İnsanlığın dini değerlerden uzaklaşıp, modernizmi bir kurtuluş olarak görmesiyle bir benlik kaybı başladı. Batı dünyası modernizmin ışığında ne kadar ihtişamlı ve parıltılı görünse de aslında arkasında koca bir ‘yığın’ bulunduruyor. Sadece kendini düşünen, nefsinin istekleri doğrultusunda gününü gün eden, kendinden başka kimseyi umursamayan insanlar; bu yığını gitgide büyütüyor ve maalesef bu yaşam şekli yavaş yavaş Müslümanları da içine çekiyor…
Ne acıdır ki, elinde tüm insanlığın kurtuluş reçetesini bulunduran İslam Âlemi, kendi kurtuluşunu dahi gerçekleştirmekten uzak bir görüntü içerisindedir. 21. yüzyılın insanlarına bakıldığında haram-helal sınırını tanımayan fütursuz bir gençlik, onlara karışmayan ve hatta özgür bırakan ebeveynler, insanlığın gidişatını, manevi buhranlarını önemsemeyen bir toplum göze çarpmaktadır. Böyle bir toplumda adalet, fazilet ve erdem kaybolmaya yüz tutmuş, onun yerini ahlâksızlık, anarşi, kin ve düşmanlık almıştır. Bu durum aslında geçmişten gelen sorumsuzluğun ve belki iki-üç asırlık bir anlayışın sonucudur. Her ne kadar bunun sebebi Batı dünyası ve onun göz kamaştıran modernizmi olsa da asıl sebep; Müslümanların ellerindeki değerlere sahip çıkmaması ve bunun sonucunda geri kalmışlığıdır.
Batı karşısında teknolojik yetersizliğin ve geri kalmışlığın faturasını, dine ve geçmişte bizi yükselten değerlere kesmişiz, her şeyimizi Batı’dan alırsak bu girdaptan kurtulacağımızı zannetmişiz. Olaylara ve toplumlara Batı gözlüğü ile bakış, insanımızı ümmet anlayışından koparmış, toplumda olan bitenden uzak kalmayı seçen, gittikçe kendisine yönelen ferdiyetçi bir anlayışa hapsetmiştir. Modernizmin etkisi toplumu bir ahtapot gibi öylesine kuşatmış ki, kılık-kıyafetten yaşam tarzına, eğitimden ahlâki değerlere kadar her alana sirayet etmiştir. Öyle ki toplumu oluşturan fertler sorumluluğu birbirinin üzerine atmış, kendi kabuğuna çekilmiş ve modernizmin dayattığı hayat tarzını yakalayabilmenin hevesiyle, tüm enerjisini nefsinin doymak bilmeyen isteklerine sarf etmeye başlamıştır.
Sultan I. Ahmet, Osmanlı Ulemasından Şeyhülislam Sadettin Efendi’ye şu mealde bir mektup yazar: “Allah’ın Müslümanlara kesin yardım vaadi varken, yardım neden gerçekleşmiyor? Neden Müslümanların başı musibetlerden bir türlü kurtulmuyor?” Sadettin Efendi gelen mektubun altına gayet veciz bir cevapla, “bana ne” ifadesini yazıp imzalar ve elçiyle gönderir. Sultan kısa cevaba bir anlam veremez ve mektubun kâle alınmadığını düşünüp hiddetlenir, kendisini yanına çağırır. Mektubuyla neden ilgilenmediğini sorar. Şeyhülislam, aslında kısa cevapla her şeyi özetlediğini, toplumdaki hastalığın başta devlet ricali ve ulema olmak üzere nemelazımcılık olduğunu, kimsenin sorumluluğunu yerine getirmediğini beyan eder ve Sultan da meseleyi anlamış olur.1
Görüldüğü gibi toplumu düşünmeme, yalnız kendini düşünme anlayışı daha o yıllarda toplumu etkisi altına almış, o günden bu yana Müslümanlar modernizmin pençesinde her geçen gün daha bir yalnızlığa, daha bir bataklığa saplanmıştır. Modern dünya, kutsal ve dinî olan her şeyi tahrip etmek niyetinde olup yok etmek ister ve kutsal yaşam görüşünü ve beşeri faaliyetin her yönünü kapsayan ilahî yasasını terk etmeyen İslam dinine özellikle karşıdır. Dolayısıyla Müslümanlar olarak bizler modernizmin etkisinde birçok şeyimizi kaybettik. Bunların içinde önemli bir yeri olan aile ve akrabalık bağları, bunun yanında toplumsal yaşam ve ümmet olma anlayışımızı kaybettik. İlkin bizi ulus devletlerine bölerek, her ulusun kendi ırkını, toprağını ve çıkarlarını düşünmesini, ötekini önemsememesini öğrettiler. Ardından bu da yetmedi, bizi kendi aşiretini, ailesini düşünen, içinde yaşadığı toplumu ve gidişatını umursamayan bir anlayışa sevk ettiler. Sonunda da sadece kendini düşünen, nefsinin istekleri doğrultusunda gününü gün eden, kendinden başka kimseyi umursamayan ferdiyetçiliğe doğru ittiler.
Yaşam kriterlerimizi aldığımız Batı’nın bu konuda geldiği nokta içler acısıdır. Nüfus gittikçe yaşlanmaktadır. Bunun başlıca sebebi; evliliklerin sağlıklı bir temele oturmaması, aile ortamına ve sorumluluğuna tahammül edilememesi ve çocuk dünyaya getirip onun sorumluluğunu almak yerine kedi-köpek gibi evcil hayvanların beslenmesine daha fazla önem verilmesi gelmektedir. Böylelikle aile bağları zayıflamış, ebeveyn-evlat ilişkileri çocuğu özgür bırakma adına iyice bozulmuş, aynı evde birer yabancı gibi yaşamalar çoğalmıştır. Hatta Avrupa’da bir genç on sekiz yaşını doldurmuş ve hâlâ ailesiyle yaşıyorsa bu durum utanılacak bir durum olarak görülüyor. Ailesiyle yaşadığında ise çoğu zaman kullandığı odanın kirasını ödüyor. Böyle bir evde ebeveyn-evlat ilişkilerinin sağlıklı olması mümkün müdür? Bu sebeple aile ve akrabalık bağları zayıflamış, evlilik dışı birliktelikler ve boşanmalar artmıştır. Aynı durum ülkemizde de gün geçtikçe yaygınlaşmakta değil midir? Aile içi şiddetin ve buna paralel boşanmaların artması, ortada kalan çocukların psikolojik travma sebebiyle madde kullanımına ve suça yatkın olmaları, ahlâki zafiyetlerin ortaya çıkması modern dünyanın tesirinin sonucu değil midir? Okullarda öğrencilere iman şuuru aşılanmazsa, İslam ahlakı ve hükümleri öğretilmezse, toplum olan-bitene seyirci kalırsa, medyadan sürekli haramları işlemek normal gösterilip tertemiz beyinler kirletilirse bu toplum nasıl iflah olacak?
Araştırmacılar son otuz yılda dünyada boşanma oranlarında dramatik bir artış olduğunu, örneğin, ABD’de yeni ve ilk evliliklerin en az yarısının boşanma ile sonuçlandığını belirtmektedir. Amerika’da 1960 ve 1970’lerde artış göstermeye başlayan boşanma oranının, 1980’lerde en yüksek seviyelere ulaşması, gelişmiş ülkelerde uygulanan aile politikaları ve ailenin geçirmiş olduğu değişimle paraleldir. Nitekim gelişmiş batılı ülkelerde ailenin parçalanması, boşanma, tek ebeveynlik, aile içi ilişkilerin zayıflaması, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin kopma noktasına gelmesi, bağımlılık yapan madde kullanımının yaygınlaşması ve tüm bunların birey, aile ve toplumsal hayatta yol açtığı patolojiler aileyi ilgilendiren temel sorunlar olarak dikkat çekmektedir. Avrupa’da durum bundan farklı değildir. Hemen hemen her iki evlilikten biri boşanmayla sonuçlanmaktadır. Belçika istatistik kurumunun açıkladığı verilere göre ileride kendi ülkesindeki her üç evlilikten ikisi boşanmayla sonuçlanacaktır. Görüldüğü gibi Batı’da boşanma oranı % 70’lik düzeylere tırmanmıştır.2
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de 2004’te 91.022 olan boşanan çift sayısı 10 yılda yaklaşık % 38 artışla 2013’te 125.305’e yükselmiştir. Evlilikler ise söz konusu dönemde azalan bir seyir izlemiştir.3 Aslında olumsuz denebilecek birçok alanda (istatistiksel veriler de bunu doğruluyor) Batı’nın tesirinde olduğumuz, gitgide daha çok onlara benzediğimiz, ümmetçi bakışı kaybedip ferdiyetçiliğe sürüklendiğimiz bir hakikattir. Çocukların anne-babaya karşı saygısızlığı ve buna mukabil anne-babaların da ihmalkârlığı artmıştır. Ailenin görev alanı daralmış ve kötülükler çoğalmıştır. Boşanma oranı ve sosyal sorunların sayısı yükselmiş; suç çeşitleri, intihar olayları, aile içi şiddet ve eşler arası sorunlar artmıştır. Aile ve akrabalık bağları incelmiş kopma noktasına gelmiştir. İlgisizlik ve duyarsızlık artmış, samimiyet ve kardeşlik duyguları azalmıştır. Anne-babalar yaşlanınca evlatlarının yanında aynı evde yaşayacaklarına huzurevlerine terk edilmiştir ve her geçen gün huzurevleri sayısı da burada kalan yaşlı sayısı da artmaktadır. Yetkili makamlar durumun toplumsal açıdan vahametini görmeyip bunu iftiharla sunmaktadırlar. “2002’de resmi ve özel huzurevlerinde 13.548 yaşlı barınırken, bu rakam 2012’de 20.817’ye tırmandı. 2002 yılında bakanlığa bağlı resmi huzurevlerinde 4.952 kişi kalırken, 10 yıllık sürede huzurevlerine bırakılan yaşlıların sayısı yüzde yüz arttı.”4
Hâlbuki dinimiz bize aile ve akraba bağlarını kuvvetlendirmeyi, cemaat ve hatta ümmet olmayı emretmektedir. Bununla ilgili onlarca ayet ve hadis zikretmek mümkündür. Sadece bir kaçını zikretmek istiyorum. Ta ki dinimizin neden aile ve akrabalık bağlarına, toplumsal yapıya bu denli önem verdiği daha iyi anlaşılsın.
“…Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan (haklarına riayetsizlikten) sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.”5
“Ey münafıklar! Siz iş başına geçecek olursanız, yeryüzünde fesat çıkarır, akrabalarla ilginizi kesersiniz, değil mi? İşte Allah’ın lânete uğrattığı, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimseler bunlardır.”6
“Biz insana ana ve babasına iyilik etmesini emrettik.”7
“Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık günlerinde yetişip de cennete giremeyen kimse perişan olsun, perişan olsun, perişan olsun.”8
“Rızkının çoğalmasını, ömrünün uzamasını isteyen kimse, akrabasını kollayıp gözetsin.”9
“İnsanların arasına katılıp onlardan gelecek eziyetlere katlanan mü’min, insanların arasına girmeyip eziyetlerine katlanmayan mü’minden daha hayırlıdır.”10
Görüldüğü gibi İslam, aile ve akrabalık bağlarını kuvvetlendirmek için onlarla ilgilenmeyi, onlara karşı güzel muameleyi cennete girme ve Allah Celle Celaluhu’nun rızasını kazanma vesilesi saymış, onlarla bağların koparılmasını da men etmiştir. Böylece ne denli toplum yapısını önemsediğini, ferdin ıslahı ve kalitesinin artmasıyla aynı oranda toplumun ıslahına da önem verilmesi gerektiği üzerinde durmuştur. Fert içinde yaşadığı toplumun bir parçası olarak hem kendisinin hem de toplumun kalitesini yükseltmeye çalışıyor, bunalım ve buhranlarda yalnız olmadığını, acılarını paylaşacağı kardeşleri olduğunu bilerek psikolojik bunalımlardan kurtuluyor.
Aslında İslam’ın her bir emri güzeldir ve insanın hayatını güzelleştirmeye, kulluğunu kâmilleştirmeye, toplumunda refah, huzur ve adaleti tesis etmeye yönelik elmas kıymetinde hükümlerdir. Ancak bu hükümler İslam’ın yaşandığı toplumda, bir bütün halinde sergilendiğinde fonksiyon icra eder. O zaman Batı’ya da İslam’ın güzelliğini sunmuş ve onları bu anlamda etkilemiş oluruz. Üstad Seyyid Kutub’un da ifade ettiği gibi: “Bugün Müslümanların Batı’ya maddi gelişme anlamında sunacağı bir başarısı yoktur. Bu anlamda Batı’nın birkaç asır gerisindedir. Bizim onlara sunacağımız şey İslam akidesi ve yöntemidir.”11
Ebu’lHasen en-Nedvî de bu minvalde şeyler söylüyor: “İslam Âlemi (doğu), Batı’nın materyalist medeniyeti içinde eriyor. Hâlbuki elinde tarih boyunca zengin bir kaynak var, o da tüm insanlık için hak ve hakikat parıltılarının menbaı ve menşei olan ‘dîni’ dir.”12
Evet, elimizde onlarda olmayan bir cevher, bir kurtuluş reçetesi var. Bu reçete doğrultusunda hareket edip ferdiyetçi fikir ve yönelişlerden kurtulup, cemaat basamağıyla yapılanmak ve ümmeti hedeflemek zorundayız. Zira Batı’nın modernizm kıskacından kurtulmak dinimizi anlamak ve yaşamakla, örnek bir cemaat ve toplum olmakla mümkündür. Bu sebeple içinde yaşadığımız toplumun gidişatından sorumlu olduğumuzu bilip, bunun gereğini yerine getirmeliyiz. Davete de en yakınlarımızdan başlayıp, fert olmaktan aile-akraba-toplum ve ümmet olmaya doğru adım atmalıyız. Yolun ve davanın haklılığından emin isek, bu konuda itminana ulaşmışsak, dava saflarına katmak için toplumu ve hassaten de ailelerimizi ve akrabalarımızı davet etmemiz gerekmez mi?
1- Zâhid El-Kevseri, Makâlât,
2- Mehmet Çelen, Türkiye’de Boşanma Olgusu ve Boşanma Çeşitleri, s.2
3- http://aa.com.tr/tr/yasam/bosanma-orani-son-10-yilda-artti/169614
4- http://www.ensonhaber.com/huzurevleri-son-10-yilda-rekor-kirdi-2013-11-04.html
5- Nisa, 1
6- Muhammed, 22-23
7- Ankebut, 8
8- Müslim, Birr, 9
9- Buhari, Edeb 12; Müslim, Birr 20
10- Tirmizî, Kıyame, 55
11- Seyyid Kutub, Yoldaki İşaretler, s.12
12- Ebu’lHasen en-Nedvî, İslam Işığında Doğu ve Batı Mukayesesi