Rabbimiz Teâlâ Hac Suresi 78. ayette şöyle buyuruyor: ‘Allah yolunda var gücünüzle cihad edin. O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur’an’da) da sizi ‘Müslümanlar’ olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın, sizin Mevlanız O’dur. İşte, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcı.’
Ayet-i kerime Allah’ın davasını hâkim kılmayı vazife edinen dava erlerine görevlerini, misyonlarını, isimlerini, sıfatlarını adeta onları onure ederek ve arkalarında var olan Allah’ın yardımını da hatırlatarak harika bir şekilde özetliyor.
Allah yolunda var gücünüzle cihad edin…
Rabbimiz Teâlâ ayet-i kerimede öncelikle, “Allah yolunda var gücümüzle cihad etmemizi” emrediyor. İslam’da cihad, çok geniş kapsamlı bir kelimedir ki; her türlü çaba, çalışma, çatışma, mücadele, müdahale, mücahade cihadın içerisinde mevcuttur. İ’lâ-yı kelimetullah için verilecek olan bu mücadele, yeryüzünün en şerefli mücadelesi olmasının yanı sıra, gaye olarak da en ulvi gayeyi hedeflemektedir. Her çağda ortaya çıkan ve dahi çıkacak olan çağdaş Firavunlara ve Nemrutlara karşı, Allah’ın gasp edilen hakkını savunma ve hâkim kılma gayesi, bu mücadelenin şiarıdır. İşte bu gaye ile kullarına, Allah yolunda cihadı emreden Rabbimiz, bu görevi ‘var gücümüzle’ yapmamızı isteyerek, cihad vazifesini ifa edecek olan mücahidlere, azami gayret sarf etmelerini öğütlemektedir. Cihad farizasını yerine getiren birçok kardeşimiz, işte tam da bu noktada hatalar veya zâfiyetler göstermektedir. İslam’da farz olan her ibadetin, farz olan tarafının muhakkak bir sınırı vardır. Örneğin namazın, orucun, haccın, zekâtın sınırı bellidir. Ancak Rabbimiz, cihadın sınırını bildirmemiştir. Bu ayetten anlaşılıyor ki cihadın sınırı, kişinin gücünün son noktasıdır ki; insanın gücü, hiç de zannedildiği gibi dar sınırlara sahip değildir. Bir taraftan çok zayıf bir varlık olarak yaratılan insanoğlu, diğer taraftan çok güçlü bir varlığa dönüşebilmektedir. İşte hakikatte aciz ve zayıf olan insanın, tasavvuf ehlinin de tespitiyle, azmedince ve kastedince, yapamayacağı şeyler sınırlı olan, acayip bir varlığa dönüşebilmesi, vazifesinin sınırlarını genişletmektedir.
‘Var gücünüzle cihad edin’ buyuruyor Rabbimiz… Allah yolunda cihad eden mücahid, bütün enerjisini ve yeteneklerini bu mücadelede seferber etmeyi başarabilmelidir. Özellikle zorlanılan zamanlarda, insanın sınırının ve tahammülünün genişliği daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Allah yolunda cihadın envai çeşidini hayatlarında birebir yaşayan peygamberler, güçlerinin çok zorlandığı dönemlerde dahi eyvah dememişler, ahu vah etmemişler, YA RAB demeyi bilmişlerdir. Hastalıklarla mücadele eden Hz.Eyyub’un; “Ya Rabbi, bu dert bana dokundu; Sen merhametlilerin en merhametlisisin”1 diyerek meramını, gücünün durumunu dile getirmesi… Firavunun zulmünden kaçan Hz. Musa’nın “Rabbim, senden gelecek her hayra muhtacım”2 diyerek niyazda bulunması… Ve Kızıldeniz’in önünde ‘eyvah yakalandık’ diyenlere “hayır, Rabbim benimle beraberdir; bana yol gösterecektir”3 diyerek tevekkülü öğretmesi… Balığın karnındaki Yunus’un “ben nefsine zulmedenlerden oldum (sen bana yardım et)”4 diyerek yürekten gelen bir nida ile özürle beraber yardım dilemesi… Ve Taif’te Efendimiz’in, “Ya Rabbi acizliğimi, çaresizliğimi, insanlar tarafından hakir görülmemi sana şikâyet ediyorum; ey merhametlilerin en merhametlisi, beni kime bırakıyorsun. Eğer bana gazaplı değilsen çektiklerime, belalara aldırmam... Nuruna sığınırım… Rızanı dilerim…” diyerek serzenişte bulunması…
…O sizleri seçti…
Rabbimiz ayetin devamında “Sizi seçti” buyurarak, sadece peygamberlerin değil, Allah yolunda cihad edenlerin de seçilmiş kullardan olduğunu bildiriyor. Toplumda iyilik hâkim olsun, kötülükler defolup gitsin diye, Efendimizin buyurduğu gibi ‘eliyle, diliyle veya hiç olmazsa kalbiyle buğzedip’ cihad eden mücahid; Rabbimizin buyurduğu gibi ‘malıyla canıyla’ cihad eden mücahid ve yerine göre çalışarak, çatışarak cihad eden mücahid, Allah Azze ve Celle tarafından seçilmiştir. Allah yolunda ortaya koyduğu cihadın hürmetine, mücahide verilen bu seçilmişlik nimeti, kula verilen büyük bir nimettir ki, nimet büyüdükçe imtihan da büyür. İşte Allah’ın davasını hâkim kılmaya çalışanlar, nasıl bir nimetin ve aynı zamanda nasıl bir imtihanın içerisinde olduklarını bilmelidirler. Bilmelidirler ki, taş taşıyan gibi rahat değil, cevâhir taşıyan gibi kaygıyla ve itina ile yüklerine, görevlerine sahip çıkıp, sımsıkı sarılmalıdırlar.
Güçlük yok; çünkü siz Müslümansınız
Rabbimiz, “O size, din konusunda bir güçlük yüklememiştir” buyurduktan sonra, adımızın da “müslüman” olduğunu hatırlatarak, zorlukları kolaylaştıracak temel duygunun, teslimiyet duygusu olduğunu bildiriyor. Yani, aslında cihad zordur, ama müslümana kolaydır. Tıpkı Rabbimiz Teâlâ’nın, “Namaz zordur ama huşu ehli için kolaydır”5 buyurması gibi. Nefsi ile cihad edip, önce nefsini yenen ve Allah’a teslim olan Müslüman’a, kâfirle, zorluklarla mücadele kolaylaşacaktır; kolaylaştırılacaktır. “İnsan kebed (zorluk) içerisinde yaratıldı”6, “Ey insan sen Rabbine kavuşuncaya kadar kedh (çalışıp çabalayacaksın) içerisinde olacaksın”7 mealinde gelen ayetler, aslında insanın, hayatı boyunca zorlu mücadelelerin içerisinde olacağının haberini vermektedir. Yani adeta, ‘Ey Müslümanlar, zannetmeyin ki sadece siz zorluklar içerisinde çabalıyorsunuz; siz asıl zorluğu kâfirin hayatında görün’ denilmek isteniyor. Zorluk var; zorluk var. Müslüman’ın cihad ile yaşadığı zorluk, İslam olmak ile teslimiyet duygusuyla kolaylaştırılırken, kâfirin mücadelesinde, böyle bir kolaylaştırma yoktur; bilakis, kâfirin küfrü, zorlu mücadelesine zorluk katmaktadır.
Ortak geçmişimiz… Hepinizin Atası İbrahim Aleyhisselam
Bir de ayette, Atamız İbrahim Peygamber zikredilerek, Hıristiyan ve Yahudilerle ortak geçmişimiz, ‘Müslüman’ ismi zikredilerek de ortak ismimiz hatırlatılıyor. Yahudi ve Hıristiyanlarla Âdemoğlu olarak sadece soy bağımız yok, Millet-i İbrahim olarak da din bağımızın var olduğu hatırlatılıyor. Babamız ortak, atamız ortak, aslında adımız dahi ortak idi. Allah Azze ve Celle’nin peygamberleri yoluyla gönderdiği din İslam idi. Dolayısıyla bugün Yahudilik ve Hıristiyanlığın akidesi-ahkâmı, özü-sözü değiştiği gibi, orijinal adı olan İslam adı da değişmiş, böylece mensupları, Müslüman olarak değil Yahudi, Hıristiyan olarak anılmaya başlanmıştır. Dinin ve de mensuplarının, adının dahi değişmesi, bu dinlerdeki tahrifatın derinliğini göstermektedir. İşte bu ayetle, dünyanın kahir ekseriyetini oluşturan Hıristiyanlara ve elbette Yahudilere ‘özünüze, aslınıza, isminize dönün’ mesajı verilerek, İslam olmaları öğütleniyor.
Ve Rabbimiz, ayetin son bölümünde, temel ibadetlerimizden olan namazı ve zekâtı hatırlattıktan sonra, ‘Allaha sarılın, sizin Mevla’nız O’dur. İşte ne güzel Mevla ne güzel yardımcı’ buyuruyor. Bu ifadeler o kadar sıcak ifadeler ki, insan açıklama yaparak, ayetin sıcaklığını bozmak istemiyor. Sadece birkaç cümle… Rabbimizin sımsıcak, kulunu sahiplenen, kulunun da Rabbini sahiplenmesini isteyen bu nidasını duyan kul, Allah’a sarılmaz mı? Allah’ın davasına sarılmaz mı? Vazifelerine sımsıkı sarılmaz mı? Vazifelerine sımsıkı sarılıp, cihad yolunda var gücüyle çalışmaz mı? Mücahid* şunu unutmaz, dünyada Allah’ın davasına sahip çıkıp sarılana, kıyamet günü de Allah sahip çıkar (tabiri caizse) adeta sarılır; kulunu o zorlu günün zorluğuyla baş başa bırakmaz. Ve bir de ‘sarılmak’ muhabbetin göstergesidir ki, Muhabbetullah’ı yaşamak isteyenin bu duyguyu cihad ile yaşayacağı da bildirilmiş olmaktadır.
1- Enbiya 83
2- Kasas 24
3- Şuara 62
4- Enbiya 87
5- Bakara 45
6- Beled 4
7- İnşikak 6
*Yazıdaki her ‘mücahid’ kelimesinin içerisinde, ‘mücahide’ kelimesi kesinlikle mevcuttur.