Kapak

İbadet Şuuru Kazanmak ve Yükselmek

Paylaş:

Allah Azze ve Celle, mahlûkatı içinde insanı seçmiş, ona hem akıl hem de irade hürriyeti vermiştir. Melekler akıllı varlıklardır ancak şehvetleri yoktur. Hayvanlar ise akılsız varlıklar olup onlarda da şehvet vardır. Hem akıllı hem de şehevi arzular taşıyan, bu sebeple de imtihanda hangi yönünü kullanacağı hususunda muhayyer bırakılan insan, halifelik göreviyle taltif edilmiştir. İnsan, vahyin kontrolünde aklını kullanıp görevine odaklanır ve şehvet yönüne galip gelirse meleklerden üstün olur. Eğer şehveti aklına galip gelirse o zaman da hayvandan daha aşağı mertebeye düşer. Ayetin ifadesiyle insan, ahsen-i takvim (en güzel biçim) ile esfel-i sâfilîn (aşağıların en aşağısı) arasında gidip gelme istidadına sahiptir.1

İnsan, yaratılış gayesine uygun şekilde yaşayıp, yeryüzünü Allah’ın istediği şekilde ma’mur edip, dünya imtihanını en güzel şekilde vermek durumundadır. Yaratılış misyonuna bağlı kalıp Rabbinin rızasına uygun yaşadığı sürece ahsen-i takvim üzere kalmaya devam edecek, aksi durumda aşağıların aşağısı olmaktan kurtulamayacaktır. Kendisini yükseltecek veya alçaltacak davranışlar vahiy yoluyla bildirilmiş, bu anlamda başıboş bırakılmamıştır. Gönderilen peygamberler ve kitaplar aracılığıyla insana, gerçek manada kurtuluşun ancak sağlam bir inançla ve bu inanç doğrultusunda işlenecek salih amellerle olduğu söylenmiştir. İman ve imana ulaştıran yollar elbette işin başıdır ve büyük önem arz etmektedir. Ancak biz burada imandan daha ziyade ibadet üzerinde durmak istiyoruz. Kulluk bilincimizi geliştirmede nasıl bir öneme sahip olduğunu ve insanı nasıl yükselteceğini irdeleyeceğiz. İbadetlerin mana ve önemini bilmek, hikmetleri üzerinde durmak, onları şuursuzca yapılan rutin hareketler olmaktan çıkarıp, kulluk bilincimizi tazeleyen birer eyleme dönüştürecektir.

Öncelikle ibadetlerin sadece bu ümmete değil geçmiş ümmetlere de farz kılındığını biliyoruz. Demek ki ibadet gibi manevi gıdalara ihtiyaç tüm zamanlarda ve mekânlarda yaşayan insanlar için lazımdır. İnsanı en iyi tanıyan elbette ki onu yaratandır. İnsanın maddi ihtiyaçları yanında hangi manevi gıdalara ihtiyacı olduğunu en iyi bilen de O’dur. İnsan bedeni birçok vitamine (A, B, C, D, K gibi) ve minerale (kalsiyum, magnezyum gibi) ihtiyaç duyar. Zaten insan vücudunda bu maddeler belli oranlarda mevcuttur. Bunların eksikliğinde bedensel bazı hastalıklar ortaya çıkar. Aynen bunun gibi ruhumuzun da farklı bazı gıdalara ihtiyacı vardır. Namaz, Oruç, Hac, Zekât gibi ibadetler maddi yönleri olsa da hakikatte ruhun gıdasıdırlar. Bunlarda meydana gelecek eksiklikler o yönümüzün gelişmemesine, eksik kalmasına sebep olacaktır. Bu anlamda bakıldığında her bir ibadet bir yönümüzü geliştirmekte, bizi istenen kul modeline yaklaştırmaktadır. Tüm ibadetleri, emir ve yasakları kulluk bilinciyle yerine getirmeye çalışan insan, Allah’ın boyasıyla boyanmış kabul edilirse her bir ibadet de birer ilahi fırça darbesidir diyebiliriz. İbadetlerin çeşitliliği aynı zamanda insanda bıkkınlık oluşmasına da engel olur. Tek çeşit ibadet tek çeşit beslenme gibi bir süre sonra insanda usanma meydana getirecektir. İnsanın bu yönünü bilen Allah Celle Celaluhu, ibadetleri çeşitlendirmiş ve belli oranlarda yapılmasını şart koşmuştur.

Kâinattaki canlı-cansız tüm varlıkların lisan-ı halleriyle Allah Azze ve Celle’yi tespih ettiğini bilmek de ibadet şuuru kazanmada bizi olumlu etkileyecektir. İnsan ibadet ederken tüm kâinattaki varlıkların, canlı-cansız hepsinin Allah’ı tesbih ettiğini bilir ve bu şuur içinde ibadetini gerçekleştirirse muazzam bir koroya ve ahenge iştirak ettiğini, bunun bir parçası olduğunu anlar. Eğer insan ibadet etmezse kendisi kaybeder. Allah’ın onun ibadetine ve haddi zatında diğer mahlûkatın da tesbihatına ihtiyacı yoktur. “Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.”2

İbadetler Allah’ın bize sunduğu imkân ve nimetlere şükrün ifadesidir. Yapılan en küçük bir iyiliğe teşekkür etmek olgunluk belirtisidir. İnsan, üzerinde sonsuz hak sahibi olan Allah’a karşı teslimiyetinin ve şükrünün ifadesi olarak ibadet etmeli, verilen nimetleri O’nun rızasına uygun kullanmalıdır. Bunun tersi nankörlük olacaktır. Aklımıza gelenlerin dışında o kadar çok nimet var ki bize sunulan, tüm bu nimetlerin şükrünü eda etmek, hakkını verebilmek çok zordur. Dolayısıyla insanların büyük bir kısmı bu durumdan gafildir ve nankörlük yapmaktadır. “O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim ve çok nankördür.”3 Bu durumu tersine çevirebilmenin, nimete şükredebilmenin yolu Peygamberimiz aracılığıyla kitap ve sünnette bize bildirilen ibadetleri yerine getirmekle mümkündür. İbadetler ayrıca imanın kuvvetlenmesi, kemaliyata ulaşması için de gereklidir. Ehl-i sünnet âlimleri salih ameli imanın bir cüz’ü saymasa da kemaliyatı için elzem görmüşlerdir. Kur’an’da nerede iman ile ilgili bir ayet varsa imandan hemen sonra salih amelin zikredilmesi aralarında kuvvetli bir bağın olduğuna işarettir. İbadet yapmayan, emir ve yasaklara tam riayet etmeyen bir Müslümanda inanç olsa da zayıf bir inanç olacaktır. Bu kişi günaha girmekten, kötülük yapmaktan uzak duramayacaktır.

İbadetlerin belirli vakitlerde olmasına gelince bunun da insanı yükselten birçok hikmeti barındırdığı görülmektedir. Öncelikle vakti iyi kullanma, vaktin kıymetini bilme noktasında önemlidir. Ayrıca insanı belli bir noktada disipline etmektedir. Doktor hasta ilişkisinde gördüğümüz durumun bir benzeri burada da mevcuttur diyebiliriz. Nasıl ki doktor hastanın bedenini iyileştirmek için ona bir reçete verir. Hangi ilacı, kaç dozda ve hangi saatler arasında alması gerektiğini söyler ya tıpkı onun gibi birer manevi gıda hükmünde olan bu ibadetlerin de ne kadar sıklıkta ve hangi zaman dilimlerinde yapılacağının belirlenmesinde böyle bir hikmet olabilir.

Buraya kadar ibadetlerin genel bazı özelliklerinden bahsetmeye çalıştık. Her birinin kendi içinde özel anlamlarına ve insanı yükselten yönlerine bakalım.

NAMAZ İLE YÜKSELME

İmandan sonra en önemli ibadettir. Her ne kadar Miraç’ta beş vakit emredilmiş olsa da aslında namaz, Peygamberlik verildikten hemen sonra kılınmaya başlanmıştır. Müzzemmil Suresinde emredilen ve normalde zor olan gece namazını dâhil edersek Mekke döneminin ilk yıllarından itibaren her merhalede namazın varlığını görmekteyiz. Geceleyin kalkıp ağır ağır (namazda) Kur’an okunmasının emredilme sebebi “ağır bir söz/dava”nın4 verilecek olmasıdır. İlk neslin sağlamlaşması, davayı yüklenecek potansiyele ulaşmasında geceyi namazla ihya etmelerinin payı büyüktür. Namazın içindeki her bir ritüelin ayrı ayrı manaları ve önemi vardır. Örneğin hadislerde “Fatihasız namaz olmaz”5 denilmesi ve kıraatte Fatiha’nın şart koşulması elbet boşuna değildir. Sünnet namazlarla beraber sayıldığında günde 40 kez tekrarlanan bu surede Allah’a bir söz veriyoruz: “Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz.”6 Bu söz Kelime-i Tevhid’in de açılımıdır. Allah’ı tek ma’bud ve otorite görmek, hayata dair tüm kriterleri ve kanunları O’ndan alacağını söylemek ve bu ahdi gün içinde 40 kez tekrarlamaktır. Sadece bu açıdan bakılsa bile namaz, kulun Allah’a manen yaklaşmasında en önemli irtibat noktasıdır denebilir. Namaz mü’minin miracı olduğuna göre bu miracın zirve anı da secdedir. Kur’an, ilk inen Alak Suresinin sonunda “Secde et ve yaklaş”7 demekte, hadiste de “Kulun Rabbine en yakın olduğu yer secde hâlidir”8 buyrulmaktadır. Secde etmekle verilen mesaj nedir? İnsanın şerefini temsil eden yer, bedeni göz önüne alındığında baştır ve özellikle de alın bölgesidir. Bir insanın temiz olduğunu, şerefli olduğunu anlatırken alnını örnek veririz. Meleklerin secde ettiği (saygı gösterdiği) şerefli varlık olan insan, bu şerefini yalnız Allah’a secde etmekle ve başka hiçbir şeyin önünde eğilmemekle muhafaza edecektir. Dolayısıyla kul, Allah Azze ve Celle karşısında eğildikçe yükselmekte, Allah’tan başkası önünde eğildikçe de alçalmaktadır. Namazın daha birçok yönünü anlatmak mümkün ancak konuyu uzatmamak adına diğer bazı ibadetlerden kısaca örnek vermek istiyorum.

ORUÇ İLE TAKVAYA ULAŞMA

İnsanın sabır yönünü kuvvetlendiren, bedeni birtakım faydaları olsa da manen insanı takvaya yaklaştıran ibadetlerin başında gelir. Hakkıyla eda edilen bir oruç sadece midemizi ve şehvetimizi dizginlemeyi değil, tüm duyularımızı hatta kalbimizi bu ibadete dahil etmekte, hassasiyetimizi en üst noktaya çıkarmaktadır. “Ey iman edenler! Sizden öncekilere yazıldığı gibi, oruç, size de yazıldı (farz kılındı). Umulur ki sakınırsınız”9 Verilen nimetlerin kıymetini anlamaya, nefsi dizginlemeye, toplumsal kaynaşmaya ve kardeşliğe vesile olan çok yönlü bir ibadettir. Nefisle mücahedenin dört rüknünden biridir. İnsanın yükselmesi için kendisini tanımaya ihtiyacı vardır. Oruç insana aciz olduğunu, eğer Allah’ın nimetleri olmasa yaşayamayacağını hissettirir. Üstad Bediüzzaman’ın “aczi kenzi” (acziyetim hazinemdir) sözü meşhurdur. Büyük insanlar, Allah’ın sonsuz kuvvet ve kudretini anlamış, O’nun yardımı ve nimetleri olmadan insanın bir hiç olduğunu idrak etmişlerdir.

ZEKÂT İLE ARINMA

Zekât hem malı hem bedeni temizler. İnsana, elindeki malın gerçekte Allah’a ait olduğunu, O’nun istediği şekilde sarf etmesi gerektiğini hatırlatır. Aslında nisap miktarı maldan belli bir oranda verilmesi ve malın bu şekilde eksilmesi söz konusu iken, kavram olarak temizlenme/arınma anlamına gelen “zekâtın” seçilmesi manidardır. İnsanı cimrilik gibi kötü hasletlerden kurtarıp cömert yapmakta, malını paylaşmakla kardeşlik ve yardım duygularını geliştirmektedir. Aynı zamanda ağacın budanması nasıl onun daha gür çıkmasına vesile oluyorsa zekâtın da kişinin malını bu şekilde temizleyerek bereketlendireceği vurgulanmaktadır. İnsan, Allah yolunda malını vermekle işe başlamakta bu anlayış onu günü geldiğinde Allah Azze ve Celle için cihad etme ve canını verebilme noktasına taşımaktadır. 

HAC İLE BENLİĞİNDEN SIYRILMA

Şüphesiz Hac ibadetinin insanı geliştiren pek çok yönü vardır. Hac, dünyanın her yerinden Müslümanların bir araya gelmesiyle oluşan başlı başına bir ümmet modelidir. Her bir ritüeli içinde birçok mana taşımaktadır. Kutsal mekâna yolculuk (eski dönemdeki imkânsızlıklar düşünülürse) bir nevi vatanından ayrılma ve hicrettir. Davanın merkezine yapılan bu yolculukla Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in mücadele ettiği yerler görülünce siyerde geçen hadiseler göz önünde canlanır, dava için çekilen sıkıntılar hatırlanır ve bu kutsal davanın bugünlere ne zahmetlerle geldiği idrak edilmeye çalışılır. En önemlisi de tek tip kefen giymiş birkaç milyon insan seli içinde benliğinden sıyrılır ve o denizde bir damla olduğunu hisseder. Kâinattaki her bir zerre ve kürenin ilahi koro eşliğinde dönmesi gibi kendisi de Kâbe etrafında döner, döndükçe eridiğini ben kimliğini kaybederek biz şuuruna ulaşır. Hacerü’l-Esved’i İstilam ederken Allah’la bey’atleştiğini (O’na itaat edeceğine dair söz verdiğini) bilir ve kendini (Allah’a tevekkül sonucunda) güçlü hisseder. Arafat vakfesinde kendini mezarından kalkmış ve Rabbine hesap vermek üzere mahşeri bir kalabalık alanında gibi görür. Sonunda kurban keseceği zaman, kendisini Rabbinin yolunda mücadeleden alıkoyan her şeyi birer İsmail suretinde görüp, ancak bu prangaları kesmekle yükseleceğinin şuurunda olarak keser. Tüm bu ve benzeri ritüelleri yapmayı sağlayan hac ibadeti başlı başına yükselmeyi sağlar. Yeter ki insan ibadetleri idrak ederek yapmaya çalışsın.      

İbadetlerimizi yaparken sadece ilmihal bilgilerine değil mana ve önemine bakarak, hikmetlerini anlamaya çalışarak yaparsak kulluk bilincimiz gelişecektir.

  1. “Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” Tin, 4, 5
  2. İsra, 44
  3. İbrahim, 34
  4. Müzzemmil, 5
  5. Buhari, 756, Müslim, 394
  6. Fatiha, 5
  7. Alak, 19
  8. Müslim, Salat, 215
  9. Bakara, 183