Peygamberimizin en büyük destekçisi olan Ebu Talip, O’nu yolundan ve davasından döndürmek isteyenlere şöyle sesleniyordu;
“Allah’ın evine yemin ederim ki yalan söylüyorsunuz, ümitleriniz boştur. Mekke’yi bırakıp gitmeyiz. Biz onun için savaşırsak Muhammed’e galip gelemezsiniz. Çocuklarımızdan ve kadınlarımızdan vazgeçer, gerekirse O’nun etrafında ölürüz ama yine de O’nu teslim etmeyiz...”
Kıymetli okurlarımız, bu sayımızda da ümmetine en güzel örnek olan Peygamberimizin hayatından kesitler sunmaya devam ediyoruz. Geçen sayımızda iki önemli şahsiyetin Hz. Ömer ve Hz. Hamza’nın Müslüman olmasını işlemiştik. Bu sayımızda ise Peygamberimiz ve dava arkadaşlarına uygulanan iktisadi kuşatmayı ve Müslümanlarla ilişkilerin kesilmesini, ayrıca bu önemli meselenin günümüze mesajını aktaracağız.
Mekke’deki müşrikler gün geçtikçe Peygamber Efendimize bağlananların sayısının arttığını görüyordu. Bu yüzden baskı ve zulümlerini daha da arttırdılar. Baskılar artıyordu ama Peygamber Efendimizin etrafındaki Müslümanların ve iman etmediği halde kabilesinden olan kişilerin O’na olan bağlılığı da artıyordu. Müşrikler Müslümanları yolundan döndürmek için artık her şeyi yapacak duruma gelmişlerdi. Müslümanları zorlayacak ve üç yıl kadar sürecek olan ambargo dönemi başlamıştı. Yalnızca Müslümanlar değil Haşimoğulları ile Abdulmuttalip oğullarından henüz iman etmemiş fakat Peygamberimize destek olan kişiler de bu ambargoya maruz kalıyordu...
Musa Bin Ukbe, İbnHişab’tan rivayetinde şöyle demiştir;
“Kureyş müşrikleri bütün çabalarının boşa gittiğini görünce toplandılar ve aralarında şu kararı aldılar; Haşimoğulları ile Abdulmuttalip oğullarından ne kız alacaklar ne de onlara kız verecekler... Alışveriş yapmayacaklar... Öldürülmesi için peygamberi teslim etmedikçe kendileriyle asla barış yapmayacaklarına ilişkin bir yazı yazıp Kâbe’nin duvarına astılar. Bunun üzerine Haşimoğulları ve Abdulmuttalipoğulları, Ebu Talib’e başvurarak onunla beraber Mekke vadilerine çıktılar. Bütün güçleri tükenene kadar tam iki veya üç sene bu şekilde kaldılar. Kendilerine ancak gizli olarak bir takım şeyler geliyordu. Kureyş müşrikleri onların pazar yerlerine inmelerini yasaklamıştı. Öyle bir duruma geldiler ki, vadilerin arkasından açlıktan feryat eden kadın ve çocukların sesleri duyuluyordu. Bu durum Müslüman olup da onlarla beraber çıkmayanların çok zoruna gidiyordu. Müslümanların sıkıntıları çok artmıştı ve büyük bir sarsıntı geçiriyorlardı...”
Musa bin Ukbe, İbniŞihab’tan rivayetinde yine şunları söylüyor:
Gece olup herkes yattığında Ebu Talip, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yatağına çocuklarından, kardeşlerinden ya da amcaoğullarından birini yatırarak Peygamberi muhtemel bir suikasttan korumaya çalışıyordu. Rasulullah’ın öldürülmesi haddizatında müşriklerin hedefi haline gelmişti. Peygamberimizin müttefikleri onun için Mekke safını parçalamayı göze alabilecekler miydi, daha ne kadar bu şekilde davranmaya devam edeceklerdi? İşte iktisadi kuşatma ve ilişkilerin tüm olarak kesilmesi bunun için bir deneme aşamasıydı. İlişkilerin tüm olarak kesilmesinden önce durum çok kolay ve basitti. Bu iki kabilenin kendi çocuklarını diğer kabilelere teslim etmeyip himaye altına almaları için kabile taraftarlıkları ve kan bağına olan sadakatleri yeterliydi. Fakat iktisadi kuşatma, irtibatın kesilmesi bu iki kabileye çok acı bir darbe indirmiş ve onları tamamen Mekke’den azletmişti. Açlık ve çıplaklığa maruz bırakarak onları yok olmayla yüz yüze getirmişti. Burada Müslümanların tutumlarını ve sabırlarını hayretle karşılamıyoruz. Çünkü inançlarının gereği olan, kıyamet gününde sevaba nail olma ve cenneti kazanma fikirleri onların bu kadar şiddetli bela ve zorluklara katlanmaları için yeterli sebeplerdi. Ama konuya müşriklerin açısından bakacak olursak durum tamamen değişmektedir. Müşrikler birbirlerine şunları soracaklardır; ‘Niçin bu azaba katlanıyoruz? Niçin açlığa, darlığa, dağılmaya ve aşağılanmaya göğüs geriyoruz?’ Cevap ise çok açık; Bütün bunlar Muhammed Bin Abdullah için...
Bütün Mekke tehlike altına girmiş ve Mekke halkı iki büyük bloka bölünmüştü. Birinci blok Müslümanlar ve onları himaye eden Haşim ve Abdulmuttalip oğullarıydı. İkinci blok ise Kureyş’in diğer kabilelerinden olan müşrikleri kapsıyordu. Şüphesiz Müslümanların temiz kişilikleri ve kabileleri içindeki saygınlıkları, bu iki kabileyi böyle bir tavra itmişti. Eğer Rasulullah’ın yüksek şahsiyeti, değeri ve saygınlığı olmasaydı bu iki büyük kabile O’nun için böyle bir savaşa girmezdi. Eğer müşriklerden bir grup Müslümanları korumak için savaşa girmeyi göze alıyorsa, bu onlara duyulan sevgi ve takdirin bütün vasıflarını aşmış olduğunu gösterir. İşte Haşimoğullarının lideri Ebu Talip ve grubu Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem için canlarını, mallarını, kanlarını, kadınlarını ve çocuklarını feda ediyorlar. Aynı şekilde günümüzde cihadın mihnetine katlanan İslami hareket, cahiliye toplumu ile karşı karşıya geldiğinde Muttalip ve Haşim oğulları gibi kendilerine yardımcı olabilecek kitleler bulabilirler. Bunları çok iyi değerlendirmeleri gerekir.
Genel olarak cahiliye düstur ve kanunları, temellerine inanç ve konuşma hürriyetini koymaktadırlar. Sözde kalan ve pratikte yapılan bazı uygulamaları göz ardı edecek olursak, demokrasi bunu siyasi bir prensip olarak benimsemiştir. Öyleyse demokrasinin sağladığı bu imkânı Müslümanlar kendilerine destek olabilecek gruplarla sağlıklı bir iletişim kurmada siyasal bir üslup olarak kullanmalıdır. Fakat İslami hareketin, demokratik sistemin söz ve iddiadan öteye geçmeyip pratiğe konulamadığı ortamlarda kendisi için hiçbir işe yaramayacağını kesinlikle unutmaması gerekir. Hatta bu gibi ortamlarda demokrasi adına İslami hareketin yok edilme tehlikesi söz konusu olabilir. Özellikle de yaşamakta olduğumuz üçüncü dünya ülkelerinde... Onun için İslami hareket bu ortama güvenerek bütün kartlarını ortaya koymamalıdır. Böylelikle cahiliye kendisini yok etmeyi düşünerek harekete geçtiğinde, İslami hareketin tamamen yok olma tehlikesini önlenmelidir. Görüyoruz ki Rasulullah fertleri ve çalışmalarıyla Habeşistan’da bir ihtiyat merkezi bırakmış, kabilesinin himayesine girdikten sonra oradaki Müslümanları Mekke’ye çağırmamıştı. Çünkü bu himayenin geçici olduğunu ve gittikçe artan baskıların bu toplumu caydırıp, azgın düşmanın şiddetine boyun eğdireceğini biliyordu.
*Münir Muhammed Gadban’ın ‘Nebevi Hareket Metodu’ kitabından alıntıdır.