Öncü Şahsiyetler

“Günah İşlemediğimiz Her Gün Bizim Bayramımızdır…”* HZ. ALİ

Paylaş:

YAZAR: GÜLHAN KAYNARPINAR

 

Hulafa-i Râşidin’in son halifesi olan Hz. Ali (r.a), İslam tarihinde bir takım fitnelerin ve  problemlerin en fazla yaşandığı döneme şahit olmuştur.

M. 656 senesinde halife Osman b. Affan (r.a)’ın âsiler tarafından öldürülmesinden sonra yeni halifenin seçilmesi kargaşa içerisinde vukû bulmuştu. Hz. Ali’nin halife seçilmesi, kendisinden önceki halifelerin seçilişi gibi olmadı.  Ashabın çoğu diğer şehirlere dağılmış, başta Hz. Talha ve Hz. Zübeyr (r.anhm) olmak üzere Medine’de kalanların sayısı çok azdı. Hz. Osman şehit edilince halk Hz. Ali’ye koşarak ona biat hususunda ittifak etti. Hz. Ali (r.a) etrafında toplananlara; “Bu iş böyle olmaz, halifeyi seçme hakkı Bedir ehlinindir. Talha, Zübeyr ve Sa’d neredeler?” diye sorunca bunun üzerine Talha, Zübeyr, ve Sa’d b.Ebi Vakkas gelerek biat ettiler, onları takiben muhacir ve ensar, devamında ise diğer halk biat etti.1

Hz. Ali, hakkı yerine getirme hususunda hassas davrandı ve Hz. Osman (r.a)’ın yumuşaklığını kötüye kullananları görevden azlederek işe başladı. Bu uygulama Hz. Osman zamanında büyük servetler edinmiş olan valilerin öfkelerini artırdı. Hz. Ali’ye itaat etmeyenler, ondan Hz. Osman’a karşı isyan edenleri takip etmesini, katillerini yakalayarak öldürmesini istediler. Hz. Ali ise önce kendisine itaat etmelerini ve Hz. Osman’ın katilleri için de delil olmaksızın kısas uygulamanın dine aykırı olduğunu söyledi.2

Halifeye biat etmeyenlerin bir kısmı esasında Hz. Osman’ı bahane ediyor ve bu taleplerinde samimi davranmıyorlardı. Biat etmemelerinin asıl sebebi;  halifenin onları görevden alması ve mâlik oldukları nimetlerden mahrum olmalarıydı. Oysa ileri sürdükleri gerekçe halifenin de üzerinde durduğu bir husustu. Çünkü Hz. Ali (r.a),Hz. Osman’ın katillerini bulmak ve bunların cezalarını vermek için tahkikata başlamış fakat katiller kesin olarak belirlenemediği için, şer’an cürüm sabit olamamış ve bu durum karsısında bir şey yapılamamıştı.

Ortam son derece karışıktı. Bu arada Numan b. Beşir, Hz. Osman’ın şahadeti esnasında giydiği gömlek ile o sırada zevcesi Naile’nin doğranan parmaklarını alıp Şam’a götürdü. Muaviye, bu kanlı gömleği ve kesik parmakları teşhir edip mescide asınca, herkesin galeyânı kat kat arttı. Diğer taraftan Hz. Osman’ın katline sebep olanlar hâlâ Medine’de bulunuyorlardı. Bunlara bir an evvel cezalarının uygulanması gerekiyordu.

Hz. Ali’nin karşı karşıya kaldığı zorluklar gerçekten çok büyüktü. Diğer taraftan Medine’de toplanan âsilerin mühim bir kısmı “Sebeiyye” fırkasına mensuptu. Bu İslâm düşmanı grubun reisi olan Abdullah b. Sebe, İslâm’ı içten yıkmayı hedef alan bir Yahudi dönmesi idi. Onun maksadı; İslâmiyet’in saf, berrak, akıl ve kalbi tatmin eden akidelerini ifsat edip dinin hakikatini tahrif etmek, Müslümanların aralarına fitne tohumları atarak türlü türlü gruplara ayırarak birlik ve beraberliği bozmaktı. Hz. Osman (r.a.) devrindeki karışıklık, bu müfsidin ifsatları için uygun bir zemin teşkil etmişti. Hz. Ali’nin âsileri dağıtmak istemesi ibn Sebe taraftarlarının hoşuna gitmediği için Hz. Ali’nin emrine muhalefet etmişler, diğer Araplar da onlara uymuşlardı.

Bu karışık durum içerisinde, ashap arasındaki Hz. Osman’ın katillerini bulma hususunda oluşan fikir ayrılığı durumun vahametini artıran bir başka etken oldu. Hz. Aişe (r.anh), hac farizasını îfa etmek üzere Medine’den Mekke’ye gitmiş, hac ibadetini yerine getirdikten sonra Medine’ye dönerken, Hz. Osman’ın şehit edildiği haberini almıştı. Bunun üzerine Medine’ye gideceği yerde Mekke’ye geri döndü. Çünkü Medine’de facianın doğurduğu karışıklıklar, bocalamalar devam ediyordu. Mekkeliler, Hz. Aişe (r.anh)’ye durumu sordukları zaman, Hz. Aişe, Hz. Osman’ın mazlum olarak öldürüldüğünü, Medine’de fesat ocağının bütün ufku karartacak şekilde tüttüğünü, mazlum ve şehit Osman’ın kanının heder olmaması gerektiğini, katillerin mutlaka cezaya çarptırılmaları ve şer’i hüküm ve kısas emirlerinin uygulanmasının icap ettiğini söylemişti. Bunun sonucunda Cemel Vakası meydana geldi. Kısa süre sonra da Sıffın Savaşı vukû buldu.

Hz. Ali dönemi hatırlanınca zihinlere Cemel Vakası, Sıffın Savaşı gelir. Ashap arasında geçen bu üzücü olaylar tarih kitaplarında detaylı anlatılır. Biz burada olayları anlatmak yerine teenni ile davranarak sükût etmeyi uygun görüyoruz. Bu olaylar İslam tarihinde bir keder olarak yer aldıysa da onların aleyhinde saygımızı aşacak söz söylemekten Allah’a sığınırız. Evet, olmaması gereken olay, hiç yaşanmaması gereken zümre tarafından yaşanmıştır. Fakat hepsi bizim efendilerimiz ve büyüklerimizdir. Onların kılıcına bulaşan kanın bizim de hata ile kalemimize bulaşmasından imtina ediyor ve Rabbimizin onları düştükleri hatadan ötürü bağışlamasını umut ediyoruz.

 Dönemin çilesine şahit olan bir mü’min Hz. Ali’ye gelir ve sorar: “Ey Allah’ın halifesi! Neden Hz. Ebûbekir ve Ömer zamanında meydana gelmeyen bu olaylar senin zamanında meydana geliyor, müminler birbirine düşüyor?” Kederine dem vuran bu  suale imam çok içli bir cevap verir: “Hz. Ebûbekir halife olduğunda biz vardık ve ona isyan edeceklerin karşısında tüm varlığımızla duruyorduk. Ömer zamanında da biz vardık ve yine halifeye bağlılığımızla fitnenin kapısında dimdik durmuştuk. Ama bizim zamanımızda yanımızda olacak ne Ebubekir ne Ömer oldu, biz tek kaldık…”

Halifeliği devrinde zuhur eden fesatçılarla mücadele ettiğinden, sükûn ve huzur bulamayan halife, bu sözüyle yalnızlığını tarihe kaydettirdi. Oysa o, ne Peygamberini ne de onun halifelerini asla yalnız bırakmamıştı. “Kim bana kardeşim ve dostum olarak biat edecek” sualine “ben Ey Allah’ın Rasulü!”diyerek bağlılığını sergilemiş ama kendisi bu bağlılığı halifeliği süresince pek görememişti.

İslam’ın zafere ulaşması için samimi gayret gösteren Hz. Ali’nin şanı yükselmiş, şecaat ve kahramanlıkla meşhur olmuştur. Müslümanların mallarını koruması ve verdiği ahde bağlılığı ile tanınmıştır. Taberî’nin Hz. Ali zamanında Beytülmal’in hazinedarlığını yapmış Ebu Râfi’den şu nakli bu hususu açıkça göstermektedir: “Bir gün Hz. Ali içeri girdiğinde kızının süslendiğini ve üzerinde Beytülmal’e ait olduğunu sandığı bir inci gördü. Ona: “Bu nerden onun oluyor. Onun elini kesmek Allah’ın bana yüklediği vazifedir” dedi. Ben( Ebu Râfi), onun bu husustaki ciddiyetini görünce: “Ey müminlerin emiri! Kardeşimin kızını ben inciyle süsledim onu ben vermemiş olsaydım, nereden alacaktı” dedim, bunun üzerine sustu.3

Zamanındaki fitne ocağı olan Haricilerle savaşan ve hepsini de perişan eden Hz. Ali, bunların kin ve intikam ateşiyle dolu plânlarıyla tıpkı Hz. Ömer ve Hz. Osman gibi şehit edilecekti. Ve sonunda Abdurrahman bin Mülcem, Hz. Ali’yi kollamaya başladı.  Bir gün sabah namazından önce halifenin geçeceği yola pusuya yattı. Hz. Ali ise o gece Hz. Peygamberi rüyasında görmüş ve şehâdetini bekliyordu. Sabah namazı için abdestini aldı ve mescide doğru ilerledi.  Yolda yürürken şehit imam şu beyti okuyordu:

“Ölüme hazır ol ki; ölüm elbet gecikmez,

Ölüm gelince artık feryat fayda vermez.”

Mescide girer girmez “Namaz, namaz” diye uyuyanları uyandırmaya başlamıştı ki; Şebib bir kılıç salladı; fakat kılıç mescidin kapısına geldi. Bunun üzerine önceden gelip mescide gizlenen Mülcemoğlu: “Yâ Ali! Hüküm ancak Allah’ındır” diye bağırarak Hz. Ali’nin mübarek başlarına zehirli kılıcını vurdu. Kılıç, Hendek savaşında Amr’ın yaraladığı yere geldi; imâme yarılmış, kılıç mübarek başlarına gömülmüştü. “Andolsun Kâ’be’nin Rabbine Ben Kazandım” diyerek kanlar içinde yere düşen halife, aldığı darbe ile ağır yaralıydı ve durmadan kan kaybediyordu. Bir hengâme koptu mescidde. Mihrap kana bulandı ve Allah’ın arslanı yerde kana boyandı.  “Emîr’ül-mü’minin şehit edildi!...” feryadını duyanlar süratle imamın başına toplandı. Yarı baygın halde gözlerini açtı ve yanındakilere; “Sabah namazını kılın, vakti geçirmeyin” diyerek gözlerini kapadı. Kısa süre sonra gözlerini dünyaya tamamen kapayan imam, şehitler zümresine girerek Rabbine, Efendisine ve sâdık dostlarına kavuştu. Ve bu altın çağ Hz. Ali ile sona erdi.

Ey Rabbimiz! Yüklendiğimiz emaneti hakkıyla taşıyabilmek için bize yardım et, bizi desteksiz ve bir başımıza bırakma ki; zaaflarımız, acizliğimiz ve düşmanlarımız bizi haktan ayırmasın. Sahabeye lütfettiğin öncülük şerefini bize de ver. Bu nişan, mahşer günü onurumuz olsun. (Âmin)

*7.sayımızın devamı.

1- Tarih-i Taberi, c.3, sf.165-168 E.O.Y. İbnü’l-Esir (M.1160-1234)

2-İslam Tarihi, c. 1, sf.343

3-Taberi,VI,9