Bismillahirrahmanirrahim.
Bir önceki yazımızda imanın zayıflayabilen ve kuvvetlenebilen bir unsur olduğuna delilleri ile yer vermiştik. İmanın kuvvetlenmesinden maksadın onun parlaklığının, ateşinin, heyecanının artması olduğunu tekrar ifade etmek gerekir. Burada kaleme aldığımız satırlarda ise imanı kuvvetlendiren etkenlerin neler olabileceği üzerinde duracağız.
Rabbimizin kâinatta hiçbir mahlukatına vermediği halifelik görevini insana vermesi insan için bir şereftir. Allah’a iman eden insan bu görevle birlikte yeryüzündeki tüm zalimlerle ve fasitlerle mücadele ederek İslam’ın istediği gibi bir medeniyet kurmakla vazifelidir. Bu büyük görevi omuzlayan insan, dünya hayatında da Allah’ı razı etmeye çalışmalı ve Allah’ın da kendisinden razı olduğu bir şekilde cenneti kazanmalıdır.[1] Bu kadar ciddi ve büyük bir vazifeye sahip olan mü’minin bu görevleri yapacak bir imana da sahip olması gerekir. Kişi mü’min ise zaten inanmıştır fakat büyük mesuliyetlerin gereğini yerine getirmek için sadece iman etmek yeterli değildir. Bu imanı korumak, beslemek, kuvvetlendirmek gerekir. İmanı kuvvetlendiren etkenlerin neler olduğunu maddeler halinde şu şekilde sıralayabiliriz:
- İmanı Zayıflatan Etkenlerden Uzak Durmak
İman eden kimse sever, nefret eder, hisseder, dertlenir veya hüzünlenir. Merhamet eder, acır, akleder veya düşünür. Yani iman bize hislerimizi doruklarda yaşamayı öğretir. Donuk, sönük, bitap düşmüş olarak değil büyük bir aşk ve heyecanla bir şeyler yapabilmek imanın getirisidir. İman insana ruh verir; attığı slogan sadece dilden çıkan bir söz değil yürekten dökülen bir dava manifestosudur, kıldığı namaz rutin bedensel bir ibadet değil “Allah’ım senden başka kimsenin önünde eğilmeyeceğim!” demenin ilanı olan bir Tevhid eylemidir, yaptığı yardım sadece para veya mal vermek değil mazlumların yaşadığı acıları gözlerinden okumak ve o dertle dertlenmektir… Fakat dünya sevgisi ve haramlara gelince bu iki unsur buz gibidir, katıdır, soğuktur. Yapmış olduğu ibadetler ve nafilelerle kalbinde imandan bir kıvılcım oluşan insana bir haram dokunduğu zaman o ateş söner, sonra tekrar uzun uğraşların sonucu olarak küllerinden bir kıvılcım yakması gerekir. Bir haram deyip geçmemeliyiz. Zihni donduran, kalbi yıpratan, bedeni yoran bir tanecik haramdır sadece. Haram, zihin, beden ve kalp dünyamızın kendi elimizle kiraladığımız katilidir. Kur’an’la, mücadeleyle, zikirle günlerce çaba göstererek elde ettiğimiz tüm manevi kazanımları bir çırpıda bilerek ve kendi ellerimizle yok etmektir. Kısacık zevkler ve küçücük peşin getiriler için ruhen ve vicdanen hapse atmak, prangalara vurmaktır kendimizi.
Dünya sevgisi ise haramların kaynağı ve yoldaşıdır. Allah’ın kelamı ve Rasulü’nün hadisleri ile imandan bir kora dönüşmesi gereken yüreklerimizi cılız bir kibrit ateşi haline getiren, hissizleştiren, basitleştiren bu iki beladır. Dava yolunda sağlam basarak, ihlasla ve her gün aynı aşkla atılması gereken adımları bir memurun işe giderken attığı adım kadar rutinleştiren, sıradanlaştıran şey de bu iki unsurdan başkası değildir. Tefekkür ile Allah’ın yarattığı mahlukatta muhteşem güzellikler ve mucizeler görülmesi gerekirken o bakışı dizi izleyen bir kimsenin sönük ve yorgun bakışına dönüştüren, histen yoksun bırakan, ibretten uzaklaştıran ve amele dönüştürmeyen de yine aynı iki musibettir. İslam davası yolunda başa gelen her zorlukta veya baskıda çok düşünmeden, kafa yormadan konuyu doğrudan Allah’a havale ederek “Hasbunallah” denmesi gerekirken durduran, düşündüren, “acaba” dedirten, tereddüte sevk eden şey de yine aynı iki illettir. İşte bu sebeplerden dolayı iman ateşini yüreklerde yakmak için her daim onu söndürmeye ve soğutmaya çalışan haramlardan ve dünya sevgisinden uzak durmak gerekir. Tohumu büyütecek suyu ve gübreyi vermekten daha öncelikli yapılması gereken şey yabani ve gereksiz otları temizlemektir. Haramların kirinden ve kasvetinden, dünya sevgisinin bataklığından ve çamurundan kurtulmadan Allah’ın nuruyla aydınlanan, Kur’an’la temizlenen, cihad ile ruh bulan imanlar inşa edilmesi pek de mümkün görünmemektedir.
- İmanın Esaslarını Delilleri ile Bilmek:
Rabbimiz Allah Azze ve Celle: “Ey iman edenler, iman edin.”[2] diye başlayan ayetin devamında neye iman edeceğimizi de söylüyor: “Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin.” Ayetin hitabında zaten iman edenlere seslenen Rabbimiz hemen ardından bu sefer de emir siğasıyla “iman edin!” buyuruyor. Buradan şunu anlıyoruz ki Rabbimiz, doğduğumuz anda ailemizden ve çevremizden görerek inanmamızı yeterli görmüyor. Akaitte “taklidi iman” olarak tanımlanan bu durum, kişinin delillerini bilmeden çevresinden görerek dine inanmasıdır. Aslolan ise tahkiki imana ulaşmaktır her zaman; yani Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, ahirete, kaza ve kadere inanmanın delillerini bilmektir. Çünkü insan imtihanlarla dolu bu dünya yolculuğunda her zaman için kendisini koşturacak, heyecanla yürütecek bir imani kuvvete sahip olmayabilir. Kalben zayıfladığı durumlarda imanın esaslarını aklen delilleri ile bilmesi insanın ayağının kaymasına engel olur ve onu korur.
Kur’an-ı Kerim’de: “Kulları içinde Allah’tan hakkıyla ancak ilim sahipleri korkar”[3] buyruluyor. Demek ki ilim, insanın imanını öyle bir hale getiriyor ki o kimse Allah’tan gereği gibi korkuyor. Takva adını verdiğimiz bu durum ise zaten imanın kuvvetinden ileri gelmektedir. Bilmekten kastımız kuru bilgi kırıntısı değildir sadece. Hatta kuru bilgi insanı kitap yüklü bir merkep haline de getirebilir. Bilmekten kastımız marifet derecesine çıkmak, bilinçlenmek ve idrak edebilmektir. Çünkü Rabbimiz: “Allah’ı gereği gibi takdir edemediler”[4] buyuruyor. Evet, insanoğlu ekseriyetle Allah’ı gereği gibi tanımıyor, büyüklüğünü takdir edemiyor. Kâinatın her zerresinde nakış nakış ilmini ve kudretini dokumuş olan o büyük zatın gücünü, kudretini bilemiyor. Bilemeyince de iman kuvvetlenmiyor.
Ey imanını kuvvetlendirmek isteyen zor dönemin (ahir zamanın), garip[5] yolcusu mü’min kardeşim! Kalbimizden günahları, haramları ve dünya sevgisini def etmekle başlamalıyız işe. Ara ara kalbimiz kirlenir, sürekli temiz tutabilmek için dikkat üzere olmalıyız. Ömür boyu dikkat üzere olmak zor değil mi? Elbette zor. Zaten imtihan da bu değil midir? Temizledikten sonra o kalbe artık ilim ile temel atmalıyız. Tevhid ilmi, iman ilmi, Kur’an ve hadis ilmi… Bu temeli attıktan sonra ise artık onu sürekli cilalayacak, güzelleştirecek ve daha da kuvvetlendirecek amelleri yerleştirmek gerekiyor. O konuya ise bir sonraki yazıda yer vereceğiz inşallah.
Sözümüzün sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.[6]
[1] Fecr, 30
[2] Nisa, 136
[3] Fatır, 28
[4] Zümer, 67; Hacc, 74
[5] “İslam, şüphesiz garip olarak başladı ve günün birinde garip hale dönecektir. Ne mutlu o garip mü'minlere!” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 398; Müslim, İman, 146)
[6] Yunus, 10