Tevhid, hayatları değiştiren en etkili hakikattir. Toplumumuzun İslamî yaşantıdan uzaklaştığı böyle bir asırda İslam davetçilerinin ve Tevhid davetinin önemi daha açık görülmektedir. Tevhid daveti yapan İslam davetçilerinin davet hatıralarını sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz.
İslam’ın hakiki manası olan Tevhidi bilmeden önceki hayatımda, okulda bir arkadaşım yanıma gelip her daim beni namaza teşvik ediyordu. Fakat ben kendisini dinlemiyor ve onu yanımda istemiyordum.
Adana’ya geldiğimde Alparslan Kuytul Hocaefendi’yi tanıdım ve onun vesilesiyle Tevhidi öğrendim. Tevhidi öğrendikten sonra ben de Tevhid davetine başladım. Ancak çevrem Hakkari’de olduğu için Tevhidi ilk olarak, telefonla, uzakta olan aileme ve arkadaşlarıma anlatmaya başladım.
Okul zamanlarımda beni namaza çağıran arkadaşım, hayatımın değiştiğini, İslam’a yöneldiğimi duymuş ve kendisiyle görüştüğümüzde: “Sen nasıl bu hale geldin” diye sormuştu. Ben de kendisine, yaşadığım süreçten ve bu süreçte beni etkileyen Tevhidin hakiki manasından bahsettim. Anlattıklarımdan çok etkilendi ve sonra kendisini abimle tanıştırdım. Hakkari’de kendi aralarında İslami sohbetlere başladılar. İslami sohbetlere ilk gittiklerinde 5 kişiydiler daha sonra bu sayı 12 kişiye kadar çıktı.
Bir gün derste konuşma yapan hoca, mahşer gününde Allah’ın arşında gölgeleneceklerin arasında Rabbine hakkıyla kulluk eden gençlerin de bulunacağından bahsetti. Bunu duyunca, öğrendiklerimi hemen birilerine anlatma isteği duydum. Tevhid daveti ile İslam’ı anlatma alışkanlığı kazanmıştım ve bu vesile ile dersten sonra eve gittiğimde öğrendiğim bu yeni konuyu hemen birilerine anlatma ihtiyacı hissettim. Allah Azze ve Celle önce “yakın akrabanı uyar”1 buyuruyordu. Ancak benim yakın akrabalarım çok uzaktaydı, ilk olarak annemi aradım, ona anlattım. Annem de o gün köyde bir taziye olduğundan; taziyede cami imamının da bu konuyu hoparlörden anlattığından bahsetti. Annem bu konudan çok etkilenmişti. Bunu hem cami imamından hem benden dinleyen annemin benim İslami ilimlerle meşgul olmama bakışı tamamen olumlu manada değişmişti.
Evimizin -Hakkâri’de- Adana’ya yaklaşık 1000 km uzaklıkta olmasına rağmen; annem, Adana’ya gidip İslam’ı -dinimi- öğrenmem için benim Adana’da yaşamamı, ömrümün sonuna kadar bu yolda mücadele etmemi söyledi. Önceleri Adana’ya gitmeme karşı olan annem daha sonra “keşke ben de orada olabilseydim” diyordu.
Osman Bey / Hakkari
BİZ ANLATMAZSAK BAŞKALARI ANLATACAK
Sağlık durumumdan ötürü, Kahramanmaraş’tan Gaziantep’teki bir hastaneye gitmek için çıktığım yolculukta; minibüste 40 yaşlarında bir kişinin yanına oturdum. Sonra bana: “Siz Antalyalı mısınız?” diye sordu. “Hayır” dedim. Sonra ben kendisine “Gaziantepli misiniz?” diye sordum. O da Şanlıurfalı olduğunu söyledi. Biraz sohbet etmek istedim. Fakat o gün doktora gittiğim için üzerimde bir rahatsızlık ve hasta psikolojisi vardı, Tevhidi anlatmayı düşünemedim. Daha sonra kendisi bana tanrılardan ve Yunan mitolojisinden bahsetti, felsefi kitaplar okuduğunu söyledi. Ben de İslam tarihi ve İslami ilimler hakkında kitaplar okuduğumu söyledim. Elindeki kitabı gösterdi; kitapta “Platon” yazıyordu. Kendisinin şu anda deizme ilgi duyduğunu, daha çok çocuklar ve gençlerle ilgilendiğinden onlara bu konuları anlattığından bahsetti. İlgilendiği kişilere ise Yunan mitolojisini ve tek tanrıcılığı anlatıyordu. Sonrasında konuşmayı tek tanrıcılık üzerinden devam ettirerek; tek tanrıcılığın Kur’an-ı Kerim’de geçtiğini, İbrahim Aleyhisselam’ın da tek tanrıya inandığını iddia etti.
Ben de bu fırsat kaçmaz diyerek anlatmaya başladım. Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın Allah’tan başka hiçbir ilaha tapmadığını, bahsetmiş olduğu deizmde; tek bir Allah’ın olduğu kabul edilse de Allah’ın hayatlarına hiçbir şekilde karışmadığı anlayışının var olduğunu söyledim. Yaratan Allah’ın insana karışmayan bir ilah olmasının mümkün olmayacağını anlattım. Verdiğim cevaplardan ötürü çok şaşırdı.
Sonra, “Kardeşim ben Allah’ı da peygamberi de kabul ediyorum fakat Müslüman değil deistim” dedi. Ben de hem deist hem de Allah’a tam manasıyla inanıyor olamazsınız, dedim. O da Türkiye’de toplum hangi dine mensup diye sordu. %90’ının Müslüman olduğunu söyledim. Açık giyinen kişileri göstererek: “Peki bu insanların İslam’la alakaları var mı?” dedi. “Evet doğru söylüyorsunuz; toplumumuzda İslami yaşantı yok fakat bu insanlar yine de Müslüman. Allah’ı ve Rasulünü kabul ediyor, sadece ameli olarak günahkâr oluyorlar” dedim. Toplumu bu hale getiren sebebin yanlış ideolojiler ve inançlar olduğunu, İslam’a göre yaşamayışımızın sonucunda bunların ortaya çıktığını söyledim. Anlattıklarımdan etkilenmişti, kısık bir sesle: “Sizin gibi okuyan azınlıkta; sizce bu topluma tekrar İslam gelir mi” dedi. Ben de yüksek sesle: “Elbette İslam tekrardan gelecek. Çünkü İslam her çağa hükmeder. Bu insanlar günahkârdırlar, fakat Kur’an-ı Kerim’i okuyan, Tevhidi anlayan, yaşamaya çalışan yeni bir nesil yetişiyor. Allah’ın ipine toptan sarıldığımızda İslam yeniden gelecek, bunu Peygamberimiz de vadediyor” dedim. Yine şaşkınlık içinde bana baktı.
Bu arada fark ettim ki otobüsteki herkes bizi dinliyormuş. Otobüste bir an sessizlik oldu. Sonra ineceğim durağa yaklaştığımı fark ettim. O adama dönerek: “Hakkınızı helal edin inmem lazım. Fakat size tavsiyem; bu dünya boş, ahiret ise kalıcıdır. Felsefe okuyorsanız okuyun fakat İslam’ı, İslam’ı yanlış yaşayanların hayatına bakarak değil de ana kaynaklarından öğrenin ve Müslüman olarak hayatınızı sürdürün” dedim. Çevremdeki insanlara baktığımda yüzlerinde hafif bir tebessüm vardı. Selam vererek durakta indim.
Enes Bey / Kahramanmaraş
1. Şuara, 214