Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, 37 yaşından 40 yaşına kadar Hira’da geçirdiği 3 yıllık dönemi anlatan siyer kitapları, ‘O’na yalnızlık sevdirildi’ diye anlatır. Peygamberimiz 3 yıl boyunca gece gündüz uzlete çekilmiş, toplumdan uzak bir şekilde yaşamaya başlamıştı. Nur Dağını görenler ve çıkanlar bilir, çok sarp, birkaç saatte ancak tırmanılan, çıkılması bir hayli zor ve meşakkatli bir dağdır. İşte uzlet için seçilen Hira Mağarası bu dağın tepesindeki mağaradır. Efendimiz tüm bu zorluklara rağmen bu dağa tırmanmış ve koskoca 3 yılını burada uzlette geçirmiştir. O’nu bu uzlete mecbur kılan duygu ne idi? Hayatına baktığımızda aslında mutlu bir evliliği, sevgili çocukları, iyi bir maişeti mevcuttu. Ancak O’na, şahsi hayatının huzuru, rahatı, mutluluğu yetmiyordu. İçinde yaşadığı toplumun çirkef hali ve bunu düzeltememenin çaresizliği O’nu huzursuz ediyor; Hira’da hem bu çirkeften uzak kalıyor hem bu duruma hâl çaresi arıyor, hem de Rabbini tefekkür ediyordu. Alparslan Kuytul Hocamız bu durumu uzun uzun anlatır ve Efendimizin bu halini ‘rahatın içinde rahatsızdı’ diye ifade eder.
Rabbimiz Teala, böyle uzun süren bir kaygı ve tefekkür döneminden sonra Efendimize Peygamberlik görevini verdi. Buradan anlıyoruz ki uzlet, büyük görevler yüklenecek insanlar için önemli bir hazırlık sürecidir. Ancak vahiy gelip vazife kendisine yüklenince, hayatı boyunca böyle uzun süreli bir uzlet dönemine girmediğini görüyoruz. İlk inen surelerde geçen ‘Kum’il leyl’ ve ‘kum fe enzir’ emirlerinden sonra rahat yüzü görmemiştir. Belki uzlet, yani Rabbi ile yalnız kalma durumu, kısmen geceleri devam etmiştir. Ancak bunlar öyle gecelerdir ki, uykusuz, ayaklar şişene kadar kılınan namazlarla dolu geceler… Hal böyle olunca, uzletin şekli, nasıl olması gerektiği de bir nev’i ortaya çıkmış oluyordu. Yani; tertil ile okunan Kur’an üzerinde saatlerce düşünerek geçen geceler; dualarla, uzun namazlarla bedenen yorulunsa da ruhen güçlenilen bir eğitim süreci…
Efendimize ömrü boyunca farz olan gece uzleti teheccüd, sahabeye 1 yıl boyunca farz olmuş sonra sünnet olarak kolaylaştırılmıştır. Medine’de ise Ramazan’ın son 10 günü girilen itikaf yine uzletin yoğun halidir ki tüm ümmete müekked sünnettir. Aslında hakkıyla kılınan her namaz insana bir kısa süreli uzletler yaşatmaz mı? Ve Arafat’ta durup düşünmemizi sağlayan vakfe haccın uzleti değil midir? Tüm ibadetleri gözden geçirdiğimizde bu ibadetlerin bazen bir bölümü bazen de tamamı bize uzleti hissettirir. İnsanın fıtratını en iyi bilen Rabbimiz, insanın yalnızlığa ihtiyacını da bilmektedir ve bunu zaman zaman yaşatmaktadır.
İnsanın uzlete duyduğu ihtiyacını, zaman zaman içimize gelen, bulunduğumuz yerlerden uzaklaşma ihtiyacından, dağlara çıkma, ıssız kulübelerde insanlardan uzak yaşama arzusundan da anlıyoruz. Ancak genellikle, bu duygularla istenen uzlette, sorumluluktan ve cihadın sıkıntısından kaçma arzusu ağır basmaktadır. Oysa uzlet, Allah’ın emirlerinden değil Allah’ın yasaklarından, Allah’a kaçıştır.
Uzlet, haram duygulardan, malayaniden, riyadan kaçış anlamında çok önemli bir yoldur; çaredir. Kişi şayet uzletin hakkını verir; onu tembelliğe ve nefsinin daha da galebe çalmasına vesile kılmazsa, ondan çok büyük kazançlarla çıkabilir. Rabbi ile baş başa kalan insan bu yalnızlıkta, ‘kafasını/kalbini dinlerse (dinlemek dinlendirmek değil, onların sesine kulak vermektir) ve onlardaki çirkefi tertil ile Kur’an okuyarak vahyin nuruyla temizlerse, çok büyük kazançlarla çıkabilir. Uzleti, ruhen bir tazelenme ve cihad için benzin alma vesilesi kılmak için geçirirse çok büyük kazançlarla çıkabilir… İnanç, derin düşünceyle imana dönüşür; bilgi düşünerek okumayla bilgeliği kazandırır; nefisle cihad vazgeçmeyi öğretir ve sabır, sebatı getirir... Şayet uzlet esnasında nefsi terbiyenin yollarından olan az yemek, az uyumak, az konuşmak başarılabilirse tüm bu kazançlar elde edilebilir.
BU ÇAĞDA UZLET
Bu çağ, uzletin tam tersi olan toplumun içinde olma, görünür olma anlamında zirve noktada olan bir çağdır. İnsanlar ama fiziken sosyal ortamlarda, ama sanal olarak sosyal ortamlarda bulunma ve oralarda görünür olma ihtiyacı duyuyorlar. Hatta bunun yarışı içerisindeler. Kendi ile kaliteli bir uzlet dönemi geçirmeyen ve Rabbini de kendini de tanımayan insanlar, başkalarının hayatını merak ediyorlar veya başkaları kendisini görsün istiyorlar. Sanki dünya büyük bir sinema platosu ve insan bunun içinde başrolü kapmaya çalışan hırslı oyuncu gibi. Halbuki bir süre sonra film bitecek ve figüranla beraber aynı gerçek hayata dönecek. Rabbimizin ‘bu dünya hayatı bir oyundan ibarettir’1 benzetmesi ne kadar da insanı sarsıcı bir gerçektir. Ancak beyaz perdenin büyüsü gibi, insanı saran sanal alemin büyüsü, insanı derin ve reel düşünceden uzaklaştırmaktadır. Bu durum insana yıllar kaybettirmektedir. Günler birbirini kovalamakta ve akıp giden suyun geri gelmemesi gibi giden her bir gün ömürden gitmekte ve geri gelmemektedir. Hep başkalarının hayatı ile ilgilenen veya hep başkaları için yaşayan insanlar, aslında bu dünyaya hiç gelmemiş kadar silik insanlardır. Kıyametin alametlerindendir zamanın hızla akması. Boş işler ve boş düşüncelerle geçen ömür insanı kof bir odun kütüğüne çevirmektedir. İnsanın kök salması, imtihanlara dayanaklı hale gelmesi, zaman zaman kısa süreli de olsa uzlet hayatının olması, kendini, Rabbini, hayatı- memâtı derin derin düşünmesiyle mümkündür.
‘Yalnızlık Allah’a mahsustur’ derler. Allah yalnız değil ki! Elbette biliyorum Rububiyyetinde- Uluhiyyetinde birdir; tektir. Ancak Allah daim O’nu seven kullarıyla beraberdir! Bizlere şah damarımızdan daha yakın2, dua ettiğimizde duamıza icabet eden3 değil midir? İşte uzlet insana Rabbinin yakınlığını yakinen hissettirir. Oturup Kur’an okuduğunda, Rabbini dinlediğinde yalnızlık yalnızlık olmaktan çıkar. Dua edip, derdini, derdi de dermanı da verene arz ettiğinde yalnızlık yalnızlık olmaktan çıkar. Allah’ı düşünmeden geçen uzlet yalnızlıktır. Allah’ı düşünerek geçen uzlet dostla sohbetle, dostla muhabbetle geçen en kıymetli, dopdolu zamanlardır. Aslında Allah’ı düşünmeden geçen ömür yalnızlıktır; kimsesizliktir. Yanında Allah olanın dünya yanında olmasa ne gam; yanında Allah olmayanın dünya yanında olsa ne anlamı var…
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu davaya hazırlanırken O’na yalnızlık sevdirildi. Sonraki dönemlerde de genel halinde nispeten hep bir uzlet hali var olmuştur. Ömrü mücadeleyle geçmiştir ama; az- öz konuşmuş, geceleri ihyaya azami dikkat etmiş, Ramazan’ın son 10 günü itikafı hiçbir zaman ihmal etmemiş, namazlarını uzun uzun kılmış, hasılı kelam Rabbi ile baş başa kalmak, O’na her zaman insanlarla bir arada olmaktan daha sevgili gelmiştir. Bizler de mecburen konuşma durumları hariç fazla konuşmamaya; mecburen insanlarla bir arada bulunma durumları hariç boş oturmalara dalmamaya, böyle durumlardansa uzleti sevmeye alışmalıyız. Bu durumda günahımızın azalacağı gerçeğini de asla unutmamalıyız.
- Ankebût, 64
- Kâf, 16
- Mü’min, 60