Muhafazakârlık.
Maalesef birilerinin bizi tanımlamasına veya birilerini tanımlamaya pek hevesliyiz. Ümmet olarak psikolojik üstünlüğümüzü kaybettiğimizden beri, düşünürken veya konuşurken kullandığımız kavramları bile Batı’dan alır olduk. Onların kavramlarıyla düşünüyor ve karar veriyoruz. Ne kötü!
Muhafazakâr! Fransız devriminden sonra kullanılmaya başlanan kavram, devrime karşı geleneği savunanları tarif eder. Bununla beraber gelişim sürecinde her ülkede, her toplumda farklı bir mana alır. Ancak ortak nokta geleneğin muhafazası ve değişime kapalı olmak veya en azından değişime karşı şüpheci olmaktır. Gelelim ülkemize. Muhafazakâr, İslamî bir hayat yaşayanları tanımlamak için sıkça kullanılan bir kavrama dönüşmüş durumda. Maalesef çoğu Müslüman da bu kavrama hiç ses etmeden razı olmuş. Şimdi biz, bu vesile ile soralım: “Sayın muhafazakâr beyefendiler ve hanımefendiler! Siz neyi muhafaza ediyorsunuz?” Müslüman olduğunuzu söylüyorsunuz ama sizin yaşadığınız ülkede İslamî bir hayat tarzı yok! Laik, seküler ve demokratik bir yönetim altındasınız ayrıca toplumunuz da Batılı bir hayat tarzının tahakkümüne bayağı bayağı entegre olmuş durumda, siz buna rağmen muhafazakâr olduğunuzu söylüyorsunuz. “Biz laikliği, Amerikan tarzı bir hayat düzenini muhafaza etmek istiyoruz” mu demek istiyorsunuz?
Muhafazakâr değiliz. Ya nesiniz? Biz Müslümanız! Batı’nın kavramlarıyla kendimizi tanımlamak zorunda değiliz. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’inde bizi tanımlıyor, Peygamberimiz de aynı şekilde, bizim kim olduğumuzu anlatıyor. Biz Müslümanız! Başka bir isme gerek duymuyoruz.
Değişim, eğer İslam’a uygun olacaksa ve bizi daha güzel bir hayata ulaştıracaksa güzeldir. Yani değişime sadece “değişim” olduğu için karşı olmak mantıksızdır. Değişimin içeriğine bakılır. Bugüne kadar yanlış yapılan bir şeyin farkına varılıyor ve yeni bir şey yapılmak isteniyorsa, yeni şey de İslam’a aykırı değilse neden karşı olalım ki?
Muhalefet.
Bir fikre, hayat düzenine, ideolojiye, politikaya, harekete karşı olmak, farklı düşünmek. Her ne kadar bugünün siyaset dünyasında iktidar partisinin karşısındaki diğer partilerin iktidara karşı tutumu şeklinde anlaşılsa da aslında muhalefet daha geniş bir anlama sahiptir. İhtilaf, ayrılık, karşıt fikirler, zıt kutuplar gelir aklımıza muhalefet denilince.
Peki, gerçek muhalefet diye bir şey var mıdır? İslam’ın muhalefete bakışı nedir? Müslüman muhalif midir? Elbette Müslümanlar olarak her konuya olduğu gibi muhalefet konusunda da İslam’ın ne dediğine, nasıl bir tavır öğrettiğine bakmak durumundayız.
Evet! Müslüman muhaliftir. Haramlara, zulme, adaletsizliğe, İslam’a aykırı siyasi faaliyetlere muhaliftir. Gerek ülkesinde yaşanan siyasi olaylar hakkında gerekse de toplumsal olaylar hakkında Müslümanca düşünür ve fikrini en gür sesle söyler. Herkes bir şeylere karşı… Burada asıl soru şu: Neye göre bir şeylere karşı olacağız, neye göre bir şeyleri destekleyeceğiz? İşte bütün mesele bu soruda gizlidir. Müslüman, Kur’an ve sünnetin gösterdiği yolda yani istikamet üzerinde olmak ve Kur’an ve sünnete, istikametine, aykırı olan fiil, tutum, siyaset, ideolojilere muhalefet etmek zorundadır. Bütün peygamberlerin yaptığı da budur. Emr-i bil-maruf nehyi anil münker! İşte bu düsturdaki kötülükten sakındırmak ancak muhalefet ile olabilecektir. Muhalefet etmeden yanlışları değiştiremezsiniz. Meşhur hadis-i şerifi hatırlayalım: “Bir kötülük gördüğünüzde elinizle düzeltin, gücünüz yetmiyorsa dilinizle düzeltin. Ona da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğzedin…”1 Müdahale edin kötülüklere, muhalefet edin. Allah’a, Peygamberine, İslam’a bir saldırı olduğunda veya siyasilerin yaptıkları politikalar kutsal değerlerimize aykırı olduğunda onlara karşı çıkın. Tepkisiz kalmayın, muhalefet edin.
Siyaset.
İnsanları yönetmek, idare etmek, düzenlemek, gerektiğinde büyük kararlar almak. İnsan topluluklarını yönetme sanatı diye geçer kaynaklarda. Elbette kavram asıl olarak devlet işleriyle ilgilidir. Ancak zaman zaman bir grubu, hareketi yönetmek veya bir şirketi idare etmek de siyaset yapmak olarak isimlendirilebilir. Çünkü buradaki işler de devlet işlerine az çok benzemektedir, sonuç olarak ikisinde de asıl olan insandır.
Siyaset ile ilgilenen bir bilim dalı olsa da aslında siyaset içerisinde çok sayıda ilim barındıran bir alandır. Örneğin toplumu ve insanı yönetmek sosyoloji bilmeyi gerektirir. Aynı zamanda içinde yaşadığınız toplumun ve dünyanın tarihini de bilmelisiniz. Bir bölge hakkında siyasi bir karar verirken o bölgenin biyolojisini, iklimini, coğrafyasını da bilmelisiniz. Dolayısıyla siyaset bilmek demek aslında çok sayıda ilmin birleşimi demek olmaktadır. Ancak bütün bu ilimlerin dışında “insan yönetmek” elbette apayrı bir yerdedir. Kendine has bazı özellikleri gerektirir. Bu nedenle herkes lider veya siyasetçi olamamakta, siyasi işlerden anlamamaktadır.
Günümüz dünyasında ümmetimizin durumunu düşündüğümüzde siyaset ile ilgilenmenin gerekliliğini kolayca kavrayabiliriz. Ne demişler: “Siyasetten anlamayan Müslümanı siyasetten anlayan kâfir yönetir.” Kesinlikle doğrudur. Müslümanlar eğer “dünyaya söyleyeceğimiz sözümüz var” diyorlarsa siyaset ile ilgilenmeleri gerekmektedir. Ancak bu bir parti kurmak anlamına kesinlikle gelmez. Siyaset yalnızca siyasi partilerin tekelinde olan bir olgu değildir. Sivil vatandaşlar, aydınlar ve âlimler ülkelerinin siyasetleri hakkında konuşmakta, eleştiriler yapmakta, fikirler üretmekte özgürdürler, hatta yapmalıdırlar. Özellikle de İslam âlimleri her meselede olduğu gibi İslam’ın siyasete bakışını; güncel olaylar hakkında İslam’ın yorumunu dile getirmeli, Müslüman toplumu İslam’a aykırı siyasi faaliyetler konusunda uyarmalıdırlar. Siyasete İslamî bir bakış açısı ile yaklaşarak değerlendirmelerde bulunmak emr-i bil maruf nehyi anil münkerin bir gereğidir.
- Müslim, İman 78; Tirmizi, Fiten 11