Bugün teknolojik olarak çok ileri seviyelerde olan İsrailoğulları nasıl bu kadar başarılı oldu? Yahudilerin çocuk yetiştirme tarzları ve Yahudi çocuklarına aileleri tarafından kazandırılan nefret duygusu incelendiği zaman aslında hedeflerine ulaşma gayretlerinin henüz çocukken başladığını görebiliyoruz. İşte İsrailoğullarının çocuk eğitim sistemleri hakkında bilmediklerimiz…
Şüphesiz bir toplumun gelişmesi, ayakta kalması, öğretilerini nesilden nesle aktarabilmesi çocukluk çağında verilen eğitimle mümkündür. Din, kültür, gelenek ve görenekler bu şekilde bir toplumda hayat bulur, varlığını devam ettirir. Topluma yön verenler; çoğu zaman tarihi olaylardan, geçmişte yaşanılan acı tecrübelerden de istifade ederek bu tür etkenleri o toplumu ayakta tutmakta kullanırlar. Tabi bu durum ilgili dinin, kültürün veya medeniyetin esaslarına, insanlığa sunacaklarına bağlıdır.
Eğer söz konusu inanç İslam ise, onun medeniyet esasları tarihte olduğu gibi kıyamete kadar insanlığın kurtuluş anahtarıdır. Eğer sapkın bir ideoloji veya tahrif edilmiş bir din ise o takdirde böyle bir inancın toplumda mevcudiyeti insanlık için baş belası olmaktan öteye gitmeyecektir. Baş belası tabiri yazımızın asıl konusu olan, Ortadoğu’nun kalbine bir hançer gibi saplanmış İsrail ve onun halkı Yahudiler için çok hafif bir ifade olarak kalır. Geçmişteki kabarık sabıka dosyaları (peygamber öldürmeleri, fitne-fesat çıkarmaları), Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında çok ehemmiyet arz etmedikleri halde Kur’an’ın Yahudi ahlâkından sıkça bahsetmesi ve Müslümanları bu ahlâktan sakındırması, onların şahsiyetsizliğini ve bulundukları her toplumda çıbanbaşı olduklarını tescillemektedir.
ÇOCUKLARINI NASIL EĞİTİYORLAR?
Tarihi süreçte yaptıklarından dolayı birkaç kez cezalandırıldıkları, buna rağmen bu ahlâklarına devam ettikleri bilinmektedir. Bir zamanların sorumlu olan ümmetinin, nasıl bir süreçten sonra bu günlere geldiği konumuzun dışındadır. Biz daha çok ‘nesillerini yetiştirirken nasıl bir yöntem izliyorlar, o çocuklar nasıl olup ta büyüdüklerinde ruhsuz birer canavara dönüşüyorlar, bunda aile ve okul eğitiminin rolü nedir?’ bunlar üzerinde duracağız. Bu soruya geçmeden önce şunu belirtmekte fayda görüyorum. Yahudilerin bugünkü yapılanmalarını, İsrail terör devletinin eğitim sistemlerinin gerçek yüzünü anlatan yazılı ve görsel kaynaklar son derece kısıtlıdır. Dünya genelinde medya, ellerinde olduğu için kendi aleyhlerine olacak haberlere, bilgilere ulaşmak çok mümkün olmuyor. Bunda dışa kapalı bir toplum olmalarının, hakikatte Yahudi olmayanlarla (goyim) kavgalı olmalarının da payı vardır.
Sapkınlıklarının temelinde elbette ki kitaplarını tahrif etmeleri ve bunun akabinde nefislerine uygun bir inanç meydana getirmeleri yatıyor. Kendilerini üstün ırk olarak görüyorlar diğer insanların (özellikle de Arapların) ise kendilerine hizmet için yaratıldıkları inancına sahiptirler. “Kutsal metinlerin hepsinde ve özellikle Talmud ile Yahudi Protokolleri’nde Yahudi olmayan tüm insanlar ‘Goyim’ adıyla tanımlanır.” Goyim’lere bakış açılarını anlamak için bakacak olursak: “Midrasch Talpioth (225) der ki; “İsrail’in zaferi için Tanrı Goyimleri insan suretinde yarattı. Ancak Goyimler (Yahudi olmayanlar) sadece Yahudiler tarafından gün ve gece yönetilmek için yaratılmışlardır ve onlar bu hizmetlerinden kurtulamazlar. Onlar hayvan ve insan suretlerinde Yahudi Kralınca güdülmek üzere yaratılmışlardır.” Yine başka bir madde de “Choschen Ham (266.1) der ki; “Kitabımızda yazılı olduğu üzere bir Yahudi Goyime ait bir şeyi bulduğunda onu sahiplenebilir. Kardeşine ait bir şey bulduğunda ise ona ait şeyleri iade eder.”1
HER BÂTIL SİSTEM KENDİ NESLİNİ ÜRETMEK İSTER
Küçük yaşlarda böyle bir kitabın ve dinin tesirinde yetişen nesiller Yahudi olmayanı artık insan yerine koymuyor, onları kölesi gibi hatta hayvan gibi görmeye başlıyorlar. Çocuklarını bu ruhla ve tarihte karşılaştıkları zulümlerle(!), azınlık psikolojisiyle ve üstünlük anlayışı ile yetiştiriyorlar. Her bâtıl sistem kendi neslini üretmek ve böylece sisteminin ayakta kalmasını temin etmek ister. Yahudiler de bunu yaparken küçücük çocukların zihinlerine Yahudi olmayanlara karşı nefret tohumları ekiyorlar, onları öldürmeyi gayet normal bir davranış gibi öğretiyorlar. Tüm Müslümanları ve Siyonizm karşıtı (anti-semitist) olan herkesi ‘ortadan kaldırılması gereken potansiyel düşman’ olarak benliklerine işliyorlar. Böylelikle birbirlerine ve kirli ideallerine bağlılığı sağlayarak bir avuç (yaklaşık 15 milyon) olmalarına rağmen lobilerinin ve ekonomilerinin güçlü kalmasını sağlıyorlar, dünyanın dengelerini kendi lehlerine çeviriyorlar.
Çocuklarını bu yönde eğitmeye daha bebekken başlıyorlar. Doğumdan itibaren aile içinde bazı dîni ritüeller ve geleneklerle başlasa da asıl eğitimleri anaokulu çağlarında oluyor. Çağın gerektirdiği beşerî ilimlerin yanında özel olarak Yahudi olmanın üstün ayrıcalığı, diğer insanların basitliği ve köleliği sürekli vurgulanıyor. Okullarında verdikleri eğitimin içeriği hakkında ipuçları veren bazı örneklere yer verelim: “Kuzey Londra’da bir Ortodoks Yahudi okulunun anaokulunda öğrencilere verilen çalışma testinde üç yaşındaki İngiliz çocuk, Yahudi olmayanların “kötü” olduklarını yazdı. Bir tür psikolojik telkin yaptığını söyleyen Öğretmen Emily Green, “Yahudi olmayanların kötü şeytani ve tehlikeli olmadığı nasıl öğretilir! Dışarıda çok kötü bir dünya var” dedi. Bir dönem sadece Naziler için kullanılan Goyim kelimesini Yahudi olmayan bazı insanların saldırgan olduğu için onlar için de kullandıklarını söyledi. Ana sınıfı öğrencilerine dağıtılan testteki sorulardan biri “Yahudi olmayanlar, Yahudileri ne yapmak ister?” Çalışma sayfasına göre doğru cevap ise “Onları öldürmek.”2
Buna benzer bir durum sosyal medyada ortaya çıktı. Tel Aviv’de bir ders esnasındaki öğretmenin “Bugün sizinle barışı konuşacağız” diye söze başlaması ancak daha sonra hiç de barış yanlısı olmadığının anlaşıldığı bir görüntü mevcut. Dünyayı İsrail’den ve Yahudilerden ibaret sayan bir anlayışla nefret, ölüm, düşmanlık kokan sözleriyle çocuklara yön veriyor. Hatta çocuğun biri “barış ama kiminle, konuşacak bir muhatap yok” dediği zaman öğretmen onu tebrik ediyor. Bir çocuk konuşma sırasında “Araplar” dediğinde öğretmen “biz onlara ne diyorduk” diye çıkışıyor, çocuk da özür dileyerek “coğrafi tehdit” diyecektim diyor. Bir başka görüntüde İsrailli aileler çocuklarını tankların, uçaksavarların olduğu bir yere götürerek askerliğe ve Arapları öldürmeye özendiriyorlar.3 Elbette ki bunlar medyaya yansıyanlar yani buzdağının görünen kısmıdır. Gerçekte nesillerini Müslümanlara karşı eğitmede ve yönlendirmede çok daha farklı yöntemler ve söylemler geliştirdikleri malumdur.
İsrail Eğitim Bakanlığı, beşerî bilimler kitaplarında (coğrafya, tarih, sivil eğitim, Yahudi inanç ve okuma gibi) ırkçılığa büyük bir önem vermiştir. Örneğin, Siyonist eğitimin temel ve değerleri kitabında ortaya çıkan birçok noktadan bazıları; Arap ve Filistinlileri önemsemeyen bakışı ve onları “garipler” gibi sıfatlarla nitelendirmesiydi. İsrail okul kitaplarının müfredatına bakıldığında, devlet ortaokullarında Filistin adlı hiçbir şeye önem verilmediği görünür. İşgalin, başkalarını yok sayıp kenara itmeyi içeren bu yöntemden hedefi, çocuklarından bu düşünceleri taşıyan nesiller meydana getirip onlara bu toprakları korumaları ve vazgeçmemeleri için özendirmektir. Siyonizme hizmet eden tarihçiler, ülkenin asıl Arap sakinlerini çölden gelen ve İsrail uygarlığını yıkmaya çalışan bedevilere benzetmiştir. Ayrıca kitaplarının müfredatını Filistinli Araplara karşı hırsız ve barbar gibi kaba kavramlarla doldurmuşlardır. Kitabın bir cümlesinde şöyle yazılıdır: “Öncüler (yani Yahudiler) daim bir huzur içinde yaşayamadılar, çünkü komşular (Araplar) kötülük rüzgârları savuruyordu. Kışkırtıcıların gücü devamlı olarak güçlenmiştir. Araplar hep Yahudilerin canına ve mülküne kıymaya çalıştı.”4
ARZ-I MEV’UD HAYALİNİN YAHUDİ NESİLLERİNİ YÖNLENDİRMEDEKİ ETKİSİ
Onları harekete geçiren, nefret ve düşmanlık beslemelerine sebep olan bir başka etken de ‘va’dolunan topraklar’ (Arz-ı Mev’ud) meselesidir. Aslında tarihi bir sürecin adıdır Arz-ı Mev’ud. Ahdi Âtik’te vaad, öncelikle Hz. İbrahim’e yapılmaktadır. Eğer bu vaad bir hak doğuruyorsa bu sadece İshak Aleyhisselam’ın soyundan gelen Yahudileri kapsamaz, İsmail Aleyhisselam’ın neslinden gelenlerin de o topraklarda hakkı olduğunu gösterir. Diğer yandan vaadin gerçekleşmesi birtakım şartların yerine getirilmesine bağlanmıştır. Bunların başında Allah Azze ve Celle’ye itaat gelmektedir. Hâlbuki İsrailoğulları Allah’ın emirlerine boyun eğmemiş, yapılan ahidleri yerine getirmemiş, hatta Allah’ın elçilerini öldürüp fesat çıkarmışlardır. Durum böyle iken yine de Arz-ı Mev’ud söylemlerinden vazgeçmemişler, nesillerini yönlendirmede bunu daima kullanmışlardır. İsviçre’nin Basel kentinde 1897’de toplanan Birinci Siyonist Kongresi’nde alınan kararların başında, 50 yıl içerisinde Filistin toprakları üzerinde İsrail devletinin kurulması, 100 yıl içerisinde de Türkiye’nin Güneydoğu’sunu da içine alan Nil’den Fırat’a kadar ‘Büyük İsrail’ devletinin kurulması kararları vardı. Batılıların desteği ile ilk 50 yıl içerisinde terörist İsrail Devleti(!) kuruldu fakat Arz-ı Mev’ud 100 yıl geçmesine rağmen gerçekleşmedi. Ancak o günden bu yana bu emellerine ulaşmak için her türlü yola başvurmaktan geri durmuyorlar. Arz-ı Mev’ud sınırlarını ihtiva eden haritaları çocuklarına göstererek, onları Siyonist ideallerine göre yetiştiriyorlar.
Konuyla ilgili araştırmamızda dikkatimizi çeken bir başka husus da beyin göçü gerçeğidir. Kendi nüfusları içerisinde yeterli sayıda zeki çocuk olmadığından mıdır yoksa maksat devletleri bu tür değerlerinden koparıp zayıflatmak mıdır bilinmez ama İsrail ve ABD gibi emperyalist ülkeler kendi çıkarlarına hizmet etsinler diye diğer ülkelerin (Türkiye dâhil) zekâ seviyesi yüksek olan çocuklarını türlü vaatlerle kendi ülkelerine götürüyorlar. Sırf Türkiye’den bu amaçla 2011 yılında 34 aile, 2012’de 29 ile ABD Dayton Okullarına ve İsrail Ufuk Okullarına kayıt olmuşlardır. Bu durum Millî Eğitim Bakanlığımızca da teyit edilmiştir. Kızı üstün zekâlıların okuduğu İstanbul Ford Otosan İlköğretim Okulu’nda okuyan A. K. isimli bir veli konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada, Rehberlik Araştırma Merkezi (RAM)’ndeki testin sonucunda çocuğunun üstün zekâlı olduğunun belirlendiğini söyledi: “Çocuğumun üstün zekalı olduğunun anlaşılmasından sonra üstün zekalı bir çocuğun en iyi nasıl eğitim alacağı konusunda araştırma yaptık. Çeşitli vakıf, dernek, internet sitesi ve kolej gibi kişi veya kurumlarla görüştük. Bu noktada ise iletişim bilgilerimizi nereden aldığını bilmediğim İsrailli bir yetkili benimle irtibat kurdu. Bu kişiyle yüz yüze yaptığım görüşmede, İsrail’de imkânların çok daha iyi olduğunu ve çocuğumun en iyi okullarda okuyacağını ifade etti. Bizi de İsrail’e davet ederek, iş imkânı ve iyi bir hayat vaat etti.”5
Bu durum belki meselenin bir başka boyutu ancak bu şekilde zeki çocukları devşirmekle birçok açıdan zarar verecekleri aşikârdır. Kendi çocuklarını emperyalist amaçları doğrultusunda yetiştirdikleri yetmezmiş gibi bir de Müslüman ülkelerin zeki çocuklarını amaçları doğrultusunda yetiştiriyorlar. Biz kendi neslimizi muhafaza etmezsek, onlara gereken İslami eğitimi, altyapıyı ve idealleri öğretmezsek başkaları maddi birtakım vaadlerle onları bizden çok rahat koparabilir, neslimizi aleyhimize kullanabilirler. Aslında bunu yaklaşık son iki asırdır zaten yapıyorlar. Batının tesirinde kaldığımız bu asırlarda maalesef neslimize onlar yön verdiler. İslam’dan ve dinden uzak duran, Batı hayranı bir nesil meydana geldi.
Bu durumu tersine çevirmek Muhterem Hocamızın tespitiyle ümmeti taşıyacak “öncü bir neslin” yetiştirilmesine bağlıdır. Bu ümmet zeki ve başarılı çocuklarını aydın-âlim olarak yetiştirmekle yükümlüdür. Rabbim bu nesli meydana getiren hareketin içinde olmayı, sonuna kadar bu yolda sebat edebilmeyi cümlemize nasip etsin.
1) http://dusuncemektebi.com/d/102824/03-09-2015.
2) http://www.habervaktim.com/haber/277313/israilde-cocuklara-turk-dusmanligi-egitimi.html.
3) http://www.egonomik.com/2014/07/israil-neden-dunyanin-en-zararli-ulkesidir-neden-durdurulmalidir.
4) Fuda, 2002, Millî Eğitim Bakanlığında Tarih ve Anılar: İsrail’deki Tarih Kitaplarında Arap-İsrail çatışması 1984-2002.
5) 23 Mayıs 2013 tarihli Yeni Akit Gazetesi, Hüseyin Kulaoğlu’nun yazısı.