Bir önceki sayımızda ilim yolculuğuna çıkmış olan ve bu yola talip olan talebelerin bezenmesi gereken vasıflardan bazılarına (niyet, sabır gibi) değinmiştik. Konuya devam edelim inşallah.
Uzun ve meşakkatli ilim yolunda ilerleyebilmenin, sabredebilmenin yolu; insanın maneviyatını güçlendirmesiyle, iç donanıma sahip olmasıyla doğrudan alakalıdır. Sabır konusunda birkaç hususa daha değinmekte yarar olduğu kanaatindeyim. Sabır bu davanın olmazsa olmaz azığı olduğundan sadece ilim öğrenirken değil, her daim gerekli olan bir haslettir. İlim talebesi; kendi akranları dünyevî makam ve mevkilere talip olurken, kendisinin yüce makama -“kul” olma makamına- talip olduğunu bilmelidir. Yine başkaları uyku, eğlence ve rahat bir hayat ile meşgulken, kendisinin çileyle, uykusuz gecelerle ve mücadeleyle yoğrulan bir hayata talip olduğunu bilmelidir. Hangi Peygamber çile çekmedi, hangi davetçi veya âlim zorluklarla mücadele etmedi ki!
Günde kırk defa Fatiha’da “nimet verdiklerinin yoluna bizi ilet” dediğimiz nimet verilenler, (Peygamberler, sıdıklar, şehitler, veliler v.s.) bu nimete hangi çetin mücadele ve imtihanlardan sonra kavuştularsa, işte biz de bu yola talip olmakla “o mücadeleye talibiz” demiş oluyoruz aslında.
Takva
Sözlükte ‘korkmak, sakınmak, haşyet duymak’ gibi manalara gelen takvanın birçok tarifi yapılmıştır. O; ‘Allah’ın çizdiği hudutta durmak, bu hududun ne berisinde kalmak ne de ötesine geçmek’ şeklinde tarif edenler olduğu gibi; ‘şüpheli şeylerden kaçınmak’ olarak da tarif edilmiştir. Allah Azze ve Celle’nin hudutları konusunda hassasiyet sahibi olmak, adeta mayınlı arazide yürürken onlara basmamak için azami dikkat gösteren insan gibi davranmaktır. Kur’an’da takva ile ilgili onlarca ayete bakıldığında, takvaya verilen önem daha da iyi anlaşılacaktır. Bir yerde; “Kur’an takva sahiplerine yol gösterir”1, “Genişliği yerler ve gökler kadar olan cennetler ve Allah Celle Celaluhu’nun rahmeti muttakilere hazırlanmıştır”2 denilirken; başka yerde “Takva elbisesinin daha hayırlı olduğu”3 vurgulanmaktadır.
Takva elbisesi, bazı âlimler tarafından hayâ, salih amel, yüzdeki hoş çehre, harpte giyilen zırh ve miğfer, Allah korkusu ve haramlardan çekinerek Allah’tan sakınma, takvayı hatırlatan ve takvanın gereği olan elbise şekilleri olarak yorumlanmıştır. Takvanın yeri kalp olduğu için Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’de daima kalp üzerinde durmuş, kalpteki takvaya işaret etmiştir.
“Gerçekten cesette bir et parçası vardır. Bu et parçası sağlıklı olduğu zaman, tüm vücut sağlam olur. Bu bozulunca tüm ceset de bozulur. Dikkat edin, bu et parçası kalptir.”4 İlim talebesi bilmelidir ki, her toprakta nasıl gül yeşermiyorsa, her kalpte de atılan bilgi tohumları yeşermez, yeşerip meyve verse bile meyvesi tatlı ve faydalı olmaz. Bu nedenle beden ülkesinin padişahı hükmünde olan kalp, her türlü manevî kirden arındırılmalı, takva ile donatılmalıdır.
Ömer b. Abdulaziz, bir hutbesinde şöyle demiştir: “Her yolculuğun kendine göre bir azığı vardır. Âhiret yolculuğu için de takvayı azık alın.”5
İlim talebesi takva azığını elde etmek için neler yapmalıdır?
• Takvayı elde etmenin ilk yolu; imanla beraber Kur’an’a sarılmak, ayetleriyle tefekküre dalmak, hükümlerine uymakla mümkün olur. Kur’an, bizzat kendisinin takvaya götürdüğünü ifade eder: “Biz onu böylece Arapça bir Kur’an olarak indirdik ve onda korkulacak şeyleri, ikazları türlü şekillerde açıkladık. Umulur ki onlar (bu sayede) ittika ederler. (Korkup sakınırlar)”6 İlim talebesi Kur’an’la bütünleşmeli, tüm meselelere Kur’an penceresinden bakacak derecede Kur’an’a vakıf olmaya çalışmalıdır.
• İlim talebesinin sabah-akşam okuduğu, Kur’an ve hadislerden müteşekkil bir virdi olmalı, zikreden bir dile sahip olmalıdır. Elde edeceği ilimle kendisini bir şey zannetmemesi ve önüne çıkan engelleri aşabilecek manevî dinamiklere sahip olabilmesi için bu gereklidir. Bugün zikretmek yalnız tasavvuf erbabının işiymiş gibi algılanır oldu. Hâlbuki Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in her hali zikirdi.
• İlim talebesi nafile ibadetlere de önem vermelidir. Teheccüd ve Duha gibi nafile namazların yanında, haftada bir-iki gün oruç tutmalı, nafile ibadetlerin bir yandan farzları koruduğunu, diğer yandan kendisini Rabbine yaklaştırdığını unutmamalıdır.
• İlim talebesi nefis muhasebesi yapmalı, nefsi tezkiye etmenin yollarından olan; az konuşmak, az uyumak, az yemek ve kısa süreli uzlet (yeniden harekete geçebilmek için kısa süreli yalnızlık) gibi yöntemleri kullanmaya çalışmalıdır. “Kim de Rabbinin makamından korkar ve nefsini hevâdan (kötü istek ve tutkulardan) sakındırırsa, artık hiç şüphesiz cennet onun için bir barınma yeridir.”7
Yine Allah Celle Celaluhu’nun kendisine bahşettiklerinden imkân nispetinde Allah yolunda tasadduk etmeye (harcamaya) çalışmalı, rızık konusunda kanaatkâr olmalı, alan el değil veren el olmaya çalışmalıdır.
İstikrar – Gayret
İlim talebesi, öğrenme sürecinde istikrarlı olmalı, öğrendiklerini hazmederek yoluna devam etmeli, gerek eğitiminde gerekse hizmetinde üstün gayret sarfetmelidir. “Allah katında amellerin en makbulü az da olsa devamlı olanıdır”8 hadisi de, Allah Celle Celaluhu namına yapılan işlerin sürekli olmasına işaret etmektedir. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi itibariyle bilgiye ulaşmak kolay ve hızlı bir şekilde gerçekleşse de, ilim elde etmek tıpkı bir sanat öğrenmek gibi hoca eşliğinde olmalı, hocanın çizdiği plân-program dâhilinde uygulanmalıdır. Bu da sabrın yanında gayret ve istikrarla mümkündür. Bu bağlamda ilmin hocalardan alınması ve onların yanında uzun yılların harcanması üzerinde önemle durulmuş, sadece kitaplardan öğrenmenin yeterli olmayacağı vurgulanmıştır. Bugün hangi ilim sadece kitaplara bakılarak tam manasıyla öğrenilebilir? Herhangi bir tıp kitabı okuyana hemen doktor diyemiyorsak, herhangi bir mühendislik kitabını okuyana hemen mühendis gözüyle bakılamıyorsa, İslamî ilimlerde de durum böyledir. İlmî birkaç mesele öğrenmekle veya bir iki kitap okumakla kişi hemen kendisini ilim sahibi bir âlim gibi görmemeli, bu işin uzun bir sürece yayıldığını aklından çıkarmamalıdır. Bu konuda “ilme tek başına giren, tek başına çıkar” denilmiştir. Yani “ilim talebine hocasız giren, ilimsiz çıkar” manasındadır. İlim bir sanattır, her sanat ustaya muhtaçtır. İbn-i Haldun’un Mukaddimesi’nde bu konuyla ilgili şu sözü yer almaktadır: “Usulünce ilmi âlimin ağzından almayanın, müşkilât konusundaki yakîni, zandan ibarettir.” Yani âlimden birebir öğrenilmeyen ilimde derinleşme olmaz, zor meselelerde kesin bilgiye ve sonuca ulaşılamaz. Sadece zan olarak kalır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, ilim öğrenmede hoca faktörü, talebenin istikrarlı ve gayretli olması oldukça önemlidir. Zekâ ve kabiliyet elbette gereklidir ancak kararlılık ve gayret yoksa talebe yolun sonuna ulaşamayacaktır.
İlimle meşgul olan, öğrenen, öğreten, dinleyen kimsenin kalbi devamlı sürülen tarla gibidir, toprağı münbittir. İlimle meşgul olmayan kişinin kalbi ise yıllardır sürülmediği için toprağı sertleşmiş, taşlaşmış tarla gibidir, çoraktır, ürün almak neredeyse imkânsızdır.
İlim talebesinin vasıfları konusu bu kadarla sınırlı değildir elbette. Bu kadarıyla iktifa edelim. Rabbim ilimle meşgul olan ve ilmiyle âmil olanlardan eylesin.
1) Bakara, 2.
2) Al-i İmran, 133.
3) A’raf, 26.
4) Buhari, iman, 39.
5) Kuşeyri Risalesi, s. 200.
6) Taha, 113.
7) Nâziât, 40-41.
8) Buhari, iman 32.