Öncü Şahsiyetler

Genç Kahramanlar

Paylaş:

Şehitçe Yaşar Ve Şehitçe Ölür… CAFER B. EBİ TALİP

20 yaşlarında Müslüman olan Peygamberimiz ’in amcası Ebu Talip’in oğlu, Hz. Ali’nin ağabeyi olan Hz. Cafer, Mekkelilerin baskıları sonucu Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalan ve Necaşi’ye hitaben söz alan cesur sahabidir. Kralın karşısındaki emin duruşu, bir gencin davasına olan inancındaki mutmainliği sergiler. Davasını korkmadan ve çekinmeden ve en onurlu haliyle arz eder krala. İşte Peygamberin yiğidinden hakikat sözleri:

“Ey kral! Biz, gönderilen peygambere inandık ve Allah’tan getirdiğine uyduk. Yalnızca Allah’a kulluk ettik ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık. O’nun bize haram kıldığını haram, helal kıldığını da helal kıldık...”

Ömrünün en verimli yıllarını Allah ve Resul’ünün yolunda feda eden bu örnek sahabi, Peygamber muhabbetine mazhar olur. Şehitçe yaşar ve şehitçe ölür… Bedeninde doksandan fazla mızrak, ok ve kılıç yarası ile Rabbine kavuşur. İki kolunu da dünyada bırakır ve Rabbine kolsuz kanatsız gider çünkü Rabbi nurdan iki kanatla şehidini bekler.

İşte cahiliyenin göbeğinden çıkan, yaşı küçük ama iman ve yüreği büyük, Allah Resul’ünün yiğit gençlerinden biri... Ardından şerefli bir hayatı miras bırakır bugünün gençlerine. Şimdi vakit kıyam vakti ve serden geçerek yâre kavuşma vakti! 

On Sekiz Yaşında Ordu Komutanı ÜSAME B. ZEYD

Peygamberimiz ‘in evlatlığı ve azatlısı olan Zeyd Bin Harise’nin oğlu, “Hubbu Resulullah” yani Allah Resul’ünün mahbubu, ahbabı, sevdiği bir genç olma şerefine ulaşan örnek sahabi.

Mekke’ye giderken Resulullah’ın devesinin, arkasında oturmuş birlikte Kâbe’ye girmişti. Çocuk yaşta iken hicret sevabı kazandı. Huneyn gazasında çocuk olduğu halde kahramanca çarpıştı ve henüz on sekiz yaşında iken, ordu komutanı oldu. Ama öyle bir ordu ki; içinde Hz. Ebubekirler ve Hz. Ömerler bulunmaktaydı.

                Gencecik bir yaşta Hz. Peygamber tarafından sevilen, güvenilen, savunulan ve itimat edilen cesur insan. Cesaretin ve azmin örnek olsun çağın gençlerine… Şimdi on sekizinde yiğit gençleri bekler zaman. Cesarette ve itaatte Zeydler aranır her yerde. Sen de övülen, güvenilen ve beklenen olabilirsin vazifeni kuşandığın yerde…

Medine’nin İlk Muallimi MUS’AB B. UMEYR

Mus’ab Bin Umeyr, Mekke’nin en soylu, en yakışıklı ve en güzel giyinen delikanlılarından biriydi. Şehrin en zengin ve asil ailesine mensup, refah ve bolluk içinde yetişen, kılık kıyafetiyle, nezâketiyle ve fizikî yapısı ile herkesin beğenisini kazanan, son derece zeki, akıllı, aynı zamanda güzel ve açık konuşmasıyla da herkesin gıpta ettiği bir genç.

Fakat öyle bir iman etti ki; eski hayatından bir işaret kalmadı imanla boyanan hayatında. Medine’nin ilk muallimi, birçok kişinin iman etmesine vesile olan en hayırlı insan. İnancının sağlamlığı, dirayeti ve adanmışlığıyla Peygamber övgüsüne mazhar olur. Ve âlemlerin Efendisi şu sözlerle över bu şehit genci:  Kalbini Allah-u Teâlâ’nın nurlandırdığı şu kimseye bakın. Onu anne ve babasının yanında, onların buna en iyi yiyecek ve içecekleri verdiklerini gördüm. Allah ve Resul’ünün sevgisi, onu gördüğümüz hâle getirmiştir.” Hayatını, Allah ve Resul’ünün emirleri doğrultusunda geçiren, O’nun her emrini hiçbir beklentiye girmeksizin uygulayan ve hayatını yine O’nun dininin korunması uğrunda noktalayan bu kutlu muhacir örneğimiz olsun, dünyaya mıhlanan hayatlarımıza.

Efendimizin bir damlasına kurban olacağımız gözyaşlarını, uğruna akıttığı Medine’nin muallimi Mus’ab! Medine ilk kez senin gibi bir gençle tanıdı İslam’ı ve seninle bekledi Rasulullahı.

Ey bu çağın genci! Haydi, kalk yıkıldığın yerden. Sen de muallimi ol bu yüce dinin. Sen de şehirleri sürükle ardından ve vazgeç tüm fâni sevdalardan…

Henüz On Yaşında Ama Peygamberin Yanında! Hz. Ali Radiyallahu Anh

Hz. Ali, beş yaşından itibaren hicrete kadar Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in himayesinde büyümüştür. Hz. Hatice’den sonra iman eden ikinci kişidir. Müslüman olduğunda henüz on yaşındaydı. Bu sebeple “Müslüman olan ilk erkek ve ilk çocuk” ünvanlarına sahipti.

Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Hz. Hatice’yi bir gün namaz kılarlarken gördü. Ne yaptıklarını sorunca Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona namazın ne olduğunu, Allah’ın yüceliğini ve şirkin kötülüğünü anlattı. Onu dinleyen kutlu çocuk, duyduğu şeye ilgisiz kalmadı. Müslüman olmakta bir an bile tereddüt etmedi. Müslüman olduğu ve Efendimiz ile birlikte namaz kılmaya başladığı ilk günlere dair, onun karakterini de ortaya koyan şu olay dikkat çeker:

“Davetin ilk günleriydi. Ebu Talib, oğlu Ali’yi Resulullah’ın arkasında namaz kılarken görür. Küçük oğlunun Hz. Peygamber’e Sallallahu tâbi olduğunu ilk kez bu namazla öğrenir. Ne var ki o, babasının, kendisini namaz kılarken izlediğini fark edince en küçük bir sıkıntı ve telâşa kapılmaz. Namazını bitirince babasının yanına gider. Onunla sözü eğip bükmeden, bahaneler aramadan açık yüreklikle konuşur: ‘Babacığım, ben Allah’a ve O’nun Resulüne iman ettim. Onun söylediklerinin doğruluğuna inandım ve ona tâbi oldum.”

On yaşında bir çocuk için bu oldukça ilginç bir durum değil mi? Hicret günü Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i korumak için yatağına yattığında yirmi ikisinde bir delikanlıydı. Hiç korkmadı ve endişelenmedi. Çocukluğu da dâhil her zaman Resulullah’ın yanında oldu. Bu genç “yıldız”, erken çocukluk döneminden itibaren hayatında İslam’ı ve İslam’ın ona yüklediği tüm sorumluluk ve yüklerini layıkıyla taşıdı. Ve şerefli bir ömrü şehit olarak bitirerek Rabbinin huzuruna vardı.

Ve söz bitti…

İltifatların en güzelini Resulullah zaten ona söyledi. Lakapların en güzelini ona bizzat kendisi verdi.

Ya Bizans Bizi Alır Yahut Da Biz Bizans’ı Alırız! Fatih Sultan Muhammed

21 yaşında dünyanın gözbebeğini fetheden Fatih Sultan Muhammed, yaşadığımız dönem itibariyle bizim için tarihte saklı bir hazine gibi duruyor.

İstanbul’u fethedip Müslümanların sekiz asırlık rüyasını gerçekleştirirken, aynı zamanda ardı sıra gelen gençlere, kendi çağlarındaki fetih hareketleri için en güzel örneği sunuyor.

 “Ya Bizans bizi alır yahut da biz Bizans’ı alırız!”

Sultan II. Murat, Hacı Bayram-ı Veli’ye kudduse sırruhu: “Acaba İstanbul’un fethi kime müyesser olacak?” diye sorduğunda, hazret o zaman küçük yaşlarda olan şehzade Muhammet’i gösterip: “Feth-i mübini görmek şu beşikteki şehzade ile köse Akşemseddin’e nasip olacak!” cevabını verir.

Manisa’da geçirdiği şehzadelik döneminde, devrin en kuvvetli hocalarından dersler alarak fen ve teknik bilgileriyle; fıkıh, tefsir, kelam gibi dini çalışmaları paralel yürütür. İstanbul’un fethinde kullanılan ve o zamanın en tesirli silahı olan topların balistik hesaplarını kendisi yapıp bir fizik mühendisi gibi çalışır. Genç kalbini ise büyük bir tasavvuf erine teslim etmiştir. Onun rehberliğiyle, tüm bu karmaşık devlet işlerinin içinde kalbini diri tutmayı öğrenir ve mânen olgunlaşır.

Fatih’i tanımak, idealini anlamak, nicedir sıkışıp kaldığımız Doğu-Batı arasındaki araftan kurtulmamız ve geleceğe iradeli adımlarla yürümemiz bakımından biz gençler için bir nirengi noktası. O hem Doğu’yu yakinen bilir, hem de Batı’yı... Şayet Fatih’in fethe giden yoldaki başarı sırlarını anlar ve benimser isek geleceği olacağımız dünyanın çehresi kuşkusuz daha aydınlık olacaktır.

Ve anlaşıldıkça Fatih’in gerçek sevdası, anlam bulacak gaye uğruna feda edilen canlar. İman en büyük imkânken; kim demiş gemiler karadan yürütülmez diye. Ebreheler ebabillere mağlup olmadı mı, bir küçük sinek Nemrut’u yerle bir etmedi mi? Şimdi sıra sende ey imanı kuşanan genç! Sen de Fatih olabilirsin. Sen de karanlığı nuruyla aydınlatan meşale olabilirsin. Çünkü sen gençsin, yiğitsin, ümmetin beklediğisin.

Ve sen kaç zamandır beklenen ‘Öncü Nesil’sin!