Bizler İslam’ı bir hayat tarzı olarak benimsemenin yanında, onu daima bir dava olarak gördük ve hayatımızdaki yerini ona göre belirledik. İşimiz, eşimiz ve sosyal hayatımız hep ona göre şekillendi. Davası için gerektiğinde dünyalık çalışmayanlar, davasına göre iş kuranlar, davasına göre evlilik yapanlar ve sosyal çevresini davasına göre bina edenler olduk her zaman.
İslam bir davaydı, bir kavga ve Allah’ın düşmanlarına karşı topyekûn kıyamete kadar sürecek olan bir mücadele idi. Bunun çok iyi farkında olan biz Furkan Gönüllüleri, başımıza gelecekleri bilerek bu davanın yolcusu olduk. Bu davada bazen iftiralar atılarak kardeşlerini ve liderini satman istenecek ve bazen de kendi kardeşlerine ihanet etmeye zorlanacaksın. Ama sen ezelden ebede kadar sürecek olan bir dine mensup olmanın teslimiyeti ve şuuruyla buna direneceksin.
Direnmek ve sabretmek; dava adamının en büyük ahlakıdır. Direnç göstermek öyle kolay iş değildir elbet. İman, dava ve cemaat şuuruyla yoğrulmuş gönüller ancak bunu başarabilirler. İmanın sana verdiği tevekkül ve teslimiyetle Rabbine bel bağlayacaksın, davanın yüceliği ve sana verdiği misyon ile karakterini ve izzetini satmadan, eğilmeden dik duracaksın; cemaat şuuruyla gelen kardeşlik ruhuyla gönlünü ferahlatacak ve kendine daima şunu söyleyeceksin: “Biz bir duvarın tuğlaları gibi saf bağlayan Furkan Erleriyiz. Yolumuz İslam, Davamız Tevhid, Ruhumuz Kardeşlik, Sonumuz Cennettir!”
Bir gün işkence altında ben olacağım, sen beni dışarıda bekleyeceksin. Bir gün sen işkence altında olacak ve ben seni günlerce sokaklarda, adliye önlerinde bekleyeceğim. “Kardeşiz”, dediysek çay kardeşi, sohbet kardeşi, muhabbet kardeşi değiliz sadece. Gerçek kardeşler, zorda kardeştir; kolayda değil. Kardeşliğin bedeli yazılmaz, anlatılmaz ama yaşanır. Kardeşler, bir anadan doğanlar değil, bir imandan ve davadan doğanlardır.
Zorluk, insanın mayasını gösterir. Senin mayan ne acaba kardeşim? Ne ile yoğruldun? Ne zaman yanımda olacaksın? Ne zaman beni ve kardeşlerimi savunacaksın; gazların, tazyikli sular atan TOMA’ların, acımasız polislerin önünde acı çekerken ne zaman benim yanımda olacaksın? Sahi seninle aynı sofradan yedik, aynı demlikten çay içtik ama seninle hiç aynı coptan, aynı biber gazından, aynı tekmeden, aynı ağızdan küfür yedik mi?
Küçükken abim beni dövenlere gücü yetmediği halde savunmak için atılmıştı ama o da dayak yemişti. Biz aynı anadan kardeştik belki ondandı. Ama şu anki kardeşlerimizle olan bağımız bundan çok daha öte olmalıdır. Kardeşimiz, içeride anlatılamaz işkence ve küfürlere maruz kalırken tek bir şey için sabretti. Allah vardı, kardeşleri vardı. Dava Allah’ın, şeref Müslümanlarındı. Allah için kardeşlerine atılacak iftiraya ve cemaatine yıkılmak istenen suça mani olma gayesiyle kendisi acılara katlandı.
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (zalimlere de) teslim etmez…”1
Bu hadisi aslında bir taraftan biz dışarıda yaşıyorduk, bir taraftan da içeride işkenceler gören kardeşlerimiz yaşıyordu. Onlar bizi ve cemaatimizi zalime teslim etmemek için acılara katlandı; o gün dışarıda günlerce bekleyen bizler de kardeşlerimiz serbest kalana kadar orada beklemek suretiyle kardeşlerimizi zalimlere teslim etmedik. Bir hareketin fertleri, halkaları birbirine geçmiş kuvvetli bir zincir gibi olmayı daima başarmalıdır. Ne yandan çekerlerse çeksinler halkalar birbirini bırakmamalıdır.
Günümüze baktığımızda bırakın bu kardeşliği, bir gönüllüler teşekkülünde görmeyi, kendi aileleri içinde bile insanları birbirine bu kadar bağlı göremeyiz. Kapitalizm ve diğer bütün izmlerde dava kardeşliği İslam’da olduğu kadar güçlü değildir. İslam kardeşliği, karından bağlı kardeşlikten öte, kalpten bağlar müminleri. Karından bağlı ama kalpten kopuk kardeşler mi yoksa karından bağlı olmadığı halde kalpten bağlı kardeşler mi isterdiniz?
Şu an cezaevine suçsuz yere atılan Furkan Gönüllüsü kardeşlerimiz bilsinler ki: Onların çocukları bizim evlatlarımız, eşleri bizim emanetlerimiz, işleri bizim meşguliyetimiz olacaktır. Onlara üzülen bir eş, bir anne baba değil, yüzlerce anne baba ve kardeş vardır. Küçük bir yangın, tüm yürekleri yakar. Çünkü o yangın kardeşimin bağrında ve kardeşimin yuvasındadır.
Allah böyle kardeş olabilenlere ikram olarak belki de Alparslan Kuytul Hocaefendi gibi bir lider ve kardeş nasip etti. Ya da öyle bir lider ki hocamız, Allah ondaki bu iman ve fedakârlığa binaen bizleri ona bahşetti. Her iki durumda da Allah’a hamdolsun deriz. Hocamız günlerce kardeşlerimizi alana kadar emniyet ve adliye önünden ayrılmayarak tüm İslami veya insani topluluklara büyük bir mesaj vermiş oldu. Bugün hangi lider kendi talebesi ve tebaası için uykusuz kalıp üstüne cop ve biber gazları altında mücadele ederek günlerce bekler? Hangi lider, kendisini ve davasını satmayan ve bu yüzden günlerce işkence gören talebelerinin alnından öperek onları takdir eder?
Bu günler elbette tarihte unutulmaz anlar olarak kaydedilecek ve bizden sonraki kuşaklara yaşantı mirası olarak kalacaktır. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabı da bize böyle örnek olmadı mı zaten? Ashabıyla Kâbe’ye yürürken taşlanan bir peygamberin, talebelerini Emniyet önünde beklerken biber gazı yiyen coplanan talebesi olan bir Alparslan kulu var Rabbimizin. Ve o kul, etrafında binlerce talebesiyle peygamberin çağına taşıdı insanları.
Bizler kardeşliğin bedelini ödemeyi başarırsak, Allah da cennetin yolunu bize kolay edecek. Kardeşlik, Allah katında önemli kriterlerden biridir. Yağmur bulutlarını çeken ormanlar gibi, kardeşlik de Allah’ın sonsuz rahmetini ve ikramlarını çeker.
Rabbimiz, kardeşliğin değerini anlamayı, bedelini ödemeyi ve meyvesini yemeyi hepimize nasip etsin inşallah.
- Müslim