Kapak

İslami Hareketin Önündeki Engeller

Paylaş:

Mücadele, bu dinin en karakteristik özelliğidir ve tarih boyunca hep var olagelmiştir. Tarihin seyri içerisinde bu dinin mensupları her zaman bir takım engellemelerle karşılaşmış, bu engelleri aşmanın mücadelesini vermiş, en nihayetinde daima üstün gelecek olanın Hakk’ın temsilcileri olacağı inancıyla yaşamışlardır. Buna mukabil batılın temsilcileri de boş durmamış, nefislerinin ve şeytanın tesiriyle oluşturdukları sistemlerin muhafazası için Hakk’ın temsilcilerine savaş açmış, onları daima engellemek için çeşitli tuzaklar kurmuşlardır. Meydana gelen Rabbani hareketi engellemek için kimi zaman iftira ve karalamalara başvurmuşlar, kimi zaman da işi fiili saldırılar ve işkencelere kadar götürmüşler, hakikatin sesini daima kesmek istemişlerdir. Zaman, şartlar ve kişiler değişmiş ancak ortaya konan oyunlar ve karakterler aynı kalmıştır. O yüzdendir ki Kur’an, çoğu zaman isim vermeden Rabbani hareketi engelleyen şahsiyeti ve onun hakikat karşısında takındığı tutumu ortaya koyar. Ta ki herkes kendi zamanının çağdaş Nemrutlarını, Fir’avunlarını engelleme şekilleriyle tanısın, ona karşılık kendisi de birer İbrahim ve Musa olabilsin diye.

İslami Hareket, Osmanlı’nın yıkılmasıyla beraber hilafetin kalkması ve tüm dünyada Müslümanların hâkimiyeti Batı’ya kaptırmasından sonra telaffuz edilen bir kavramdır. O güne kadar kullanılmamasının ve kitaplarımızda bahsinin geçmemesinin nedeni, Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem’den itibaren Osmanlının son dönemlerine dek yeryüzünde İslam’ın hâkim olmasındandır. Her tarafta İslam hâkim olunca dolayısıyla İslam’ı yeniden hâkim kılma mücadelesi gerekmediğinden, Kur’an ayetlerine ve Siyer-i Nebi’ye bu gözle bakılmamıştır. Hâkimiyeti kaybedince yeniden hâkim konuma geçmenin çareleri aranmaya başlanmış, hareketin ilk ortaya çıktığı zamanlar ve ilk nazil olan Kur’an ayetleri bu bakışla tekrardan incelenmiş, İslam’ın bir hareket modeli olduğu ortaya çıkarılmıştır. Diyebiliriz ki Allah Azze ve Celle, bir yandan Müslümanlara yeryüzünde kendi namına bir medeniyet kurma görevi verirken, diğer yandan bu görevi nasıl ve ne şekilde gerçekleştireceklerinin yol haritasını da gösteriyor. Ferdi olarak yükselmenin, takvaya ulaşmanın yolunu gösterdiği gibi, toplumsal yükselmenin ve zirveye ulaşmanın ipuçlarını da veriyor. Zamana ve şartlara göre kısmi bir takım değişiklikler olsa da esası değişmeyen bir hareket modeli sunuyor. Kur’an, bu Tevhidi Hareket Modeli ile tüm zamanlara, tüm mekânlara ve şartlara hitap ediyor.

Bir yerde hareket varsa mutlaka o hareketi bastırmak, sesini kısmak isteyen karşı hareketler ve engellemeler de olacaktır. Son bir asırdır İslam Âleminde gerek görülen zulümlerin tesiriyle gerek yapılan çalışmaların etkisiyle ve Allah’ın yardımıyla meydana gelen hareketlilik, gayri İslamî güçlerin dikkatini çekmiş, ümmetin yeniden ayağa kalkmasını engellemek için planlar ve projeler hazırlamışlardır. Pek tabiidir ki hareketin engelleri her zaman dışarıdan değil, bazı zamanlar içeriden (hareketin kendi mensupları veya hareketin dayandığı metod ve prensiplerden ) olmuştur. Biz bu yazımızda konuyu genel perspektiften ele alıp (iç-dış engelleme ayırımı yapmaksızın) İslami Hareket için tehlike arz eden bazı engellerden bahsedeceğiz inşallah.

Ilımlılık/Aşırılık

Kur’an, bu ümmetin vasfını “vasat ümmet”1 (itidalli, orta yolcu) olarak tanımlarken, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de Veda Hutbesinde Kur’an ve Sünnet’e sarıldığımız müddetçe tüm meselelerde bu çizgiyi aşmayacağımızı (sapmayacağımızı) hatırlatıyor. Ancak hareketi engellemek isteyenler bu çizginin dışına çıkarmak, hareketin istikametini bozmak ve daha da önemlisi Allah Celle Celaluhu’nun yardımından yoksun bırakmak isterler. Hareket içerisindeki genel temayüle göre bazen harekete baskı uygulayıp yumuşatma ve geri adım attırma yöntemi uygularken, bazen de olması gerekenden daha sert davranmaları için zemin hazırlarlar. Birlikte yaşayabilmemiz için hükümleri yumuşatmanız, bazı hükümlerden (özellikle ahkâm ayetleri) vazgeçmeniz, cihad gibi kavramları telaffuz etmemeniz gerekir gibi ifadelerle İslamî hareketin mensuplarını baskı altına almak isterler. Mevcut sistemle barışık ve istenilen kıvamda yumuşamış bazı hareketleri (belki hizmet demek daha uygun) örnek gösterirler, “gerçek İslam budur” diyerek bunun dışında kalan hareketleri aşırı/marjinal olmakla suçlarlar. Öyle bir hâle gelinir ki o hareketin mensupları zulme ve zalime karşı çıkmayan, hâkim güçleri kızdırmamak gerektiğini düşünen, hatta onların zulümlerini hoş ve mazur gören hümanist bir yapıya dönüşürler. Bu hareketin mensupları davası olmayan, yalnızca güzel ahlaktan bahseden, bir yanağına vurulduğunda diğer yanağını uzatacak kadar mücadeleden uzak duran, herkesi kardeşi gören bir İslam anlayışına sahip olurlar. Takdir edilir ki adeta mücadelede ruhu ellerinden alınmış olan bu ılımlı hareketle bir yere varılabilmesi mümkün değildir. Öte yandan bir hareket içerisinde zulümlere engel olma, cihad etme gibi kavramlar daha çok yaygınsa, genel temayülleri bu yönde ise bu gibi hareketleri de aşırılığa sevk etmek isterler. Ümmet için tek çıkar yolun silahlı mücadele olduğunu, bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini, hatta nerede bir cihad cephesi varsa anın vacibi olarak oraya gitmek gerektiği gibi ifadelerle çoğu kanı kaynayan gençlerden oluşan hareketlere bu şekilde istikamet verirler. Çoğu zaman bu şekilde hareket edenler cihadı yalnız fiili çatışmadan (kıtal) ibaret zannetmekte ve uzun vadeli tebliğ çalışmalarını zaman kaybı görüp küçümsemektedirler. Yine aşırılık içerisinde değerlendirilmesi gereken bir durum da “tekfir meselesi”dir. Aşırılığın belki de en zararlısı diyebiliriz. Çünkü tekfirin (Müslüman kardeşini kâfir görme anlayışı) bir adım ötesi, Müslüman’ın kanını helal görme ve gerekirse onu öldürme anlayışıdır. Bu gün Müslümanların birbirleriyle savaşmasının, birbirini öldürmesinin temelinde bu anlayış hâkimdir. Son zamanlarda Ortadoğu’da Müslümanların birbirleriyle çatışmasında, şii-sünni gibi mezhebi tartışmanın yanında karşı tarafı kâfir görme temeline dayanan tekfirciliğin hiçte azımsanmayacak kadar çok olduğu bilinmektedir. Maalesef bu tür hareketler hem ABD hem de körfez ülkelerince bir yandan maddi açıdan el altından desteklenmekte, bir yandan da Dünya’ya “Müslümanlar işte böyledir” diyerek mesaj verilmektedir. Bu tür hareketlere katılan samimi insanların sayısının çok olması, onların bu hareketlerini meşrulaştırmadığı gibi, bu aşırılıklarıyla Dünya’daki İslami Hareketlere zarar verdikleri gerçeğini de değiştirmez.

Oryantalizm

Kelime manası olarak doğubilimcilik, şarkiyatçılık manasına gelir. Kendileri bunu objektif bilimsel çabalar olarak lanse etseler de Oryantalistlerin asıl amacı, Doğu’nun (çoğunlukla Ortadoğu ve İslam ülkeleri) dini ve kültürel değerlerini derinlemesine öğrenmek, onları batılılaştırmak için dini değerlerinde tahrifatlar yapmak, Batı’nın her türlü sömürüsüne hazır hâle getirmek için Ortadoğu’ya ve İslam âlemine kendi istedikleri gibi şekil vermektir. Oryantalistlerle ilgili araştırma yapıldığında, büyük çoğunluğunun Hristiyan misyoneri bir kısmının da Yahudi olduğu görülecektir. Bu da, onlar hakkında söylenen “sömürgeciliğin keşif kolu” sözünü doğrulamaktadır. Oryantalist bilim adamları, İslam Tarihini ve diğer İslami ilimleri derinlemesine araştırmışlar, bu konularda kitaplar yazmışlar, dinimizi tahrif ederek Batı’da İslam’a yönelişleri engellemişler, Doğu’da ise özellikle Hadisler ve Mezhepler noktasında ortaya attıkları iftiralarla kafaların karışmasına sebep olmuşlardır.  Geçmişte bizi bölen ve aramızda fitne çıkmasına neden olan meseleleri ısıtıp tekrardan önümüze servis yapmışlar, bir yandan bu meseleleri tartışarak İslam’ı hâkim kılma çalışmaları yapılmasını engellemişler, diğer yandan Müslümanların aralarına, birbirleriyle çatışacak derecede gruplaşmalarını sağlayıcı fitne tohumları ekmişlerdir. Engel olarak başlı başına Oryantalizmden bahsetmemizin sebebi; mezhep karşıtlığı, tekfir meselesi, hadis inkârcılığı gibi İslam Toplumu’nun başına bela olan fikirlerin hepsinde rolleri olması hasebiyledir. İslam’ın hâkim olduğu yıllarda bu fikirler bir dönem fitneye sebep olsa da sonrasında gelişme ortamı bulamamış ve kaybolmuşlardır.  Uyumakta olan mikrobun vücudun bağışıklık sisteminin zayıflamasında yeniden harekete geçip hastalığa sebep olması gibi, İslam’ın ve Müslümanların zayıfladığı bu zamanda toplumun bünyesindeki bu fitne mikropları da tekrardan harekete geçmiştir. ABD’nin Ortadoğu’ya savaş zoruyla götürdüğü özgürlük! ve demokrasi! neticesinde mezhepçilik ve tekfircilik gibi fitne tohumları yeniden hortlamış ve her gün onlarca Müslüman’ın ölümüne sebep olacak boyutlara ulaşmıştır.

Bizde de Oryantalistlerin yerli işbirlikçileri veya samimi olsa da onlardan etkilenmiş olanların katkısıyla “dinde reform yapmalıyız” adı altında mezhep inkârcılığı, hadisler üzerinde şüpheler uyandırma (hatta bazı hadisleri inkâr), binlerce fıkhî meseleyi yeniden ele alma, ferdiyetçilik gibi anlayışlar türemiştir. İslami Hareketin mensupları, bunların ortaya attığı Kur’an’da direk olarak geçmeyen ancak tafsilatıyla hadislerde mevcut olan kadere iman, kabir azabı, recm cezası ve uygulaması gibi meselelerle uğraşmaktan bir yönüyle zaman kaybetmiş, diğer yönden kafası karışan fertleri kaybetmiştir. Şüphesiz her biri başlı başına İslami Hareketin engellerinden olan hadis inkârcılığı, mezhebi inkâr veya gereksiz görme anlayışları gibi fikirlerin her birinin üzerinde durmak, yanlışlarını ortaya koymak ve çürütmek mümkündür. Ancak biz burada genel bir perspektif çiziyoruz.

Metot konusu

Bu dinin hareket metodu Rabbanidir ve tüm Peygamberlerin ortak yoludur. Her dönemde bazı stratejiler, şeriatteki bazı hükümler değişmiş olsa da metodun aslında hiçbir değişiklik olmamıştır. Kur’an incelendiği zaman görülen odur ki tüm Peygamberlerin ortak davası Tevhiddir ve her Peygamber Tevhid davasıyla ortaya çıkmıştır. Ana mesaj olan Allah’tan başka ilah olmadığı ve her meselede O’na teslim olunması, kanun koyma yetkisinin O’na verilmesi gerektiği üzerinde durmuşlar ve bu metottan taviz vermemişlerdir. Bu gün metod konusunu ictihad kapsamında görenler, her devirde değişen bir metod olduğunu düşünenler, maalesef Nebevi Metodun dışına çıkmışlar, bir kısmı partiler adı altında köşeleri kapıp İslam’ın önünü açacağız vaatleriyle sisteme entegre olmuşlar, bir kısmı da suya sabuna dokunmadan, İslam’ı siyasi meselelere karıştırmadan dinin ahlak boyutu üzerinde durmuşlardır. Nebevi Metodun dışındaki hareketler hem zaman ve para kaybına sebep olmuşlar hem de bu metotlarla yetişen Müslümanların rahatına düşkün insanlar olmasına sebep olmuşlardır. Bu metotlarla 21. asrın Ebubekirlerinin, Ömerlerinin yetişmesi mümkün değildir. Aynı zaman da bu şekilde Rabbani bir hareketin ortaya çıkmasını da geciktirmişlerdir. Muhterem Hocamızın “her yanlış metod, Rabbani metodun önünde engeldir” sözü gerçekleşmiş oldu. Yanlış metotlarla memleketin başına geçenler, İslami Hareketlerin önüne engel koyan, hatta hareketleri bitirmeye çalışan kararlara imza atıyorlar. Kendi makamlarını koruma veya başka bir gerekçe, her ne olursa olsun sonuç itibariyle yapılan İslami hareketlerin engelidir ve bunun vebali ağırdır. Parti metoduyla makamlara yerleştikten sonra İslami davetlerin önünü açacaklarını vadedenler, tam tersini yaparak sistemin teminatı olmuşlar, kendilerini o makamlara taşıyan Müslümanları engellemeye başlamışlardır. Hükümeti oluşturanlar Müslümanlar olunca, engellenme sırası henüz kendisine gelmeyen İslami kesimlerden gereken tepkiler de olmamaktadır.

Sonuç itibariyle İslami hareketin engelleri daha da fazladır ve hepsini bir sayıda bitirmek mümkün değildir. Ancak şunu söyleyebiliriz: Nebevi metodla hareket etmeye muhtacız. Bu metod, kestirmeden sonuca götürmekte, fertleri sağlamlaştırmakta, İslam düşmanlarının tuzaklarını bertaraf etmekte ve en önemlisi Allah’ın yardımını celbederek engellerin aşılmasını sağlamaktadır. “Uğrumuzda cihad edenlere yollarımızı gösteririz”3 ayeti bu Rabbani metodla İslami Hareket ortaya koyanlara garanti vermektedir.

 

  1. Bakara, 143