İslami hareket; içinde bulunduğu toplumda Allah’ın hükümlerinin hâkim olması için çalışan, Kur’an ve Sünnetten aldığı prensiplere göre mücadele eden, birbirine İslam akidesi ve onun şekillendirdiği kardeşlikle bağlı, gayesi, hedefi ve esasları olan, bu amaca gönül vermiş kişilerin meydana getirdiği bir yapıdır. Elbette ki İslam adına yapılan çalışmaların hepsini hareket kavramıyla ilişkilendiremeyiz. İslami hizmetlerde bulunan yapıların birçoğu grup aşamasında, bunların içinden bir kısmı cemaat aşamasına geçmiş, çok az bir kısmı da hareket olabilmiştir. Biz bu makalemizde daha çok İslami hareket üzerinde durmaya çalışacağız ve hareketin temel dinamiklerini ele alacağız.
Nasıl ki bir binanın/yapının ayakta sağlam durması için gerekli bazı dinamiklere (temel, kolon, kirişlerin sağlamlığı gibi) ihtiyacı varsa, İslami hareketi de bir arada tutan, onu her türlü sarsıntılara karşı dayanıklı kılan dinamiklere ihtiyacı vardır. Bu dinamikler ne kadar sağlam ve dayanıklı ise yapı o oranda ayakta kalacaktır. Aksi durumda beton binaları yıkan depremler gibi toplumsal bazı depremler, olaylar ve imtihanlar da İslami hareket binasına zarar verecektir. Az, orta veya ağır hasarın oluşması, yapının temel dinamiklerinin durumuyla paralellik arz edecektir.
Bir bina için, onu ayakta tutan temel dinamiklerin hayati öneminin ne kadar haiz olduğunu özellikle yaşanan deprem hadisesinden sonra toplumda bilmeyen kalmamıştır. Bir bina yıkılsa onun tekrar yapılması kolaydır, en fazla bir iki seneyi bulur. Ancak İslami bir hareketin oluşumu yıllar aldığı için, yıkıldıktan sonra tekrar aynı seviyeye gelmesi de yıllar alacaktır. Dolayısıyla onun temel dinamiklerinin bilinmesi, hassasiyetle korunması çok daha önemlidir. Ele alacağımız her bir dinamik ve onunla ilgili örneklerimizde bağlı kalacağımız referansımız dinimiz ve onun başlıca kaynaklarıdır. Zaten dinin temel kaynaklarını referans olarak almayan bir yapının İslami hareket oluşundan da bahsedilemez. İslami hareketin temel dinamiklerinin bazıları maddi bazıları da manevi dinamiklerdir.
İSLAM DAVASI VE DAVANIN ESASLARI
Maddi ve manevi dinamiklere geçmeden önce şunu belirtmemiz gerekir. Her şeyden önce İslami hareket nebevi bir harekettir. Dolayısıyla kriterlerini, mücadele yöntemini Kur’an’dan ve Sünnetten alır. Tüm peygamberlerin ortak davası olan Tevhid’in toplumda yayılması ve Tevhid’in meydana getirdiği bir medeniyetin oluşması en önemli hedefidir. Bir cümlede toplayacak olursak, gayesi Allah rızası, hedefi İslam medeniyetidir. Dolayısıyla hareketin daima Tevhid üzerinde durması, Tevhid medeniyetinin toplumda hâkim olmasıyla elde edilecek dünyevi ve uhrevi kazanımlardan bahsetmesi, bu hareketin en bariz özelliğidir. Farzlarda ve haramlarda geri adım atmaması (taviz vermemesi), diğer meselelerde dinin ölçülerine göre müsamaha göstermesi de hareketin genel kaidesidir. Bir İslami hareketin bu meseleye dikkat etmesi, bunu kırmızı çizgisi görmesi, en önemli temel dinamik kabul etmesi kaçınılmazdır. Hareketin bu anlayışına içten veya dıştan vurulacak darbe, istikametten sapmayı ve bir süre sonra da dağılmayı beraberinde getirecektir. Fertler içerisinde hareketin istikametinde değişiklik olduğu söylentisi, harekete olan güveni sarsacak, geleceğe dair ümitleri kıracaktır. Bu temel dinamik, baştan aşağıya tüm hareket mensuplarının üzerinde titizlikle durması gereken bir meseledir. İslami hareketin geçmişten bugüne kadar mücadele yönteminde ve istikametinde (kırmızı çizgilerinde) bir değişimin olmaması, çizgisini muhafaza etmesi en önemli özelliğidir. Bu özelliğine içten veya dıştan vurulacak her bir darbe yıpratıcı olacaktır. İstikametten sapma varsa zaten orada başarı da olmaz, Allah’ın yardımı da gelmez. Ancak böyle bir sapma yokken, varmış gibi algı oluşturulması da büyük bir tehlikedir. Böylesi söylemlere de dikkat edilmelidir. Bazen metot ile stratejiyi birbirinden ayırt edemeyen samimi kişiler bunu dillendirebilir, bazen de bu ayrımı bildiği halde kasıtlı olarak algı oluşturmak için de dile getirilebilir. Her iki durum da hareket için tehlikedir.
LİDERE BAĞLILIK VE İTAAT
Bu temel dinamiklerin bir kısmı; hareketin kurucusu veya lideri, onun yakın çalışma arkadaşları ve davanın yükünü diğer fertlerden daha fazla omuzlayan bazı gönüllüler gibi maddi dinamiklerdir. Bu kişiler var olan yapının hem ayakta durmasını hem de faaliyetlerinin devamını sağlamada önemli bir vazife görürler. Dolayısıyla bunlara yönelik yıpratma ve görevlerini yerine getirmelerine engel olmaya dönük her bir durum, hareketin maddi unsurlarına yönelik bir tehdittir. Lidere ve onun etrafındakilere karşı oluşabilecek bir güven kaybı veya atılan iftira/karalama gibi durumlardan olumsuz etkilenme yapıda çözülmelere sebebiyet verecek, en azından bazı kalplerin bulanmasına yol açacaktır. Asrı Saadet döneminde Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in tertemiz eşi, Aişe annemize ağır bir iftira atılmış (İfk Hadisesi), sahabe-i kiram gibi Kur’an’ın ve Rasulullah’ın eğitiminden geçmiş bir topluluğu bile oldukça etkilemişti. Medine, atılan bu iftira ile çalkalanmış, günlerce konuşulmuştu. Daha önce Bedir, Uhud ve Hendek gibi büyük savaşlara katılmış olan bu topluluk, ilk defa böyle bir hadise ile imtihan edilmişti. Medine’de Müslümanların içinde yaşayan ancak inkarlarını gizleyen münafıkların eliyle atılan bu iftiranın asıl hedefi, Hz. Peygamber’in şahsı ve ailesiydi. Dolayısıyla O’nun şerefini lekelemek, kaleyi içten fethetmek ve böylelikle Müslümanların Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e olan bağlılıklarını zayıflatmak istiyorlardı. Lidere olan bağlılığın zayıflaması o yapının temelinin sarsılması demekti. Ancak istedikleri gibi olmadı. Yaklaşık 1 ay sonra gelen ayetler Hz. Aişe validemizin tertemiz olduğunu bildirdi. Ayrıca bunun, şer gibi görünen ama sonuç itibariyle hayra dönüşen bir durum olduğunu, iftira karşısında takınılması gereken tavırların neler olması gerektiğini öğretti. Siyer kaynaklarımız bu olayı derinlemesine ele almaktadır. Bu olay sebebiyle elde edilecek kazanımlar hem bu günümüze hem de gelecek nesillere ışık tutmaya devam edecektir.
Lidere bağlılık ve itaatin sınırları İslam’da bellidir ve olması gereken bir durumdur. Bir yerde disiplin, itaat ve bağlılık gibi dinamikler yoksa veya zayıfsa o yapı uzun soluklu olamaz. Elbette ki bu bağlılık ve itaatin de sınırları vardır. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, Müslümanların imamına dair hadislerindeki bazı sözleri, ilk dört halifenin hutbelerindeki ifadeler ve yaşantıları, lidere bağlılıkla ilgili ölçülere işaret etmektedir. Genel ölçü, imamın/liderin söz ve davranışlarında masiyet (Allah’a isyan ve haddi aşma durumları) olmadığı sürece kendisine itaat edilmesi gerektiği şeklindedir. İslami hareketin büyümesini ve toplumda söz sahibi olmasını istemeyenler genellikle lidere itaatin ve bağlılığın sürekli sorgulanmasını gündeme getirerek bu dinamikleri zayıflatmak isterler. Buna mukabil partilerde, STK’larda ve diğer toplumsal yapılarda var olan bağlılık ve itaat anlayışını aynı oranda sorgulamaya gerek duymazlar. “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Rasule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de…”1 ayetine bakıldığında zaten Allah ve Rasulü dışında mutlak itaat edilecek bir merci olmadığı gayet açıktır. Ancak mâsiyet dışındaki hususlarda itaat edilmesi, işlerin sağlıklı yürümesi ve birlik/beraberlik sağlanması açısından elzemdir. Bu görüşlerde belki hata da olabilir ancak bu durum itaatin dışına çıkılmasına gerekçe olamaz. İslam’ın açık hükümlerine ve genel maslahata uygun olduğu sürece böyledir. İslami hareketin olaylar karşısında alması gereken tavır, izlemesi gereken strateji ve diğer hususlarda bu genel kaide geçerlidir. Gelişen olayların her biri için, her defasında tüm fertlerle istişare edilmesi gerekli değildir ve bu durum realiteye de uygun değildir. Davanın yükünü omuzlayan, gerekli ilmi/tecrübi alt yapıya sahip olanlarla görüşülüp kararlar alınması yeterlidir. Zaten yapılan faaliyetler (ilmi çalışmalar, dersler/sohbetler, konferans ve diğer etkinlikler gibi) Allah Celle Celaluhu’nun rızası içindir ve gönüllülük esasına dayanmaktadır. Kimse bir işi yapmaya zorlanmamaktadır.
DAVAYA VE BİRBİRİNE BAĞLILIK/KARDEŞLİK
İslami hareketi en fazla ayakta tutan, birbirine kenetleyen akidenin meydana getirdiği kardeşliktir. Bu kardeşlik bağı o kadar kuvvetlidir ki daha önce birbirine düşman olan toplulukların aralarındaki buzların erimesine, kalplerinin kaynaşmasına ve birbirleri için nice fedakârlıkları omuzlamalarına vesile olmuştur. İslam’dan evvel Medine’de birbirine düşman iki kabile olan Evs ve Hazrec arasındaki kan davasının bitmesi ve birbirleriyle kardeş olmaları imkânsız görünüyordu. Fakat Allah Celle Celaluhu onların kalplerini İslam dini/akidesi ile kaynaştırdı. “Ve onların kalplerini uzlaştırdı. Sen, yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile, onların kalplerini uzlaştıramazdın. Ama Allah, aralarını bulup onları uzlaştırdı. Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.”2 ayetinin ifadesiyle onları uzlaştırmak neredeyse mümkün değildi. Ancak bu dinin akidesi ve kardeşlik anlayışı imkânsızın üstesinden geldi. Onları bir daha benzeri görülmeyecek şekilde birleştirdi. İşte, İslami hareketin mensupları böylesine güçlü bir bağla birbirlerine bağlıdırlar. Bu bağın kuvvetli kalmasına çalışılmalı, onu zayıflatacak söylem ve eylemlerden uzak durulmalıdır. Davaya olan bağlılık mücadele etmeyi gerektirirken, birbirine olan bağlılık da ortak hareket etmeyi, birbiri için her türlü fedakârlığı göze almayı gerektirir/kolaylaştırır. Davaya olan bağlılığı artıracak başlıca unsurlar; kişinin mesuliyetini idrak etmesi, birlik ve beraberlik içinde, yeryüzünde İslam Medeniyeti meydana getirmenin, bu uğurda mücadele etmenin farziyetini anlamasıdır.
Kardeşlik anlayışına vurulacak bir darbe kalplerin birbirine karşı soğumasına, tartışmalara, kavgalara ve dağılmaya sebep olacaktır. Bunu en iyi bilen ve tarih boyunca uygulayan Yahudiler, Medine’de Evs ve Hazrec arasındaki kardeşliği, birbirlerine olan bağlılıklarını kıskanmış, aralarını bozmak için eski günlerdeki düşmanlığı hortlatmaya çalışmışlardı. Şemmas b. Kays ismindeki yaşlı bir Yahudi, Evsli ve Hazrecli Müslümanların bulunduğu ortamda eski savaş günlerini hatırlatan sözler söylemesi için bir genci görevlendirmişti. Bu gencin eskiye ait söyledikleri sözler, Evsli ve Hazrecli Müslümanların üzerinde tesirini göstermiş, eskiye ait savaş hatıralarını canlandırmış, kardeşliğin bozulmasına ramak kalmıştı. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem yetişmese neredeyse eski günlerdeki gibi kan dökülecekti. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onları sert bir şekilde uyarmış, kardeş olduklarını hatırlatmıştı. Bu uyarıları dikkate alan Sahabe-i Kiram (Radıyallahu anhum) birbirlerine sarılmışlar ve böylece kardeşliğe vurulacak darbeyi engellemişlerdi.
İslam düşmanları, tüm dünyada birlik oluşturmaya ve İslam coğrafyasına dair kirli emellerini gerçekleştirmeye çalışırken, Müslümanların her geçen gün küçük parçalara bölünüyor olması kabul edilemez. Bir İslami hareketin hatırı sayılır bir düzeye gelmesi 40-50 yılı bulmaktadır. Oluşum aşamasındaki mücadele ve gayretler elbette çok değerlidir. Ancak bunun kadar hatta daha da değerli olan, onu muhafaza etmek ve büyütmeye çalışmaktır. Bu uğurda bir tuğla koymak ne kadar sevap ise o yapıdan tuğla eksiltmek ve bölünmesine çalışmak bir o kadar günahtır. Son olarak söylemek gerekirse, söz ve fiillerimizde daima yapıcı olmaya çalışmalı, Allah’ın rızası için oluşan yapıyı muhafaza etme gayretinde olmalıyız. “Kim salih bir amelde bulunursa, kendi lehinedir, kim kötülük yaparsa, artık o da kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”3 ayeti hayat boyu kulağımıza küpe olmalıdır.
Şüphesiz İslami hareketin temel dinamikleri burada ele aldıklarımızdan daha fazladır. Ancak bu kadarıyla iktifa edelim. Rabbim İslami hareketi muhafaza etsin, her türlü engellemeleri ve tuzakları anlamayı ve bertaraf edebilmeyi nasip etsin.
- Nisa, 59
- Enfal, 63
- Câsiye, 15