Bismillahirrahmanirrahim.
İslam bir iyilik medeniyetidir. İyiliğin tanımını yapan yüce dinimiz; önce Allah’a karşı, sonra da insanlara karşı iyi olmayı gerçek “iyilik” olarak görmüştür.1 İslam Medeniyetinin kaynağı, Kur’an ve onun pratiği olan Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Sireti (sünneti)dir. Bu yüzden ona Kur’an Medeniyeti de denilmiştir. O Kur’an ki; insanların özgürleşmesinin yollarını göstermiş, her türlü köleliğe ve kullara kul olmaya karşı insanın onurunu korumuştur.
Örnek ve özgür bir toplum var etmek isteyen yüce Kur’an, işin başında yeni dini benimseyen kimseleri, tüm beşeri kölelik zincirlerine karşı tavır almaya davet ederek “LA İLAHE” denilmesini istemektedir. Bu tavır, bilinçli bir tavırdır. Tüm kanun koyuculara, kendini büyük görenlere, zorba ve tağutlara karşı gerçekçi bir başkaldırıdır. Yaratmayan, yoktan var etmeyen varlıkların asla ilah olamayacağını ilan ettikten sonra, artık gerçek kanun koyucunun, otoritenin yani hakiki ilahın varlığını tasdike sıra gelmiştir; “İLLALLAH” haykırışı sadece hür oluşun bir ifadesi olmayıp, aynı zamanda hakkın ve adaletin de ortaya konmasıdır. Öte yandan Kur’an, Tevhidi en büyük özgürlük, şirki ise en büyük tutsaklık olarak insana tanıtır. Şirkin mantıksızlığı ayette şöyle vurgulanır: “De ki: Allah’ı bırakıp da bize fayda veya zarar veremeyecek olan şeylere mi tapalım?”2 Bu ilahi mesaj insana, şirke bulaşmakla kendi eliyle kendi değerini düşürmemesini ihtar etmektedir. Kendisine doğru gelen insanoğluna, yolun başında özgürlüğü bahşeden bu din, özgür ruhlu bireylerden bir toplum oluşturup ona “ümmet” adını vermiştir. Ümmet; kısaca “Hz. Peygamber’e iman eden, onun izinden giden, kendisine verilen ilahi vazifeyi yerine getirmekle görevli topluluğa” denilmektedir. Sözlük anlamında; “öne geçmek ve imam olmak” gibi manaları içeren ümmet; hür irade ve kabulüyle, Allah’ın ve Rasulü’nün yüklediği sorumluluğu üstlenen ve gereğini yapan topluluktur. Bu topluluğa şerefli Peygamberin ismiyle anılan “Ümmet-i Muhammed” ismi verilmesi, şüphesiz ki bir gayeye matuftur, o gaye; Peygamberin bıraktığı mücadeleyi devam ettirme görevini üstlenmesidir. Allah’ı tek Rab, dinini hayat tarzı, Kur’an’ı rehber, Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i ise lider ve önder gören bu mümtaz topluluk, Allah Azze ve Celle’nin övgüsünü kazanmış topluluktur.
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet oldunuz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız…“3 Görüldüğü gibi “en hayırlı ümmet” payesi verilen ümmet bu ümmettir. Çünkü onları en hayırlı kılan bazı özellikleri vardır; iyiliği emir, kötülükten men etmek o topluluğun en önemli, en bariz özellikleridir. O topluluk özgür ruhlu, özgür iradeli ve özgür akla sahip olduğundan, insanların yapmaktan imtina edip kaçındıkları bu ulvi görevi bir şeref görürler. Bu yüzden vazifeleri olan İslam’ı tebliğ, hakkı ortaya koyma ve haramlarla mücadele ederken kimseden korkmazlar, kimseden çekinmezler. Bu durum, o topluluğun gerçek kulluğa erişmesinin sonucunda ulaştıkları “hürriyet”in varlığını gösterir. Ayrıca insanların yapmaya çekindiği tavrı ortaya koymalarının, başkalarınca anlaşılabilmesi ise hiç kolay değildir. Zira zamanın insanlarının “akılsızlık, delilik, düşüncesizlik” olarak görüp kınadığı pek çok cesaret isteyen duruş ve davranışları ortaya koymak, aslında Peygamberlerin duruş ve tavrıdır.
Hür insanlar kötülüklere tavır koyabilir. Sadece Allah’tan korkanlar insanlardan ve onların tehditlerinden korkmazlar. Yalnız Kur’an ve Sünneti rehber edinenler, zalimlere karşı riski göze alabilirler, mazlumlara sahip çıkabilirler. Çünkü onlar bir defa kulluk makamına ulaşmışlardır, kimseden çekinmeden savundukları değerleri yaymaya çalışır, kimliklerini de inançlarını da asla gizlemezler. “(İnsanları Kur’an ile) Allah’a çağıran, amel-i salih işleyen ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden kimin sözü daha güzeldir?”4 Çağıranların ve davet edenlerin en güzeli, en övgüye layık olanı demek ki, bu kimseler olmaktadır. Batıl yollara çağıranlar cesaretle çağırırken, Allah’a çağıranların korkması düşünülemez. Batıl davaların uğrunda zorluklara katlananlar varken, hak dava uğrunda zorluklara dayanmamak nasıl mümkün olabilir? İşte o hayırlı ümmet, bu vasıfları taşıyan ümmettir.
Kur’an Medeniyetinin önderi olan Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir hadisinde: “Cihadın en faziletlisi, zalim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir”5 buyurmaktadır. Bu nebevi tavır ve terbiye, şahsiyet ve cesaret sahibi mü'minleri tarif etmektedir. Güçlü veya zalim diye yöneticilerden korkmamayı ve gerektiğinde hakkı olduğu gibi ortaya koymayı ve konuşmayı öğütlemektedir.
Gönderdiği ilkelerle özgür, cesur ve şahsiyetli birey- toplum meydana getiren yüce İslam; zalime ve zulmüne karşı mücadeleyi en büyük cihad kabul etmekte, bu yönüyle insanlığa hak, adalet, hürriyet ve cesaret dersi vermektedir.
Kur’an, aynı zamanda fıtrat medeniyetidir. Fıtrat temizdir ve hürdür, köle değildir. O halde dünyaya gelen her bir insan hür ve masum olarak gelmektedir. Hristiyanlık inancında olduğu gibi, günahkâr olarak doğmamaktadır. Hiçbir insan babasının ya da bir yakınının işlediği suçtan dolayı suçlu ve kötü olamaz. Bu inanç İslam’ın insana bakışını ve ona verdiği değeri yansıtması bakımından önemlidir. Gerek Hristiyanlık, gerekse ideolojiler babanın, kardeşin veya başka bir yakınının işlediği bir kötülükten dolayı insana zarar vermekte ve ona suçlu muamelesi göstermektedir.
O halde; Allah’ın özgür yarattığı insanları hiçbir güç köleleştiremez ve hürriyetini elinden alamaz. Almaya kalkarsa bu; haddi aşmak ve tuğyandır. Ama bundan daha önemlisi; özgür yaratılan insanın, kendisi gibi kullara ve beşeri düzenlere karşı özgürlüğünü korumada birinci derecede sorumlu olduğudur. Unutulmamalıdır ki; kulluk ve itaat sadece Allah’a yapılır.
- Bakara,177
- En’am,71
- Al-i İmran,110
- Fussilet,33
- Ebu Davud; Tirmizi