Müslümanın Ahlakî Değerleri Çoğunluğa Değil Allah’a Uyarlar
Allah Azze ve Celle iman edenlerin sadece kendisini dikkate almalarını, verdikleri mücadelelerinde yollarına çıkan engellere takılmadan istikamet üzere devam etmelerini emretmiştir. Zira Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde iman edenlere kesin zaferin verileceği vaat edilmiş ve Müslümanların ümitvâr olmaları istenmiştir. Kur’an-ı Kerim sadece Allah’ı dikkate almayı emrederken, diğer yandan insanları dikkate alanların ya da çoğunluğun gittiği yolun doğru olduğu kanaatiyle hak yoldan sapanların gafillerden olduğunu bildirmektedir. “İnsanların çoğu kâfirdir.”1 “Çoğu fâsıktır.”2 “Çoğu inkârcıdır.”3 “Çoğu gafildir.”4 “Çoğu yalancıdır.”5 “Çoğu zanna uyar.”6 “Çoğu nankördür.”7
Yukarıda ifade edilen ayetlerde de görüldüğü gibi Kur’an bizlere çoğunluğun Allah katında fayda vermeyeceğini bildirmiştir. Çünkü Rabbimiz Teâlâ insanları çoğunluğun gittiği yolu takip etmeleri cihetiyle değil, amelleriyle hesaba çeker.
Günümüz toplumuna baktığımızda bazı insanlar, kendileri gibi aynı yanlış tavırları sergileyen kimseleri öne sürerek, hata veya yanlışlarını makul göstermeye ve vicdanlarını rahatlatmaya çalışmaktadırlar. Oysa Kur’an’ın hedeflediği bir Müslüman asla nefsinin bu tür vesveselerine kanmaz, bu tür yaklaşımların şeytanın en bilinen yöntemlerinden biri olduğunu unutmaz. Çünkü şeytan ve nefis insanları günahlara ve haramlara sevk ederken, çevrelerindeki günah bataklığına batmış insanlardan misaller göstererek onları cesaretlendirir. Onların da aynı tavırda bulunduğunu öne sürerek, kişiye bu tür günahları masum göstermeye çalışır. Kur’an nuru ile nurlanan Müslüman ise şeytanın ve nefsinin bu tür telkinlerini mazeret edinmemeli ve kendilerini haklı çıkarmaya çalışmamalıdır. Ayrıca Müslüman, Kuran’a göre bu mazeretlerin hiçbir geçerliliği olmadığını unutmamalı ve şu ayeti bir an olsun aklından çıkarmamalıdır: “Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler.”8
Her Ortamda Tebliğ Eder ve İnsanları Allah’ın Dinine Davet Ederler
‘Tebliğ;’ “gerek zaman, gerek yer ve gerekse nitelik açısından amaca ulaşmak, sona varmak ve son noktaya erişmek” demektir. ‘Tebliğ’, Kur’an’da “vahyin insanlara ulaştırılması” anlamında kullanılmaktadır. Bunun mastarı olan ‘belağ’ ise “ulaştırma, ulaştırılan şey” demektir. Bütün peygamberler kendilerine Allah Azze ve Celle tarafından vahyedilen hakikatleri insanlara aktarmak ve ulaştırmakla görevli ve sorumludurlar. Tebliğin muhatabı ise bütün insanlardır. ‘Tebliğ’ görevi aynı zamanda bütün peygamberlerin bir sıfatıdır. Onlar, Allah Azze ve Celle’den aldıkları vahyi, hiçbir ekleme yapmadan ve hiçbir şey çıkarmadan en güzel şekilde insanlara ulaştırırlar. Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni duyur. (Tebliğ et) Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfir olan bir topluluğu hidayete eriştirmez.”9 Müslüman zulme ve Allah’tan başkalarının emrine boyun eğmez. Zalime karşı durarak, tebliğ görevini canı pahasına bile olsa yerine getirmek için mücadeleden kaçmaz. Çünkü ‘tebliğ’ ile görevli bütün peygamberler, kendileri en güzel örnek olmak üzere, her türlü zor koşullara, zorba ve azgınların alay ve zulümlerine; insanların yüz çevirmelerine, kendilerine sıkıntı vermelerine, eziyetin ve baskının her türlüsünü denemelerine rağmen; bu görevlerine devam ettiler. Onlar, tebliğ çalışmalarında yılmadılar, usanmadılar. Kendilerine karşı çıkanların tehdit ve baskılarına aldırmadılar. Tarihin yazdığı en büyük zorba kişi ve sistemlere karşı çekinmeden mücadele ettiler. Dolayısı ile her halleriyle bize örnek olan peygamberlerin, özellikle İslam’ın hâkimiyeti için verdikleri mücadeleleri, Müslümanların birinci plânda örnek alması gereken husustur. İslam’a davet eden Müslüman, ‘tebliğ’ görevini Rabbanî yöntemlerle ve amacına uygun olarak yapmalıdır. Öyle ki katı yürekli, zalim ve zorba, hidayet bulma ihtimali olmayanlar bile Müslümandaki azmin ve samimiyetin tesiriyle hakka teslim olmayı kabul etsin.
Şeytanı ve Yandaşlarını Düşman Edinmişlerdir
Hz. Âdem’in yaratılmasından ve Allah’ın meleklere, Âdem’e secde emrinden itibaren saflar ayrılmıştır. Bilindiği gibi bu emre İblis dışında tüm melekler icabet etmişler, İblis büyüklenerek böyle bir emirden kaçınmıştı.
Nitekim Kur’an’ı Kerim de Hz. Âdem ile İblis arasındaki düşmanlıktan birçok surede söz eder. “Bir zamanlar biz meleklere ve cinlere ‘Âdem’e secde edin’ dedik, İblis hariç hepsi secde ettiler. O, yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.”10
Allah Azze ve Celle’nin bu açıklaması ve beyanından sonra bir başka beyana gerek yoktur. Bilindiği gibi eşya kendi aslına döner. Bu duruma göre madem ki İblis, Hz. Âdem’e düşmandır. Hiç kuşkusuz İblis’in peşinden gidenler de Kur’an’a uyan Müslümanlara düşmandırlar.
Kur’an; şeytanın yandaşlarının iman edenlere düşmanlıklarını, içlerinde nasıl bir kin ve düşmanlık taşımakta olduklarını şöyle ifade etmektedir: Rabbimiz buyuruyor: “Ayetlerimiz açık açık kendilerine okunduğunda, kâfirlerin suratlarında, hoşnutsuzluk sezersin. Onlar, kendilerine ayetlerimizi okuyanların nerdeyse üzerlerine saldırırlar. De ki: “Size bundan (bu öfke ve huzursuzluğunuzdan) daha kötüsünü bildireyim mi? Ateş! Allah, onu kâfirlere vaat etti. O, ne kötü akıbettir!”11
İşte burada çok önemli bir gerçek yer almaktadır. Hz. Âdem Aleyhisselam ile İblis arasında meydana gelen düşmanlık, öyle bir düşmanlıktır ki; bu, İblis ile Âdemoğulları arasında da sürüp gitmektedir. İnsanlar yeryüzünde bulundukları sürece de bu devam edecektir. İnsanlık tarihi aslında baştan sona şu gerçeği doğrulamaktadır. İnsanlar; hidayette ve doğru yolda olanlarla, heva, istek ve arzuları ile şeytanın peşinden gidenler diye ikiye ayrılırlar. Nitekim Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Sizi yaratan O’dur. Böyle iken kiminiz kâfir, kiminiz mü’mindir.”12
Bu duruma göre dünyada ve ahirette bu iki grup arasında birleşme asla söz konusu değildir. Çünkü iman ile küfür arasındaki boşluk sonsuz bir uçurumdur, aralarında köprü kurulamaz. Bâtılın taraftarlığını yapanlar ve Allah’ın hâkimiyetini kabul etmeyenler, bizzat dine savaş açmışlar ve Allah’a meydan okumuşlardır. Bu durumda Müslümanın Allah’ın hasmını sevmesi, onu dostu gibi görmesi bedbahtlıktır, zillettir ve şahsiyetsizliktir.
- Nahl, 83
- Maide, 49
- İsra, 89
- Yunus, 92
- Şuara, 223
- Yunus, 36
- Furkan, 50
- En’am, 116
- Maide, 67
- Bakara, 34
- Hac, 72
- Tegabün, 2