Fetih.
Ne büyük manalar barındırır içinde! Fetih… Kalpleri İslam’a, Allah’a, imana açmak… Belki de gerçek fetih budur. Ne demişti Rasul-u Ekrem: “Ülkeler ve şehirler zorla alınır; Medine ise Kur’an ile fethedilmiştir.” Kur’an ile fethedilen bir şehir! Kur’an’ın kalplere nakış nakış işlendiği bir şehir! İşte Fetih! Demek ki bir insanın, bir şehrin, bir mahallenin, bir ailenin kalbine imanın girmesine, Kur’an’ın girmesine vesile olduğumuzda bir fetih yapmış oluyoruz. Bir Fatih oluyoruz. Ne güzeldir fetih! Ne güzeldir Fatih!
Kalpleri İslam’a açmak, dedik. Ya ülkeleri İslam hakikatleriyle buluşturmak nedir? O da fetihtir. Zalim diktatörler milletlerin başına geçer ve onların kanlarını emerler. İnsanları Allah’a değil kendilerine kul-köle yapmak isterler. İslam ise insanı şerefli görür ve onun, hak ettiği makama çıkabilmesi için önündeki bütün engelleri kaldırır. İşte diktatör yöneticiler bu engellerin en büyüklerindendir. İslam'ın Fatihleri özgürlüğünü kaybetmiş ülkelere gider ve oraları İslam’ın nuruyla buluşturup insanlarını özgürleştirirler. Yani o ülkeyi İslam’a açarlar, fethederler. İşte fetih deyince aklımıza gelmesi gereken ikinci mana budur. Ülkeler fethedildikten sonra milleti özgürlüğüne kavuşur. İsteyen kendi dininde kalır isteyen de İslam’ı seçer. Bu konuda bir zorlama yoktur. İnsanlar kendi özgür iradelerine kavuşturulmuştur artık.
Hülasa edersek ya kelime vardır âlimin dilinde ya kılıç vardır mücahidin elinde. İkisi de fetih yapar ikisi de açar: Biri kalpleri biri ülkeleri…
Gaza.
Ne denir bilirsiniz: Gazan mübarek olsun. Ya da “Gazamız mübarek olsun.” Savaşımız, mücadelemiz, çarpışmamız… İslami kaynaklarda görülmese de Osmanlı Devleti ve toplumu açısından önemli bir yer edinmiş gaza. Hatta gaza anlayışının Osmanlı’ya etkileri gibi akademik çalışmalar bile yapılmış. Tarihi kaynaklara göre konuşursak Osmanlı Devleti’nin kurulduğu ilk yıllardan, hatta beylik döneminden itibaren sürekli savaş hâlinde olduğu Hristiyanlarla başlamış bu terimin yaygınlaşması. Gazaya gitmiş yiğitler, alpler, mücahitler… Arkalarından nemli gözlerle bakarak söylemiş anaları, eşleri, çocukları: “Gazamız mübarek olsun.” Basit bir cümle olarak görmemek lazım bu duayı. Gazan iyi geçsin demiyor. Gazan mübarek olsun diyor. Mübarek, içerisinde anlam olarak bereketi barındırır. Bir de ilahi olanı, kutsal olanı barındırır. Yani gazamız, öyle sadece savaş olmasın. Amacımız sadece ganimet olmasın. Tek derdimiz sınırlarımızı genişletmek olmasın. Ya ne olsun? Mübarek olsun! Allah’ın adıyla olsun. Kılıcınız da Allah’ın adıyla kalksın, ordularınız da Allah’ın adıyla kurulsun. Mübarek olmayacaksa da olmasın. Nitekim mübarek olmayınca savaşlar, gazalar, mücadeleler ne dünya elde edilir ne de ahiret. Vesselam.
Batıl.
Hak vardır ve hakikat savunucuları vardır bir ucunda, batıl vardır ve batılın savunucuları vardır diğer ucunda. Bu nedir? İnsanlık tarihi kadar eski bir savaşın taraflarıdır. Yıl ha 200 olmuş ha 2000 olmuş… Zamana, mekâna, şahıslara bakmayan bir savaş bu ve tarafları hiç değişmiyor. Kimi zaman Nemrut diyoruz batılın saflarına, kimi zaman Amerika. Saf aynı, isimler farklı. Hak tarafı ve batıl tarafı…
Kur’an-ı Kerim’de 36 defa geçmesiyle dikkatleri üzerine çeken bir kavramdır “batıl.” Elbette tek anlamı yukarıda bahsettiğimiz anlam değildir. Başka anlamlarda da kullanılmıştır “batıl” kelimesi. Kimi zaman “yalan” manasında kullanılmış, kimi zaman “boşa çıkan amel.” Kimi yerde “çirkin, faydasız ve gayesiz iş” manasını karşılamış, kimi yerde “gerçek bilgiye dayanmayan delil” manasını. Anlayacağımız üzere batıl kavramı farklı manalara gelen bir kavram.1
Batılı tanımamız lazım efendiler! Batılı tanıtmamız lazım. Onun hak postuna bürünüp ortalıkta dolaşmasını görmekteyiz. Batılın hak ile karıştığını görmekteyiz. İşte bugün bizlere düşen vazifelerin en önemlilerinden biri de hak ile batılı ayırmaktır. O hâlde şu güzel dua ile bitirelim: “Allah'ım! Hakkı hak olarak bilip hakka uymayı, batılı batıl olarak bilip batıldan uzaklaşmayı bizlere nasip eyle!”
Kalem.
Kur’an-ı Kerim’de bir surenin ismi olmuştur Kalem. Onun dışında da bazı ayetlerde ve hadislerde kendisinden bahsedilmiştir. İlk inen ayetlerde “O insana kalemle yazmayı öğretendir” denilmiş ve bizlere kalemle yazmayı öğretmesi yönüyle, Rabbimizin “sonsuz kerem sahibi” olduğu vurgulanmıştır. Demek ki insanoğluna büyük bir lütuftur kalem. Onunla yazarız, onunla saklarız ilmi. Kalem sayesinde medeniyetler kurarız. Kalemin yazdıklarıyla medeniyetleri daim eyleriz. Yoksa uçup giderdi bilgiler, hakikatler, keşifler… Her nesil birikimlerini kaydeder ve gelecek nesle miras bırakır. İşte böylece nesiller arası iletişimi de sağlar kalem.
İslam âlimleri ayrı bir önem vermiştir kaleme. Kalem ile muhafaza altına almışlar ilimleri. "Söz uçar, yazı kalır" değil mi ama? Yazı ile sabitlemişler, koruma altına almışlar hakikatleri. “Kalemim, benim kalem” diyen şair misali, bir nevi kale kurmuşlar kalemler ile. Ve ilimleri bu kalede muhafaza altına almışlar.
Peki yalnız ilimler midir kalemlerin işi? Kimi zaman yüreğimizin dertlerine yoldaş olur kalemlerimiz. Kimseye açılamayan sırlar açılır kaleme. O da bu sırrı taşıyamaz yüreğinde, kâğıtlara döker hemen. İşte böyle: Kimi zaman ilim akar kalemin mürekkebinden, kimi zaman elem. Ama biz bunları bırakalım ve işin hakikatine gelelim: Kalem kılıçtan keskindir.
- Fahrettin OLGUNER, "BÂTIL", TDV İslâm Ansiklopedisi,
https://islamansiklopedisi.org.tr/batil (04.01.2021)