Başyazı

İman ve İmtihan 2

Paylaş:

Hamd, insanı kendi halifesi kılarak yücelten ve çalışmaya sevk eden Allah’a; salât-u selam, geleceğe dair verdiği müjdeler ile ümmetini ümitvâr olmaya sevk eden Allah’ın Rasulü’ne; selam, o Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte mücadele eden sahabesine, ümmeti yeniden diriltme gayreti içinde olan ve gelecekten ümitvâr olan tüm kardeşlerime olsun.

 

Kıymetli Kardeşlerim! Geçen sayıda dünyanın bir mektep bizim de bu mektebin talebeleri olduğumuzu, imtihan edilmeden olgunlaşmanın, yükselmenin ve cenneti kazanmanın mümkün olmadığını ifade etmiştik. Allah’a güvenen imtihanı kazanır, kendisine güvenen imtihanı kaybeder. Çünkü Allah dışındaki her şey zayıf ve güçsüzdür. Onun için Müslümanlar sadece Allah’a güvenmeli, O’nun sonsuz Kudret sahibi olduğunun farkında olmalı, hiçbir şeyden korkmadan ve görevlerinden kaçmadan yollarına devam etmelidirler.

 

Size eziyet veren birçok sözler işitecek, bununla imtihan olacaksınız. Yahudilerden, Hıristiyanlardan, müşriklerden hatta Müslümanlardan eziyet verici çok sözler duyacaksınız. Kimileri size ‘gerici’ diyecek desinler, kendinizi onlara beğendirmek için modern olmaya çalışmayın, bu baskılara asla teslim olmayın yoksa imtihanı kaybetmiş olursunuz. Her zaman için Peygamberimize benzemeye çalışın başkalarına değil! “Eğer sabreder (takva ölçüleri içinde) sakınırsanız, işte bu azmedilecek işlerdendir.”1 İnsanlar başka şeyler için azmediyorlar. Esnaf para kazanmak, talebe üniversiteyi kazanmak, sanatçı- futbolcu şan şöhret sahibi olmak için azmediyor. Belediye başkanı başbakan, siyasetçi milletvekili olabilmek için azmediyor. Onlar tüm zamanlarını ve enerjilerini bunlar için veriyorlar. Hâlbuki onları burada bırakıp gidecekler, bu dünyayı terk ettikten sonra kimse onları hatırlamayacak. Hatırlasalar bile ne faydası var ki? Sadece amelleri onlarla beraber olacak, ne mal, ne makam ne şöhret ne de uğrunda ömrün feda edildiği hayaller onlarla olacak.

 

Kur’an-ı Kerim’de ‘fitne’ kelimesi yaklaşık 60 yerde geçmektedir. Bizim ‘bela’ dediğimiz ‘bele’ kelimesi 37 yerde, ‘musibet’ kelimesi 10 yerde, ‘imtihan’ kelimesi ise 2 yerde geçmektedir. Aslında hepsinin manası aynıdır. Bele; imtihan etmek, sınamak denemektir. İmtihan; zaten kullandığımız üzere imtihandır, fitne de ‘imtihan etme’ manasına gelmektedir. Fitnenin Arapçadaki asıl manası şudur; ham altın yani toz-toprakla beraber getirilmiş olan altın ortaya konur, ateşte ısıtılır, eriyince toz toprak üzerine çıkar, yüzeye çıkan toprağı alıp atınca geriye ‘saf altın’ kalır. Araplar altın ile altın olmayanın ayrılması işlemine ‘fitne’ derler. Aynı şekilde Kur’an-ı Kerim de bizim başımıza gelen olayları ‘fitne’ kelimesi ile isimlendirir. Allah Azze ve Celle bu kelimeyi kullanır ve buyurur ki: “Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fitnedir (imtihan konusudur.) Allah yanında ise büyük bir mükafat vardır.”2 Mal ve çocuk ile imtihan olacaksınız; bazılarınız mal imtihanını, bazılarınız evlat imtihanını kaybedecek. Hatırlayın, Medine’ye hicret edilmesi emredilmişti. Müslümanlar hicret etmekle her şeylerini; vatanlarını, akrabalarını, mallarını-mülklerini bıraktılar ve gittiler. Şüphesiz bu zor bir imtihandı. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem hicret hakkında: “Hicret zordur” der. Vatanı, akrabaları bırakmak, gittiği yerde ne olacağını neler yaşayacağını bilmeden sadece Allah’a güvenerek kalkıp gitmek çok zordur. İçlerinden bir kısmı bu zoru başarıp imtihanı kazandılar ve gittiler. Bazıları ise gidemediler. Hanımlarını ve çocuklarını bırakamadılar. Teğabun suresinde bu olay anlatılır ve buyurulur ki: “Evlatlarınızdan ve eşlerinizden bir kısmı size düşmandır.”3 İnsanın eşi veya çocukları kendisine nasıl düşman olur? Şöyle ki bazıları onlara olan sevgileri yüzünden görevlerini yapmazlar. Çocuklarına ve eşlerine olan bağlılıkları yüzünden Rablerinin emirlerini yerine getirmezler ve imtihanı kaybederler. İşte o zaman o eş ve o çocuk sanki onların düşmanı gibi zarar vermiş olur.

 

Mekke’ye hicret edenlerle edemeyenler birkaç sene sonra karşılaştıklarında, hicret edemeyenler, hicreti başarmış olanların çok şey kazanmış olduklarını gördüler. Hicret edenlerin birçok ayet- hadis öğrendiklerini, Peygamberimizin yanında ilim sahibi olduklarını, kendilerinin ise cahil kaldıklarını görünce; ‘Eyvah, biz ne yaptık! Keşke biz de bunlar gibi hicret etseydik. Keşke bizi çocuklarımız, işimiz alıkoymasaydı. Keşke onlara değil de Allah’a bağlansaydık’ dediler. İşte o zaman Teğabun suresinin 14. ayeti nazil oldu. Demek ki her ne koşulda olursa olsun mutlaka ve mutlaka imtihana tabi tutulacağız. İmtihanımız bazen korku ile bazen mal ile bazen de can ile olacaktır.

 

İMTİHAN NE ZAMAN SON BULUR?

Allah Azze ve Celle kuluna verdiği imtihanı ne zamana kadar devam ettirir? İmtihan tıpkı okullarda olduğu gibi sınavdan geçene kadar devam etmektedir. Peki, dünya imtihanını kazanamayanların bunu telafi etme hakları var mıdır? Yani okullarda sınavı geçemeyenler için bütünleme hakkı olduğu gibi dünya imtihanında da böyle bir durum söz konusu mudur? Asla! Kur’an-ı Kerim bize bu durumda olanlardan bahseder. “Suçlu günahkârları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız” (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen.”4

 

O suçlu günahkârlar, “Ya Rab, yalvarıyoruz bizi dünyaya geri gönder. İlk hayatımızda iyi işler yapamadık. Bunu telafi edebilmemiz için bize bir kez daha hayat ver bu sefer imtihanı kazanacağız, salih ameller yapacağız” derler. Ve reddedilirler. Allah Azze ve Celle, En’am suresinde böyle konuşanlar hakkında: “Eğer onları dünyaya geri döndürseydik tekrar aynı hayata geri dönerlerdi”5 buyurmaktadır. Çünkü onlar nefislerine, şeytanlarına, insanlara karşı mücadele vermek istemiyorlar. Eğer dünyaya bir daha gelmiş olsalardı tekrar aynı hayatı yaşayacaklardı. Bu dünyada yaşadığımız 60-70 yıl sonsuz hayatın bir numunesidir. Müslüman bu dünyada sonsuza kadar yaşasaydı sonsuza dek Müslüman olarak, kâfir de sonsuza kadar yaşasaydı kâfir olarak yaşardı.

 

Hesap günü imtihanı kazanamamış olanlar Allah Azze ve Celle’ye yalvarır bir halde, “bizi dünyaya geri döndür” derken, imtihanı kazanmış, mesuliyetlerini yerine getirmiş olanlar ise tıpkı başarılı bir talebenin karnesindeki yüksek notları herkese göstermek istemesi gibi “alın, okuyun defterimi, bakın karneme” derler.

 

Allah Azze ve Celle Peygamberimizden ve ümmetinden evvel başkalarını da imtihan etmişti. Kur’an-ı Kerim bize Hz. İbrahim’in bile imtihan edildiğini söyler. “Hani Rabbi, İbrahim’i birtakım kelimelerle imtihan etmişti. O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim’e): ‘Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım’ dedi”6 İbrahim olsanız bile imtihansız yükselmiyorsunuz. Seçilmiş insanlar, peygamberler ‘imtihan olmaz, onlara torpil yapılıyor’ zannetmeyin. Peygamberler bizden daha ağır imtihanlara tabi olmaktadırlar. Seçilmişlerin imtihanları da seçilmiş olmaktadır. Hangimiz çocuğunu kesmek ile imtihan edildik? Allah hangimize ‘oğlunu kes’ dedi? Hangimiz ateşe atılmak ile sınandık? Allah Hz. İbrahim’i bu imtihanlarla imtihan ettikten sonra dedi ki: “Seni insanlara imam yapacağım.” Demek ki imtihanlardan, zorluklardan geçmeden ‘imam’ olunmuyor. Eğer birisine bir makam bedavadan verilir ya da babasından kalırsa, kişi o makamın hakkını veremez. Makamın hakkını verebilmesi için eleklerden, imtihanlardan geçmelidir. Ancak ondan sonra kâmilleşir ve o makama layık hale gelebilir.

 

Allah Azze ve Celle kitabında bizi yarınlara hazırlamak için imtihan misalleri vermektedir. Bu misallerin sonunda ise Rabbimiz bazen musibet verdiğini bazen de zafer verdiğini söylemektedir. Bir takım sebeplerden dolayı imtihan ediliyorsunuz ancak sonunda zafere ulaştırılacaksınız. Şu an zayıf durumdasınız ama bilesiniz ki: “Eğer size bir yara isabet ettiyse onlara da benzeri bir yara dokunmuştur.”7 Uhud Savaşı’nda, bir mağlubiyet yaşamış olabilirsiniz ancak daha evvel de onlara Bedir’de bir mağlubiyet verilmişti. Siz Uhud’da 70 tane şehit verdiyseniz onlar da Bedir’de 70 tane adamlarını kaybetmişlerdi.

 

“Bugünleri insanlar arasında evirip çeviriyoruz.”8 Müslümanlara her zaman zafer verilmemektedir. Sağlam olan ile çürük olanın ayrılması ve her durumda Rablerine kulluk etmeyi öğrenmeleri için Müslümanlar bazen zaferle bazen de mağlubiyet ile imtihan edilmektedirler. Allah Azze ve Celle, Müslümanların sadece zafer günlerinde değil mağlubiyet günlerinde de kendisine hakkıyla kulluk etmelerini istemektedir. Ondan dolayı bazı zamanlarda onlara mağlubiyeti yaşatmaktadır. Mağlup oldukları zamanda da Allah sevgisini, Allah’a güven duymayı devam ettirmeleri, çile çekip, kâmil olmaları amacıyla böyle imtihan edilmektedirler.

 

Bazı insanlar ise ‘bu imtihanlar bize nereden geldi’ diye düşünmekteler. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Başınıza gelen her musibet kendi ellerinizin kazandığı günah sebebiyledir.”9 İnsan kendini mükemmel görmekte; yaptıkları günahları hesaba katmayıp, hep iyi taraflarını görmektedir. Namazını eda ediyor, zekâtını veriyor ve orucunu tutuyorsa görevini tamamladığını zannediyor ancak iyiliği emredip kötülüğe engel olmadığını düşünmüyor hâlbuki bu da farzlardandır. Farzlardan örnekler istesek, birçok insan namazı, zekâtı, orucu, haccı söyler ancak ‘iyiliği emredip kötülüğe engel olma’ farizası aklına dahi gelmez. Allah Azze ve Celle bize bu görevi emretmiştir. “Siz insanların hayrı için çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz. İyiliği emredersiniz, kötülüklere engel olursunuz ve hakkı ile Allah’a iman edersiniz.”10 Bunları yapmıyorsanız en hayırlı ümmetten sayılmazsınız. Ne yazık ki insan bunları yapmadığı halde dahi kendini en hayırlı ümmetten görebilmektedir. Bazı kimselerin namaz aklından çıkmaz, kılmazsa üzülür, kazasını yapar. Ancak ‘iyiliği emretme kötülükten sakındırma’ vazifesinin farz olduğunu düşünmez. Şeriatta uyku, sabah namazına kalkmamada bir mazeret olduğu halde, sabah namazına uyanamazsak üzülürüz. Hasta ve yolcu olmak oruç tutmamada mazeret olduğu halde, hasta olduğumuzda orucu terk edersek yine üzülürüz. Ama iyiliği emretme, kötülükten sakındırma emrini yerine getirmediğimizde üzülmüyoruz. Sanki Allah’ın dinini anlatmak, kötülüklere engel olmak, bu yolda mücadele etmek farz değil de sadece namaz kılmak, başörtüsü takmak farzmış gibi düşünülmektedir. İnsan kendisinin 4- 5 meselede imtihan olduğunu zannetmekte ve bu sebeple imtihanı kaybetmektedir. Hâlbuki birkaç soru ile değil yüzlerce soru ile imtihan oluyoruz. Tüm günahlarına ve eksiklerine rağmen insanoğlu ‘neden bu imtihanlar başımıza geldi’ demektedir.

 

Bugün Ümmet-i Muhammed’in içinden çıkamadığı çıkmazlardan birisi de ‘neden bu hale geldik?’ sorusuna yanlış sebepler ortaya koymasıdır. Kimileri fakirleşmeyi, kimileri bilimde geri kalmayı sebep göstermektedir ancak bu sayılanlar sebep değil birer sonuçtur. Sebebi doğru teşhis etmek gerekmektedir. Sonuçlar açık ve aşikâr olduğundan onları tespit etmek kolaydır, sebepleri teşhis gizli olduğundan ötürü tespiti zordur. Sebepler tahlil ile ortaya çıkar. Bizi hasta eden, yatağa düşüren virüsün hangisi olduğu, tahlil edilmeden ortaya çıkar mı? Bu şekilde sebebi anlayamayanlar başka sonuçları sebep zannediyorlar. Allah Azze ve Celle bize peygamberinin dili ile bu hale gelişimizin sebebini söylemektedir.

 

Efendimiz buyuruyor ki: “Bir zaman gelecek başka milletler size yemeğe saldırır gibi saldıracaklar. Orda bulunan sahabiler dediler ki: Neden ya Rasulallah? İleride sayımız az mı olacak, o yüzden mi bizden çekinmeyecekler? Buyurdu ki: Hayır, aksine ileride sayınız çekirgeler kadar çok olacak. Ama dünyada kıymetiniz kalmayacak. Selin üzerindeki çer-çöp gibi kıymetsiz olacaksınız. Sahabiler: Neden kıymetimiz kalmayacak? diye sorunca Efendimiz: Çünkü kalbinizde ‘vehn’ olacak, dedi. O nedir Ya Rasulallah? dediler. Buyurdu ki: Dünya sevgisi ve ölüm korkusu.”11

 

Bu sevgiler kalbinizde olduğu zaman imtihanınızı ve yeryüzündeki gücünüzü kaybedeceksiniz. Çünkü dünya sevgisi ve ölüm korkusu görevlerinizi yapmanıza engel olacak. Ve işte o zaman düşman sizden korkmayacak. Allah Rasulü bize bu hususlarla imtihan edileceğimizi ve kaybedeceğimizi söylemektedir. Yine Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Ben sizin fakirleşmenizden değil dünyaya dalmanızdan korkuyorum”12 buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz hadisleri ile ümmetin niçin bu halde olduğunun sebebini bizlere söylemektedir.

 

Cömertliği ile meşhur olan Abdurrahman bin Avf, bir seferinde 950 deve ve 50 at, bir başka seferde ise 30.000 gümüş bağışlamıştı. Her seferinde böyle yüksek miktarlarda bağış yapardı. Bir seferinde 700 devesini yükleri ile beraber bağışlamıştı. İşte bu kadar cömert olan ve imtihanları kazanan o Abdurrahman Radıyallahu Anh der ki: “Allah bizi fakirlik ile imtihan etti kazandık, zenginlik ile imtihan etti kaybettik.” Fakirdik, aç-susuz kalıyorduk, eziliyorduk, korkulu günler geçiriyorduk, dövülüyorduk, sövülüyorduk, öldürülüyorduk ancak biz bu imtihanları kazanıyorduk. Ama ne zaman ki zenginleşmeye başladık, işte o zaman imtihanı kaybettik, dünyaya dalmaya başladık. Bununla ilgili olarak Allah Azze ve Celle buyurur ki: “Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın.”13 Ebu Eyüp el-Ensari bu ayeti şöyle açıklar: “Arabistan yarımadasına İslam yayılınca, yaptığımız cihadın yettiğini, biraz da bağımıza bahçemize bakmayı, devemizi çoğaltmayı düşününce Allah Azze ve Celle bu ayeti gönderdi.” İşte Müslümanların şimdiki durumu budur. Ahiret için yaptıklarımızı yeterli görüp dünya için çalışmaya başlayınca yalnız ahireti kaybetmiyoruz, dünyamızı da kaybediyoruz. Ezildikçe ezildik, sömürüldükçe sömürüldük… Bugün Müslümanlar, dünyanın her tarafında kanı akıtılan mazlum ümmet durumundadır. Dünyanın neresinde kan akıyorsa o kan mutlaka bir Müslümanın kanıdır. Yalnızca ahiretimiz tehlikede değil dünyamız da tehlikededir.

 

BU MUSİBETLER NEDEN BAŞIMIZA GELMEKTEDİR?

Elbette bir kısım sebepleri vardır. Tevhidi unuttuk. La İlahe İllallah’ı yalnızca Allah’ın varlığı ve birliği zannettik. Allah’ın kanunlarının, koyduğu kuralların geçerli olması gerektiğini unuttuk. Başkalarından kanun aldık ve başkalarının kanunları, kriterleri toplumu bozdu, nefisleri terbiye etmedi. Tevhidi yeniden hatırlamak zorundayız çünkü başımıza gelen en kötü musibet tevhidi unutmamızdır. Tevhidi unutturan adamları tebrik etmek lazım(!) Nasıl oluyor da Müslümanlar her gün ‘La İlahe İllallah’ demelerine, her gün ezanlarda 5 defa duymalarına rağmen tevhidi anlamadan hayatlarına devam etmektedirler? Bize bu hakikati nasıl unutturdular, bunu nasıl başardılar? Ümmet-i Muhammed’in başına gelen musibetlerden kurtulmasının yolu; yeniden ‘hakiki imana’ dönmektir, tevhidi anlamaktır. Tevhid; sadece ‘Allah’ın varlığı ve bir olması’ demek değildir. Tevhid; her konuda Allah’ın dediğinin olmasıdır. O’nun dediği gibi bir dünya meydana getirmektir. Madem ki dünya O’nundur, o halde O’nun dediği olmalıdır ve bu O’nun hakkıdır. Hem hakkıdır hem de O’ndan daha iyi bilen yoktur. Müslümanlar eski günlerine kavuşmak istiyorlarsa evvela tevhidi hatırlamalıdırlar. Yeniden imana ulaşmalıyız. Hakiki imana ulaşmadan imtihanları kaybetmeye devam ederiz.

 

Allah Azze ve Celle hem kendi lisanıyla hem de peygamberlerinin lisanıyla bizlere imtihanları anlatmaktadır ve imtihanların sayısının çok olduğunu bildirmektedir. İşte Rabbimiz böyle imtihan eden bir Allah’tır. İmtihan etmeksizin kimseyi cennete koymamaktadır. “Yoksa (Allah) içinizden cihad edip sabredenleri bilip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız”14 Allah’ın, mücadele edenleri ve sabredenleri ortaya çıkarmadan sadece namaz kılıp zekât vereni cennete alması gibi bir durum söz konusu değildir.

 

Bir adam Peygamberimizin yanına geldi ve dedi ki: “Ya Rasulallah, kelime-i şehadet getirir ve namaz, oruç, hac üzere sana biat ederim. Yalnız şu zekât ile cihad bana zor geliyor. Bu ikisi bana farz olmasaydı olmaz mıydı ya Rasulallah? Efendimiz buyurdu ki: “Zekât yok! Cihad da yok! O zaman ne ile cennete gireceksin?”15 Yani candan ve maldan vermeden cenneti kazanamayacağız. Bütün ibadetlerin her biri bir imtihandır. Namazla, oruçla, hacla, cihatla, iyiliği emredip kötülükten sakındırmakla de imtihandayız. Haramlardan sakınmak, musibetlere uğramakla da imtihandayız. Her bir ibadet bizim bir yönümüzü tamamlamaktadır. Namaz insanı bir yönden eğitirken zekât, hac, oruç, cihad farklı yönlerden eğitmektedir. Aynı şekilde namaz bir yönden imtihan iken, oruç diğer bir yönden, zekât başka bir yönden imtihandır. Ve Allah Azze ve Celle bu imtihanlarla kullarını yükseltmek istemektedir. Bu imtihanlarda güzel elbise giymek, ön sıralarda oturmak fazla puan aldırmamaktadır. İmtihanda böyle bir şey yoktur. Okulda imtihan olduğunuz sınıfın neresinde oturursanız oturun fark etmeyecektir. Hangi elbise ile sınava girerseniz girin imtihanı etkilemeyecektir. Güzel elbise ile sınava girdiği için ya da kalemi kaliteli ve güzel olduğu için fazla puan alanı gördünüz mü hiç? Aynı şekilde bu dünya imtihanında da cevaplara; amellere ve ihlasa bakılmaktadır. Kimsenin güzelliğine, ön sırada ya da arka sırada olmasına, kürsüde konuşmasına ya da yerde oturmasına bakılmamaktadır. O gün kimsenin makamına bakılmayacak sadece cevaplarına bakılacaktır.

 

Allah Azze ve Celle, sadece bir defa geldiğimiz dünya hayatını hakkıyla değerlendirenlerden ve imtihanları kazananlardan olmayı bizlere de nasip eylesin. Allah’a emanet olun.

 

2013 Malatya-İman ve İmtihan konferansından alıntıdır.

1- Al-i İmran, 186

2- Enfal, 28

3- Teğabun, 14

4- Secde, 12

5- En’am, 28

6- Bakara, 124

7- Al-i İmran, 140

8- Al-i İmran, 140

9- Şura, 30

10- Al-i İmran, 110

11- Ebu Davud, Melahim 5

12- Buhari, Rikak 7

13- Bakara, 195

14- Al-i İmran, 195

15- Beyhaki, Hakim