Geleceğin inşasında en önemli unsurlardan birisi olan ‘çocukların’ eğitimi üzerine hiç düşündünüz mü? Bir çocuğun değil, bir neslin yetişmesi için en büyük yük eğitimcilerin omuzlarındadır. Bu yazımızda sizlere 3 kuşaktan beri eğitimci bir ailede yetişen ve kendisi de 40 yıldır eğitimci olan Rita Pierson’un tecrübelerinden bir kesit sunuyoruz. İyi okumalar...
Bütün hayatımı ya okulda, okul yolunda, ya da birileriyle okulda olanlar hakkında konuşurken geçirdim. Hem annem hem de babam eğitimciydi, anne tarafından dedem ve anneannem de eğitimciydi ve son 40 yıldır da aynı şeyi yapıyorum: eğitim. Bunca yıldır eğitim reformlarına birçok farklı açıdan bakma fırsatı yakaladım. Bazı reformlar iyiydi. Bazıları ise o kadar da iyi olmadı. Çocukların neden okulu bıraktığını, neden öğrenmek istemediklerini/öğrenemediklerini biliyoruz. Bunların sebepleri ya yoksulluk, devamsızlık ya da akranların negatif etkisi. Bu konuda birçok farklı nedenler sayılabilir. Çok önemli olduğunu düşündüğüm ama hiç bahsetmediğimiz, ya da çok az bahsettiğimiz mesele: insani bağlara-ilişkilere verilen önem.
Politikacı James Comer diyor ki, “Hiçbir dikkate değer öğrenme, dikkate değer bir yakınlık olmadan oluşamaz.” Bilim adamı ve eğitimci George Washington Carver diyor ki, “Bütün öğrenme, ilişkileri anlamaktır.” Herkes bir öğretmenden ya da bir yetişkinden etkinlenmiştir. Yıllardır öğretmenlik yapan insanları gözlemledim. En iyilerine şahit oldum ve çok kötüleri de gördüm. Bir meslektaşım bir defasında dönem başında şunu söyledi, “Bana çocukları sevmem için para vermiyorlar. Bana ders anlatmam için para veriyorlar. Çocuklar bir dersi öğrenmek zorundalar ve ben de öğretmeliyim. Onlar da ben ne anlatırsam öğrenmek zorundalar. Mesele bitmiştir.” Ben de ona dedim ki: “Bilirsin, çocuklar sevmedikleri insanlardan bir şey öğrenmezler.” Dedi ki, “Bunlar fasafiso.” Ben de dedim ki, “İyi sen bilirsin, bu senen uzun ve çetin geçecek.”
Bazı kimselere göre bir ilişki kurma isteği içinden ya gelir ya da gelmez. Yani canın istiyorsa karşıdaki kişiyle irtibata geçeceğini düşünürler. Liderlik uzmanı ve eğitimci Stephen Covey çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor: İlk önce anlaşılmaya değil anlamaya çalışın. Mesela özür dilemek gibi. Bunu hiç düşünmüş müydünüz? Bir çocuktan özür dileyin, şoka girer. Matematikle aram pekiyi değildir, ama üzerinde çalışıyordum. Bir keresinde oran-orantı dersini anlattım. Ders bittikten sonra notlarıma bakınca anlattığım her şeyin yanlış olduğunu gördüm. Sonra ertesi gün derse gittim ve dedim ki, “Bakın çocuklar, özür dilemem gerekiyor. Bütün dersi yanlış öğretmişim. Özür dilerim.” Öğrenciler de, “Önemli değil Bayan Pierson. Çok heyecanlıydınız, biz de size bir şey söylemek istemedik.”
Akademik olarak öyle zayıf, öyle yetersiz sınıflarım oldu ki kendimi tutamayıp ağlardım. Merak ederdim, dokuz ay içinde bu grubu oldukları yerden alıp olmaları gereken yere nasıl götüreceğim? Çok çetindi. Benim için inanılmaz derecede zor bir işti. ‘Bir çocuğun öz saygısını ve akademik başarısını aynı anda nasıl artırabilirim?’ diye uzunca bir süre düşündüm, araştırma yaptım. Bir sene başında aklıma çok parlak bir fikir geldi. Bütün öğrencilerime, “Benim sınıfımda olmak için seçildiniz çünkü ben en iyi öğretmenim ve siz de en iyi öğrencilersiniz, hepimizi bir araya koydular böylece diğer herkese nasıl olduğumuzu gösterebiliriz.” dedim. Öğrencilerden biri sordu, “Gerçekten mi?” Ben de “Gerçekten. Diğer sınıflara bu işin nasıl olduğunu göstereceğiz. Böyle koridorda yürürken insanlar bizi fark edecek, göğsünüzü gere gere yürüyeceksiniz.” dedim ve onlara şu sözü söylemelerini söyledim: “Ben geldiğimde sıradan birisiydim ama buradan giderken çok daha iyi biri olacağım. Ben güçlüyüm ve kuvvetliyim. Burada aldığım eğitimi hak ediyorum. Yapacak işlerim var, etkilemem gereken insanlar ve gitmem gereken yerler var.” Onlar da “Eveet!” dediler. Eğer yeterince söylersen kelimeler senin bir parçan olmaya başlıyor.
Sonrasında 20 soruluk bir test yaptım. Bir öğrenci 18’ini yanlış yaptı. Sınav kağıdına “+2” yazdım ve büyük bir gülen surat koydum. Öğrenci, “Bayan Pierson, bu F (zayıf) değil mi?” diye sordu. Ben de “Evet.” dedim. Bana, “O zaman neden gülen surat koydunuz?” diye sordu. “Çünkü şanslı günündesin. İki doğrun var. Hepsini yanlış yapmamışsın. Sınavı tekrar gözden geçirsek daha iyisini yapmaz mısın?” diye sordum. “Evet efendim, daha iyisini yapabilirim.” dedi. Gördünüz mü, “-18” bütün yaşam enerjinizi emiyor. “+2” ise “O kadar da kötü değil.” diyor.
Yıllar boyunca (öğretmen olduğu zamanlarda) annemin tenefüste nöbet tuttuğunu, öğleden sonra veli ziyaretlerine gittiğini, yanında öğrencileri için tarak, fırça taşıdığını, yemek yemesi gereken öğrenciler için cebinde fıstık ezmesi, kraker taşıdığını ve bazı kokan öğrenciler için el bezi ve sabun satın aldığını gördüm. Tahmin ettiğiniz gibi, kötü kokan çocuklara öğretmenlik yapmak zordur ve çocuklar bu tür şeylere pek dikkat etmezler. Bu yüzden bunları masasında bulundururdu. Yıllar sonra, emekli olduğunda, o öğrencilerden bazılarının gelip “Biliyor musunuz Bayan Walker, hayatımı değiştirdiniz. Bana emek harcadınız. En dipteyken, öyle olmadığımı bilirken bile, önemli biriymişim gibi hissettirdiniz ve şimdi ne olduğumu görmenizi istiyorum.” dediğini gördüm. Annem iki yıl önce 92 yaşında öldüğünde, cenazesinde o kadar çok eski öğrencisi vardı ki, vefat ettiği için değil, geride asla kaybolmayacak bir bağ bıraktığı için gözyaşlarımı tutamadım.
Daha çok yakınlık kurabilir miyiz? Kesinlikle. Bütün çocukları sevecek misiniz? Elbette hayır. Hepsini sevmeyeceksiniz ve zor-yaramaz öğrenciler bir şekilde orada olacaklar. Bu bir bağdır, yakınlıktır. Önemli olan ise hiçbirini sevmeseniz de, onlar bunu asla ve asla bilmeyecekler.
Yani öğretmenler harika birer aktör ve aktris oluyorlar. İstemesek de o derse geliyoruz, mantıksız olsa da idareyi dinliyoruz ve yine de öğretiyoruz. Yine de öğretiyoruz, çünkü bizim görevimiz bu. O çocukları oldukları yerden alıp olması gereken yerlere taşımak için elimizden geleni yapıyoruz.
Öğretme ve öğrenme eğlenceli olmalı. Eğer risk almaktan korkmayan, düşünmekten korkmayan ve bir kahramanı olan çocuklarımız olsaydı, dünyamız ne kadar güçlü olurdu? Her çocuk bir kahraman hak eder; onlardan hiç ümidini kesmeyecek, yakınlığın değerini anlayan ve olabileceklerinin en iyisi olacaklarına inanan bir yetişkin. Bu iş zor mu? Hem de nasıl. Ama imkansız değil. Bunu başarabiliriz. Biz eğitimcileriz. Fark yaratmak için dünyaya geldik. Her çocuğun bir kahramana ihtiyacı var ve bu kahramanlar bizler olabiliriz.
* Bu yazı, Rita Pierson’un TED’de yaptığı https://www.ted.com/talks/rita_pierson_every_kid_needs_a_ champion adresindeki “Every kid needs a champion” başlıklı videodan derlenmiştir.