5/278
5. Maide, 35