Hareketimiz

Neler Yaşadık… -1

Paylaş:

Furkan Hareketi olarak 2014 yılından itibaren sistematik olarak çeşitli yollarla yoğun bir engelleme, baskı ve hapis süreci geçirdik. Alparslan Hocam başta olmak üzere bütün Furkan Hareketi mensupları engelleme ve baskının çeşitli versiyonlarını yaşadılar. Bu süreçte yaşamış olduğum ve yakından şahit olduğum bazı hadiseler var ki bunların bilinmesi hareketimiz açısından önem arz etmektedir. Bu olaylar, hilekârların hilesini, müfterilerin iftiralarını, zalimlerin zulmünü daha iyi görmek ve zorlu, karanlık bir süreçten nasıl geçtiğimizin anlaşılması açısından önemlidir. İslami harekete yapılan zulmün ve İslami hareket mensuplarınca verilen mücadelenin unutulmaması ve zulmün çeşitli versiyonlarla tekrarlanmaması için hafızamızı diri tutmak mecburiyetindeyiz. Bu sebeple aklıma geldikçe bazı noktaları siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyorum.

Yazacağım bu hadise, Alparslan Hocam hapisteyken yaşadığım en ağır ve karanlık olaylardan biri...

Biz Alparslan Hocamın hapishanede olduğu tüm süreçleri oldukça şeffaf yaşadık. Zaten ben yaklaşık 4 yıl boyunca 7/24 fiziki polis takibindeydim. Her gittiğim yerde bir olay, bir engelleme ile karşılaştığımız için nerdeyse her günümüzü gerek fotoğraf gerek videolarla sosyal medyadan paylaşıyorduk. Ama beni çok fazla üzen ve bir o kadar da korkutan bir olay var ki bırakın paylaşmayı ben onu hayatımdan silmek, tamamen unutmak istedim. Ama bugün size anlatmak istiyorum. Hayatımızı bu kadar temiz ve şeffaf yaşadığımız için bizi lekeleyecek bir nokta bulamayan namert ve ahmak düşmanımız bir olayı anlatmayışımızı fırsat zannettiler sanırım… Onların açısından keşke böyle zannetmeselerdi de ben de anlatmayaydım. Böylece zulmünüzün ve karanlık yüzünüzün boyutları ortaya çıkmaya devam ediyor çünkü.

Bizim açımızdan hiçbir sıkıntı yok. O kadar sıkıntılı ve kapkaranlık bir dönemden geçtik ki yaşadığımız her zorluğu nasıl anlatayım! Ben ancak mücadelemizi diri tutacak kısmını sürekli gündemde tutabildim. Yaşadığım üzüntülerin ve hayal kırıklıklarının çok azını yansıtabilmişimdir.

Gerçekten Furkan Hareketi olarak çok karanlık günlerden geçtik. Ama belki de bu uğurda neler yaşadığımızın ne tür zorluklara dayandığımızın eksiksiz bilinmesi gerekiyor. Ben de böyle aklıma geldikçe anlatmaya karar verdim.

Anlatmaya bu olayla başlayayım.

Olay yeri İstanbul-R….a Otel Önü (Anlatacaklarımın bu otelle bir alakası yoktur. Olay, otelin önünde ve çevresinde gerçekleşmiştir.)

Alparslan Hocamın Bolu Hapishanesinde olduğu ilk dönemdi... Tahliye beklediğimiz bir mahkemeden daha tutukluluğa devam kararı çıktı ve çok üzgündük... Mahkemenin ertesi günü telefonum çaldı. Karşımdaki kişi oldukça beyefendi bir ses tonuyla dünkü duruşmanın hâkimi olduğunu ve o hâkimin ismini söyledi, hatta duruşmayı kastederek siz de oradaydınız diyerek söze başladı. “Bizim bu işi sessiz sedasız halletmemiz gerekiyor. Alparslan Bey’i bırakacağız. Çağıracağımız yere gelin orada bu konuyu nasıl çözeceğimizi konuşalım” şeklinde bazı ifadeler kullandı. Hatta “Biz Alparslan Bey’le konuştuk onun da bilgisi dahilinde ilerliyoruz” dedi.

Önce ne düşüneceğimi şaşırdım, anlayamadım. Bir yandan da o günlerde “Hocamızı bize mahkeme günü yani herkesin beklentide olduğu gün verip de büyük, coşkulu karşılamalarla, anlı şanlı alıp şehrimize getirmemizi istemezler. Nasıl olacak acaba” diye aramızda konuşuyorduk. Telefondaki ses sanki bu konuşmalarımızın şahidi(!) ya da muhatabıymış(!) gibi (ki öyleymiş) bu cümlelerin aynısını kullanıyor ve ısrarla “öyle karşılamalar falan istemiyoruz, bu işi sessiz sakin halletmek istiyoruz” diyordu. Ben de safım, tecrübesizim inandım. Ya da Alparslan Hocamın bir şekilde serbest bırakılma fikrine inanmak istedim. Yine de emin olamadım ve birkaç arkadaşım ve birkaç akrabam ile bu durumu paylaştım. Zaten o günlerde Alparslan Hocamın telefon kayıtlarını aldığım için telefonumda arama kaydı programı da yüklüydü ve bu konuşma da kaydedilmişti. Ses kaydını birkaç akrabama ve arkadaşıma dinlettim. Telefondaki kişi para istemiyordu, kesinlikle bir kuruş para lafı geçmedi, şifre istemiyordu yani dolandırıcı değildi(!) Sadece bize de makul gelecek bir teklifle geliyor ve “devlet bu işin sessiz sedasız olmasını istiyor, karşılama yapılmasını istemiyoruz” diyordu, hatta “çağıracağımız yere istediğin kişilerle, istediğin sayıda akraban ile gelebilirsin, hiç sıkıntı değil” diyordu. Biz de en küçük bir ümide sarıldığımız o günlerde bir erkek bir bayan olmak üzere iki akrabam ve benimle birlikte üç kişi, çağırdığı yere gitmeye karar verdik. Bizi ertesi gün hemen Adana’dan İstanbul’a çağırdı. Hemen ilk uçağa bilet aldık ve çıktık. Uçaktan inince tekrar konuştuk ve kendisinin de o esnada bu konuyla ilgili bir takım yetkili kişilerle bir toplantıdan çıktığını, bizi beklediklerini söyledi ve gideceğimiz otelin adını, konumunu verdi. Hatta toplantı yaptığı yetkili kişilerin mevkilerini bile söyledi. O anlar her aklıma geldiğinde öfkeleniyorum...

Saf dünyamızda kumpaslara neredeyse hiç yer olmadığını ibretle anladığım o gün biz yine saf saf verdiği adrese doğru gitmeye çalışıyoruz. Ümitliyiz, heyecanlıyız ama en çok da safız!

Verdiği adrese ulaştık. Otelin lobisinde beklediklerini söylemişti. Lobiye geçip oturduk. Ortalıkta kimse yok, otel bomboş gibi. Beni arayan numarayı arıyorum açmıyor, mesaj atıyorum dönmüyor. Biraz ürkmeye başladık. Sonra aynı numara aradı ve ses tonu değişmiş, sertleşmiş bir şekilde üst perdeden konuşarak “Ben size tek gelmenizi söylemiştim, şu anda sizi görüyorum, yalnız değilsiniz her şeyi berbat ettiniz, her şey iptal!” dedi. Ben de sinirlendim ve sesimi yükselterek “Siz bana ‘tek gel’ demediniz hatta ‘istediğin kadar akraban ile gelebilirsin’ dediniz ben de akrabalarım ile geldim, tek de asla gelmezdim zaten” dedim. Ben de bağırınca bu defa alttan alarak onların yanında konuşamayacağımızı ifade edip beni dışarı otelin kapısının önüne çağırdı. Akrabalarım şaşkın şaşkın “Ne oluyor” diyorlar, onlara “Siz burada bekleyin” dedim ve dışarı çıktım. Otelin önünde ortalıkta garip garip adamlar vardı. Resmî polis yelekli üç beş polis öylece duruyor, sivil olduğunu tahmin ettiğim telsizli kişiler de vardı hatta belinde telsiz olan temizlik görevlileri yerleri süpürüyor ve dikkatle bana bakıyorlardı. Etrafımda görebildiğim ve bu olayla ilgili olduklarından şüphelendiğim en az 15-20 kişi vardı sanırım. Ben iyice tedirgin olmaya başladım ama oraya kadar gitmişiz devam etmek istedim. “Dışarı çıktım” diye aradım. “Evet sizi görüyorum otelin solundaki sokaktan aşağıya doğru iner misiniz?” dedi. Otelin köşesini dönüp aşağı sokağa doğru yaklaşık 10 adım kadar gittim. Beni bir şekilde izliyordu, bu çok belliydi. Hemen mesaj attı “Burası uygun değil 100-150 m kadar ilerde sağda bir çay bahçesi var oraya gelin orda konuşalım” dedi, hatta “Şu anda Alparslan Bey cezaevi müdürünün yanında isterseniz telefonla konuşturayım sizi” diyerek beni devam etmem için ikna etmeye çalıştı. Daha uzağa çağırınca benim tedirginliğim daha da arttı ve beni o esnada otelin lobisinde bekleyen akrabalarımdan uzağa ıssız bir sokağa çekmeye çalıştığını anladığım için “Size asla güvenmiyorum ve ben gidiyorum” diye mesaj attım ve bir an bile beklemeden derhal otele girip akrabalarıma yüksek sesle “Hemen buradan çıkıyoruz, acele edin, çabuk!” diye bağırdım. Kendimizi dışarı attık. Akrabalarım şaşkın “ne oluyor, nereye gidiyoruz, ne dediler, bir açıklama yapsana” diye sormaya çalışıyor, bense bir an evvel o karanlık pusudan kurtulup kalabalıklara karışmaya çalışıyorum... Koşarcasına oradan uzaklaştık ve İstanbul’un kalabalık bir caddesinde yürümeye başladık. Uçakla geldiğimiz için yanımızda araç da yoktu. Bu arada ben hem hızlı hızlı yürüyorum hem de o kadar öfkelenmişim ki “Allah belanızı versin!” diye belalar okuyorum. İyice uzaklaştığımıza kanaat getirdiğimde kalabalık bir kafeye girdik. Öfkeden elim ayağım titriyor. Birer çay istedik ve orada olanları akrabalarıma anlattım... Üçümüz de şoktayız! Bir yandan bir hayal kırıklığı yaşıyoruz, güya Alparslan Hocam bu görüşme vesilesi ile serbest kalacaktı. Üzülecek miyiz, saflığımıza mı yanacağız, kızacak mıyız? Hepsi benliğimizi en üst düzeyden sarmış olan bu duyguların hangisini yaşayacağımızı şaşırmış vaziyetteyiz. Bir yandan kendimizi aldatılmış, dolandırılmış affedersiniz bir enayi gibi hissediyoruz. Bir yandan korkuyoruz, yalnızız etrafta tekin olmayan bir sürü insan var, bir yandan öfkeliyiz... Olayı çözümleyemiyoruz, ne yaşadık tanımlayamıyoruz... Ama tek bildiğimiz şey var ki derhal oradan uzaklaşmalıyız. Metrobüse bindik havaalanına dönüyoruz, ağzımızı bıçak açmıyor… Hani derler ya ‘bıçak soksan bir damla kanın akmaz’ diye. O esnada kurşun yeseydim sanırım bir damla kanım akmazdı! Bu olayla ilgili anlatacaklarım bitmedi, devam edelim...

Adana’ya döndük ama olayın karanlığını üstümüzden atamıyoruz. O günlerde tanıdığım bir polise bu olayı anlattım ve “Telefon numarasını versek bir şey çıkar mı?” diye sordum. O da “Çok zor, genelde böyle olaylarda telefonu imha ediyorlar ve pek de bir sonuç çıkmıyor” diye öylesine kişisel görüşünü söyledi. Zaten hatırlamak bile istemediğim bu korkunç olayın üstüne gitmedim, o gün bilenlerden başka kimseye de anlatmadım. Ama olay kapanmadı! Ondan bir sonraki mahkemede Alparslan Hocama tahliye kararı çıktı onu güzelce karşıladık, bin bir olayla Adana’ya getirdik, o siren sesli müdahale gününü yaşadık1 ve aynı akşam tekrar tutuklanmıştı. Hatırlarsınız... İşte o günün ertesi günü Alparslan Hocamı yeniden tutukladıkları halde evimizin etrafı çevik otobüsleri, Toma ve yüzlerce polisle sarılı vaziyette kalmaya devam edince ben çok öfkelendim ve çıkıp evimizin etrafındaki polislere bağırmaya ve yaptıklarını video kaydına almaya başladım. Bu olayı da hatırlarsınız. O olayda gözaltına alındım ve polisi kayıt yaptığım gerekçesiyle Emniyet telefonuma el koydu. Telefonumu bir ay bana geri vermediler. Bir gün Emniyetten arandım ve bir savcı beni müşteki sıfatıyla ifadeye çağırdı! O zamanların karanlık şahidi(!) birçok konuşmamızın da muhatabı(!) karanlık avukatımızı da alarak savcının yanına gittim. Savcı, emniyetteki telefonumun incelenmesi esnasında içinde bu ses kaydına ulaşıldığını, bu yaşadığım olaydan dolayı şikayetçi olup olmadığımı soruyordu! Karanlık avukatımız da olayı ilk defa duyar gibi dinliyor ve şaşırıyor(!) Ben de ona karşı da mahcup olarak “Ya anlatmadım çünkü çok üzülmüştüm” falan diyorum... Savcı bir de bana bıyık altından gülerek “Buna neden inandınız, boşuna mı mesaj geliyor sizlere kendini savcı ya da hâkim ya da polis diye tanıtanlara inanmayın diye” deyince… Trajikomik gerçekten... Önce orada mahcup oldum ama hemen o esnada olayın ciddiyetini savcıya anlatmaya başladım. Neden inandığımı, çünkü aramızda konuştuğumuz açılardan böyle bir beklentide olduğumuzu bunu da avukatımızla kendi aramızda(!) konuştuğumuzu fakat bunu nereden(!) biliyorlarsa aynı cümlelerle bana hitap ettiklerini, para lafı da geçmediği için dolandırıcılık gibi bir durum görmeyerek ciddiye aldığımı savcılık ifademde anlattım. Hatta ifademe şunu da ekledim: “Ben bir dolandırıcılık olayı yaşadığımı düşünmüyorum. Bir suikast girişimine, bir kumpasa maruz kaldığımı düşünüyorum. Çünkü ben gerçekten orada hayatımdan endişe ettim! Eğer olay incelenecekse benim şikâyetim dolandırıcılık şeklinde değildir. Hayatıma kastedilmeye çalışıldığını düşünüyorum ve bu açıdan şikayetçiyim” dedim. İstanbul’daki otel olayı ile ilgili bu ifadem savcılıkta mevcuttur. Hatta saflığımızdan, ümitlerimizden istifade ederek beni arayıp Adana’dan İstanbul’a bu karanlık kumpasa çağıran kişinin ses kaydı ve mesajları da mevcuttur! Ama bu savcılık incelemesinden tabi ki de bir sonuç çıkmadı! İleride belki bir gün dökülür ortaya; tüm gerçekler, tüm ihanetler, tüm karanlık girişimler... Ve Rabbim bu zalimlerden ahımızı bir gün söke söke alır inşallah!

İşte böyle karanlık bir olay… Belki ilerleyen günlerde bu dünyada ama ahirette mutlaka aydınlanacak inşallah!

Yaşadıklarımızı sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.

1. Bu olayın detayları için 94. sayımızdan “24 Ocak Tahliye Kararı ve Sonrasında Yaşananların Değerlendirilmesi” başlıklı yazımızı okuyabilirsiniz.