Sözlükte “gerçek, sabit, doğru, varlığı kesin olan şey” anlamlarına gelen hakk kelimesi, genellikle batılın zıddı olarak gösterilir. Ragıp el-İsfahani; hakkın asıl manasının “mutabakat ve muvafakat” olduğunu belirttikten sonra, ayetlerden örnekler vererek başlıca dört anlama geldiğini belirtir:
- Bir şeyi hikmetin gereğine uygun olarak icat eden; bundan dolayı hak Allah’ın bir ismi veya sıfatı sayılmıştır.
- Hikmetin gereğine uygun olarak yapılan iş; Allah’ın bütün fiilleri bu anlamda haktır.
- Bir şeye aslına uygun ve doğru olarak inanma, bu şekilde kazanılmış inanç, bilgi.
- Gerektiği şekilde, gerekli ölçüde ve gereken zamanda meydana gelen iş.1
Bir tanıma göre hakk: “Gerçeğe mutabık olan hüküm” anlamına gelmektedir.
Hakk kavramı Kur’an-ı Kerim’de 247 yerde geçmektedir ve ayetlerin çoğunda batılın zıddı olarak kullanılmıştır. Bu ayetlerin birinde Yahudilere hitaben: “Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin”2 buyurulmuştur. Burada “Kur’an Yahudilere ve dolaylı olarak Müslümanlara, hatta bütün insanlığa, maddi ve dünyevi menfaatlerin, egoist arzu ve eğilimlerin etkisine kapılarak doğru ve gerçek olan ile eğri, yanlış ve asılsız olanı kasıtlı olarak birbirine karıştırmamaları, hakkı örtüp saklamaktan kaçınmaları gerektiği yönünde son derece önemli bir uyarıda bulunmuştur.”3
HAKK KAVRAMI VE YAHUDİLER
Kur’an-ı Kerim’e göre esasen hakka saygı duymamak, onu gizlemek, hakkın yanında durmamak, hakkın ortaya çıkması için şahitlik yapmamak ve batılı hakka tercih etmek Yahudilerin özelliğidir. Kur’an, peygamberleri ve onların getirdikleri şeyleri yalanlayıp inkâr etmeleri sebebiyle Yahudilerin lanetlendiğini haber vermektedir: “Dediler ki: ‘Bizim kalplerimiz örtülüdür (ahdi bozmuştur).’ Hayır, Allah, inkârlarından dolayı onları lanetlemiştir. Bundan dolayı pek azı iman eder.”4 Medine Yahudileri Hz. Peygamber’in tebliği karşısında “kalplerimiz perdelidir”, yani senin söylediklerin bizim aklımıza yatmıyor diyerek O’nu inkâr etmişlerdir. Onlardaki bu anlayamama ve akıl edememe kendilerinde bulunan fiziki bir kusurdan değil, küfürlerinden dolayı5 ve hakkı anlamak, kabul etmek istemeyişleri nedeniyledir. Zira Yahudilerin daha önceden de kendilerine gelen peygamberleri inkâr edip öldürdükleri ve her defasında bilerek hakka karşı çıktıkları sabittir.
Yahudilerin lanete uğramalarının bir nedeni de müşrikleri mü’minlere tercih etmeleridir. Bu hususta Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine Kitap’tan pay verilenleri görmedin mi? Putlara ve batıla (tanrılara) inanıyorlar, sonra da kâfirler için: ‘Bunlar, müminlerden daha doğru yoldadır’ diyorlar! Bunlar, Allah’ın lanetlediği kimselerdir.”6 Rivayete göre Yahudilerden bir grup Uhud Savaşı’ndan sonra, Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e karşı savaşta müşriklerle ittifak yapmak üzere Mekke’ye gitmişlerdi. Mekkeli müşrikler Yahudilerin Ehl-i kitaptan oldukları için Hz. Muhammed’e daha yakın olduklarını ve kendilerine güvenemeyeceklerini söylemişlerdir. Ancak onların, kendi putlarına secde etmeleri halinde kalplerinin mutmain olacağını söylemişlerdir. Bunun üzerine Yahudiler putlara secde etmiş ve müşriklerin Müslümanlardan daha doğru yolda olduklarını belirtmişlerdir. İşte Yahudiler böyle bir davranışı bilerek ve farkında olarak yaptıkları, hakkı örtüp gizledikleri ve Hz. Peygamber’i bile bile inkâr ettikleri için Allah’ın lanetine müstahak olmuşlardır. Öte yandan yine Ehl-i kitap olan Yahudiler ve Hristiyanlar Kur’an’a göre, Peygamberimizi kendi öz evlatlarını tanıdıkları gibi tanımalarına rağmen, hakkı gizlerler7 ve onun peygamberliğini inkâr ederler.
HAKK KAVRAMI VE MÜSLÜMANLAR
Hakkı gizlemek, ortaya çıkmasını engellemek Yahudilerin ahlakı, hakkı ortaya çıkarmak, hakka sahip çıkmak müminlerin ahlakıdır. Hakka ihanet etmek, tuzak kurmak Yahudilerin ve münafıkların ahlakı, hakkı koruyup savunmak, hak için bedel ödemek mü’minlerin ahlakıdır.
Bu ümmet tarihte Ehl-i kitap gibi olmamış; Allah’a, Hz. Peygamber’e, Kur’an’a, İslam davasına ve mü’minlere bağlı kalmış, gerektiğinde onları savunmasını bilmiş ve onları korumak için bedel ödemeyi göze almış bir ümmettir. Mekke’de zor ve zayıf günlerde, imanın bedeli olarak Hz. Ebubekir Radıyallahu Anh, yüce dostu Rasulullah’ı korumak için müşriklerin karşısına çıkmış, bunun karşılığında tüm bedeni kan revan olacak şekilde dövülmüştü. Hz. Bilal, Hz. Habbab, Hz. Sümeyye Radıyallahu Anhum, La İlahe İllallah demenin bedeli olarak işkencelere tabi tutulmuş, kimisi şehit olmuş ama hiçbiri hakkı savunmayı terk etmemiş, batıla boyun eğmemiştir.
Medineli Müslümanlar Akabe Be’yatlerinde, henüz yeni tanıdıkları Hz. Peygamber’i koruma sözü vermişler, karılarını, çocukların ve canlarını koruyup kolladıkları gibi Rasulullah’ı da Medine sınırları içerisinde koruyacaklarını söylemişler ve sözlerinde durmuşlardır. Ancak hicretten sonra Bedir Savaşı için Medine dışına çıkmak gerektiğinde daha evvel Medine’de koruma sözü vermelerine rağmen, Ensar adına çıkıp Sa’d b. Muaz Radıyallahu Anh: “Ya Rasulallah! Allah’a yemin ederim ki Sen bize denizi gösterip dalsan, biz de seninle birlikte dalarız” diyerek Efendisine karşı olan sadakatini izhar etmişti. Onlar sözlerinde duranlardı, hakk için dünya menfaatlerini hiçe sayanlardı. Korumak gerektiğinde hakkı koruyan, korkmayan, hakkı yalnız bırakmayanlardı. Bir o yiğitlere bakın, bir de bugünün edebiyat parçalayan Müslümanlarına…
İslam toplumunun içine sızmış ve onları parçalamak, birbirine düşürmek ve olaylar çıkartıp Müslümanların Rasulullah’ın etrafından dağılması için gece gündüz planlar yapan münafıklar, bir fırsat(!) bulup Efendimizin eşi Hz. Aişe validemize aşağılık bir iftira atmışlar, içlerinden bazı zayıf Müslümanları ve kalbi marazlıları da bu iftiralara inandırıp, onların konuşmasını sağlamışlardı. Bu olay üzerine nazil olan ayetler8 Aişe validemizin tertemiz olduğunu beyan ettikten sonra o iftirayı ağızlarında geveleyenleri ise iftiracı olarak nitelemiştir.
Her devirde İslam’ı düşman görenler, İslam için mücadele edem müminlere de düşmanlık yapmışlardır. Mü’minlerin davalarını bırakmalarını, insanlara anlatmamalarını, mü’minlerle beraber bir cemaat olmamalarını arzulamışlar, bunu reddeden davetçi ve davet önderlerine de olmadık iftira, baskı, işkenceyi reva görmüşlerdir. İslam düşmanlarının en büyük hedefi baskılar ve attıkları iftiralar karşısında Müslümanların kalbini bulandırmak, şüpheler meydana getirmek ve onları dağıtıp parçalamaktır. Onlar bu planlarıyla Allah’ın nurunu söndürebileceklerini ve İslami daveti bitireceklerini düşünmektedirler. Oysa Allah’ın kudretinden haberi olmayanların Allah’ın planından da haberi olmadığı görülmektedir.
Tekrar hatırlatalım: İslam Allah’ın dinidir ve O, dini için çalışanların koruyucusu ve yardımcısıdır. Ve O, bitti demedikçe, İslam davetçilerini kimse bitiremeyecektir.
- Ragıb el İsfehani, el Müfredat, Hakk mad. 417
- Bakara, 42
- Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 115, 116
- Bakara, 88
- org.tr/tr/download/article-file/1213733
- Nisa, 51, 52
- Bakara, 146
- Nur, 11-20