Kapak

Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed

Paylaş:

                Bugün ümmetin zâfiyet ve yenilmişliğinde, Efendimizi tanımamaktan kaynaklı yetersiz muhabbetin etkisi çok büyüktür.

                ‘Rahmet’ kavramı pek çok anlam ihtiva eden, derin ve geniş bir kavramdır. Merhamet, sıcaklık, hayat vermek, diriltmek, ziyadesiyle hayır sahibi olmak gibi manalar, rahmetin sadece birkaç anlamı...

                Rahmeti sonsuz Rabbimiz - rahmetiyle- bu ulvî sıfatı, insanların en şereflisi olan Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e de vermektedir. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem için: “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik”1 buyuran Allah Azze Celle, O’ndaki rahmet sıfatını dünya âleme ilan etmektedir. Bugün O’nun rahmet yönünü sadece görünen tarafıyla, oldukça sathî ve dar bir çerçevede anlatanlar, O’ndaki engin rahmeti görmezden gelerek ümmetin O’nu tanımasına engel olmaktadırlar. O’nu yeterince tanımayan ümmette ise Peygamber sevgisi, olması gereken düzeye ulaşamamaktadır. Bugün ümmetin zâfiyet ve yenilmişliğinde, Efendimizi tanımamaktan kaynaklı bu yetersiz muhabbetin etkisi çok büyüktür.

                “Ey iman edenler! Sizi, size hayat verecek olan şeylere çağırdıklarında Allah’a ve Rasulüne icabet edin”2 buyuran Rabbimiz, adeta ölü gibi uyutulan, uyuşturulan ümmetin dirilişinde Efendimiz’in rolünü vurguluyor. Bu ümmet, rahmet peygamberini tanıdıkça, bildikçe ve bu bildikleriyle de amel ettikçe uyanacak, harekete geçecek ve mazlum, mahkûm değil hâkim topluluk olabilecektir. İşte Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, 21. yüzyılda da şahs-ı manevisiyle yaydığı rahmetiyle, Ümmet-i Muhammed’e önderliğini, rehberliğini devam ettirmektedir.

                Efendimizin rahmet oluşunu, rahmetinin kapsadığı mevzuları, burada birkaç sayfada anlatmak mümkün değil. Bu kadar geniş bir rahmetin, sadece birkaç yönünü anlatmaya çalışacağız.   

                Getirdiği medeniyet rahmettir

                Hz. Ömer der ki: “Cahiliyeyi bilmeyen İslam’ı bilemez.” Cahiliye karanlığının en koyu olduğu şu dönemde, istesek de istemesek de cahiliyeyi biliyoruz; insanı ne hale getirdiğini alenî olarak görüyoruz. İnsan gibi şerefli bir varlığın imânen, ahlâken ve fıtraten nasıl bir varlığa evrildiğine şahitlik ediyoruz. Aslında ‘insan’ denilince, şerefli, akıllı, mükemmel fıtrata sahip, medeniyet timsali bir varlık akla gelir. Oysa insanın insana hükmetmesiyle ortaya çıkan medeniyet, insanın tüm bu özelliklerini, kendi elleriyle mahvetti. Medenî olan varlık, medeniyetsizlikte adeta hayvanları geçti. Müslüman nazarı ile bakıldığında, net bir şekilde görülen bu geriye gidişi durduracak olan, insanı yeniden fıtratına döndürerek medenî bir varlığa dönüştürecek olan, İslam Medeniyeti’dir. İşte 14 asır önce Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu mükemmel medeniyeti getirdi ve hâkim kıldı. O çağın insanına medeniyetin, insaniyetin, aydınlığın ziyadesini gösterdi. Getirdiği medeniyetin hiçbir esasını kitaplarda, teoride bırakmadı; yaşadı, yaşattı, toplumda tertemiz bir atmosfer oluşturdu.                  

                Ahlâkı Rahmettir

                Ve Rabbimiz buyurur: “Muhakkak ki sen en yüce ahlâk üzeresin.”3 Efendimiz’in ahlâkının güzelliğinin derinliğini, enginliğini anlatmak kitaplara sığar mı? O ahlâk ile insanları Din-i İslam’a, Kitab-ı Mübine, Peygamber-i Zîşana hayran bıraktı. O’nu görenler ‘bu ahlâkı nereden edinmiş’ dediler; cevabı O (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) verdi: “Rabbim beni terbiye etti; ne güzel terbiye etti.” Ahlâkının güzelliği bazen tevazusuyla ortaya çıktı. Kendisini görünce tir tir titreyen adama: “Ne korkuyorsun be adam, ben kuru et yiyen bir kadının oğluyum” diyerek rahatlattı. Bazen, avamca- bedevice davrananlara karşı gösterdiği sabrı ile ortaya çıktı. Hırkasını sertçe çeken ve: ‘Allah’ın sana verdiklerinden bana da ver’ diyen adama tebessümle cevap verdi. Temizliğe, taharete o kadar dikkat etmesine, -hatta bu noktada itinasızlığın kabir azabını getirdiğini- söylemesine rağmen, mescide bevleden adama öfkelenen sahabeye: “Bırakın adamı” diyerek, hoşgörüyü öğretti.

                Getirdiği Fıtrî ve Dengeli Hayat Rahmettir

                İslam fıtrat dinidir. Fıtratın temayül ettiği şeylerin meşru hali dinde mevcuttur. Meşhur rivayette takva sahibi olmayı, evlenmemek, sürekli oruç tutmak, geceleri uyumadan namaz kılmak gibi algılayan sahabesine; “Ben evlenirim de, geceleri uyurum da, bazen oruç tutar bazen de tutmam”  diyerek, ifrâdî bir hayatı reddederek dengeli bir hayatı öğütlemesi rahmettir. Fıtrata uygun yaşantısıyla, İslam dininin yaşanılabilir bir hayatı öngördüğünü bize öğretti. Zihinlerde var olan, insanın doğasına aykırı, gayr-ı fıtrî din anlayışını, insânî ve doğal yaşantısıyla yerle bir etti.    

                Dünya sevgisinden uzaklaştırması rahmettir

                Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem; “Ümmetim dünyaya dalarsa İslam’ın heybeti ondan çekilip alınır”4 buyurur. Bütün problemlerin başı denilen dünya sevgisi, bir de heybetimizi aldığından mıdır nedir, hep zulme uğruyoruz. Kâfir güç-kuvvet görmediği gibi heybet de görmüyor; çekinmiyor; pervasızca saldırıyor. Eğer Ümmet-i Muhammed’de bu melun ‘dünya sevgisi’ hastalığı olmasaydı, çalışkan ve güçlü olmanın yanısıra, duruşumuz bile düşmana bir mesaj verecekti. Oysa kalplerin Allah, Rasulullah ve ahiret sevgisinden uzaklaştığı şu çağda, meymenetsiz duruşumuzla tam tersi bir mesaj veriyoruz. Malik bin Nebi’nin, geri kalmış ve sürekli sömürülen ülkeler için söylediği ‘sömürülebilme yeteneği’ kavramı gibi, bu ümmette de  ‘öldürülebilme-saldırılabilme yeteneği’ gelişti. Bu yeteneğin (!) gelişmesinde dünya sevgisinin tesiri çok büyüktür. İşte Rahmet Peygamberi Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, öldürülmeyelim, zulme uğramayalım, duruşumuzla da kâfire cesaret vermeyelim diye, dünya sevgisi hastalığına düşmememiz konusunda bizi uyarıyor.  

                Çabası, Çilesi, Çalışkanlığı Rahmettir

                Bir insan hiç pes etmez mi, hiç ye’se kapılmaz mı, hiç yoruldum, işimi biraz azaltsam, biraz da rahatıma baksam, biraz da çoluğuma-çocuğuma dalsam demez mi? Demedi! Asla ve kat’a demedi! Şu çağda ümmette olan en büyük hastalıklardan, tembellik illetinin zerresine O’nun hayatında rastlanmadı. Hatta şunu diyebiliriz: O’nun çabası, Allah Azze ve Celle’nin O’ndan istediğinin üzerindeydi. Görevini ziyadesiyle yapmış bir Peygamber. Davasını insanlara ulaştırmada o kadar çok sabır ve sebat gösterdi ki, böyle bir sebat dünya üzerinde görülmedi. Mesela Taif… Aaah Taif… Sadece Taif’i, sadece Taif’teki çaba ve çilesini idrak etsek yeter. Taif’i anladığımızda, neden O’nun Hz. Ömer’e: “Ey Ömer beni kendi nefsinden de çok sevmedikçe olmaz” dediğini, neden O’nu herkesten, her şeyden, hatta kendimizden de çok sevmemiz gerektiğini anlarız. Müslüman O’nun, davası için- ümmeti için çektiği çileyi, gösterdiği çabayı gördüğünde canı yürekten şunu der: “Ben, beni benden daha çok seveni, benim için benden daha çok çile çekeni kendimden daha çok severim!”

                Örnekliği Rahmettir

                İnsan fıtratında, bir işi yaparken veya bir zorluğu yaşarken, örnek bir insana ihtiyaç duyma vardır. İnsanın bu yönünü en iyi bilen Allah Azze ve Celle, her yönüyle örnek bir peygamber gönderdi. İmanı, teslimiyeti, ahlâkı, ibadeti, yaşadığı acılarda sabrı, sebatı örnek… Hanımlarıyla, çocuklarıyla, ailesiyle örnek… Arkadaşlığı, akrabalığı, komşuluğu örnek… Devlet başkanlığı, komutanlığı, adaleti, öğretmenliği örnek… Takvası, tavizsizliği, ihlâsı, cömertliği örnek… Konuşması, yürümesi, gülümsemesi, öfkesi örnek… Allah’a olan aşkı, bağlılığı, itaati, itimadı örnek… Hâsılı kelam, hayatı örnek bir ‘usve-i hasene…’         

                Ümmetine Düşkünlüğü, Muhabbeti, Merhameti Rahmettir

                Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurur ki: “Benimle sizin misaliniz ateş yakan bir adamın misaline benzer. Adam, pervane ve kelebekler ateşe düşmeye başlayınca, onları engellemeye çalışır. İşte ben de size, ateşten kaçın! Kaçın! diyorum. Siz hâlâ ateşe doğru koşuyorsunuz.”5 Aslında ateşin büyüğü de, harlısı da bu çağda. Ve Efendimiz yine ateşin başında, ‘kaçın-kaçın’ nidalarıyla haykırıyor. İnsanlara adeta ‘bu yanan nur değildir; nardır, bu dünyanın parlaklığı nur değildir; nardır’ diye diye haykırıyor.  Dinleyen kim? Anlayan kim? Çağın yangınından payını alarak, yana yana koşanlarla dolu dünya. O’nun rahmet nazarına zerre sahip olan Müslüman, ateşten payını alıp koşuşturanlarla dolu dünyayı görür ve O Mübarek Peygamberi gibi ateşin başında; kaçın! Kaçın! der durur. İşte şu yangın yerine dönen dünyada, yanarak koşanları durdurmaya, söndürmeye çalışan birilerine ihtiyaç var… Efendimiz’in misyonunu yüklenmiş, insanları yanmaktan koruyan, yananı da söndürmeye çalışan birileri... İşte o fedakâr birilerinin, münkeri değiştirmek için müdahale eden mübarek elleri de yanacaktır belki de. Olsun, ne olur ki biraz yansak? Bir insan kurtulacak, az bir şey mi? Bir insan, koca bir insan… Kendini düşün, senin hayatın başkasına göre bir hayat, sen onlara göre bir insansın; ama sana göre sen bir âlem gibisin. Hani derler ya ‘bir insan bir dünyadır.’ Rabbin de sana öyle bakıyor: “… Bir insanı öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir…”6 ayetiyle insana, ‘dünya-âlem’ deniliyor. Davetçi de, bir insanı münkerden nehyederken, adeta bir dünya insanı kurtardığının farkında olmalı. Efendim… Âleme rahmet… Âlem hükmündeki her bir insana rahmet… Bugün Ümmet-i Muhammed’in coğrafyası da, imanı da, yüreği de yangın yeri. Yangın hem yaygın hem derin; yangın hem içten, hem dıştan. Allah Azze ve Celle buyurur:  “İçinizden öyle bir Rasul gönderdik ki, sizin sıkıntıya düşmeniz O’nun çok ağırına gider…”7 Ümmet sıkıntılıdır, mazlumdur, yanmaktadır ve ümmetin bu halinden dolayı Efendimiz’in ruhu da hüzünlüdür.  

                Eğitimci Yönü Rahmettir

                O’nun ümmetin öğretmeni olması, bir duanın da vesilesiyledir. Efendimizin atası Hz.İbrahim Aleyhisselam Kabe’nin duvarlarını yükseltirken, oğlu İsmail ile beraber bir dua ettiler: “Rabbimiz, onların içlerinden öyle bir peygamber gönder ki onlara ayetler okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın…”8 Efendimiz’in mükemmel eğitimciliği rahmettir. Her şeyi o kadar net, pratik ve detaylı öğretti ki, anlamamak, öğrenmemek, adeta mümkün olmadı. Hz. Aişe validemiz O’nun konuşmasının ezberlenebileceğini, önemli konuları üç defa tekrar ettiğini anlatır… Bir de Efendimiz’in eğitiminde şümullülüğün, yani çok yönlü eğitimin esas olduğunu görüyoruz. Kalbin ıslahından, güzel ahlâkın yerleştirilmesine, ibadetlerin şeklinden huşusuna, ihlâsına hatta lezzetine varıncaya kadar. Nefisle mücadelenin çetrefilli yollarından, şeytanla mücadele yöntemine, kardeşliği korumanın yollarına kadar… Her şeyi öğretti, talebelerini adeta oya gibi işledi; her birini ‘yıldız’ niteliğinde insanlar olarak yetiştirdi.

                Ümmetinin Rahmet Oluşu

                Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurur: “Meselü’l ümmetî kemeselü’l matar…” “Ümmetim yağmur gibidir; başı mı sonu mu hayırlıdır bilinmez.”9 Bu yağmurun başının rahmet olduğu bellidir de, hadisten anlıyoruz ki sonu da rahmet. Yağmur gibi, yağdığı yere, yağdığı çağa rahmet getiren bir ümmet. ‘Matar;’ yağmur çeşitlerinden, ‘sağanak halinde yağan, ekine-nebata faydalı bol yağmur’ demekmiş. Ümmet-i Muhammed’in sonu hükmündeki bu çağın müslümanları, kışın sonundaki en faydalı yağmur gibi insanlığa faydalar getirecektir. Yüreklerin, hayatların çoraklaştığı, çölleştiği şu çağda, insanlık ne kadar da muhtaçtır bu rahmet yağmurlarına. O yağmurlar bir yağmaya başlasın, işte o zaman bu ümmetin faydası, sadece kendine değil tüm insanlığa olacaktır. (İnşaallah)

                Bazı kavramlar vardır ki insana umut verir, mutluluk verir, muhabbet verir; sahibine de azâmet verir. Efendimiz’in âlemlere rahmet olarak gönderilmesi de ümidimizi ve O’na olan muhabbet ve hürmetimizi arttırıyor. Müslüman, O’nun çağlar ötesi rahmetini, 21. yüzyılda da derinden hissediyor…

                Hani Şair diyor ya: “Ya Rasulallah, Sen hâlâ kırk yaşındasın. Ve hâlâ ümmetinin başındasın…”

1- Enbiya 107

2- Enfal 24

3- Kalem 4

4- Tirmizi

5- Müslim

6- Tevbe 128

7- Maide 32

8- Bakara 129

9- Tirmizi, Ebu Davud