Âlemlerin Rabbi olan Yüce Rabbimize sonsuz hamdler olsun. Rabbimize şükreden bir kul olmak için gece gündüz en üstün gayreti gösteren Efendimiz’e salât ve selam olsun. Her konuda olduğu gibi manevi gelişimde de Peygamberimizin örnekliğiyle yürümeye çalışan öncü nesle selam olsun.
Kıymetli kardeşlerim! Bir düşünelim, sevdiklerimizi nasıl seviyoruz? Görüyoruz, tanıyoruz, emek veriyoruz ya da onların bize emek verdiğini görüyoruz. Bu bilgiler kalbimizde bir sevgi oluşturuyor. Peki, Kâinatın Sultanı olan Rabbimizi neden hakkıyla sevemiyoruz? Çünkü görmüyoruz, tanımıyoruz, uğrunda emek sarf etmiyoruz ya da O’nun bize verdiği nimetleri idrak etmeye çalışmıyoruz!
Hâlbuki sevilmeye, uğrunda emek sarf edilmeye ve şükredilmeye en çok layık olan Allah Azze ve Celle’dir. Onu tanısaydık, bizlere verdiği sınırsız lütuflara vakıf olsaydık bu vakte kadar O’nu sevmeden atan kalbimizden dolayı kahrolurduk. O halde bu yüce sevgiye ulaşabilmek ve o yüce sevgiye mazhar olabilmek için Rabbimizi tanımaya çalışmalıyız.
ALLAH’I TANIMANIN İKİ YOLU VAR
Allah’ı tanımanın yolu ile ilgili Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin şu tespiti çok yerindedir; marifetullahın (yani Allah’ı bilmenin, tanımanın) yolu iki kitabı okumaktan geçer: Biri Kur’an-ı Kerimi okumak, ikincisi Kâinat kitabını okumak.
Kur’an’ı okuyan kişi onda Rabbimizin yüce sıfatlarını ve ahlakını görür, kullarına olan merhametine şahit olur. Kur’an-ı Kerim’i dikkatlice okuyan kişi görür ki Rabbü’l Âlemin aslında kullarını seviyor ve kurtuluşlarını istiyor. Allah Azze ve Celle kitabında, kullarının kurtuluşu için her yolu göstermiş ve anlayacağımız her dilden konuşmuştur. Bazen müjdelemiş bazen gazabından bahsederek korkutmuş, bazen iyi ya da kötü örnekler göstermiş, bazen kâinattaki mahlûkattan misaller vermiş, sevdiği ya da sevmediği amelleri bildirmiş ve her yönüyle mükemmel bir terbiye metodu kullanmıştır.
Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra bir de kâinat kitabını önümüze açmıştır. Aslında bütün peygamberlerin ilk okuduğu kitap da kâinat kitabı olmuştur. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Allah hiçbir peygamber göndermedi ki, koyun çobanlığı yapmamış olsun.”1 buyurur. Yani nübüvvet öncesinde yaptıkları bu meslek, yalnız kalıp kâinatı tefekkür etmeye, derin derin düşünmeye en müsait meslektir. İnsan kâinatı tefekkür ettiğinde hassaten de bunu sahrada yaptığında zihni ve kalbi berraklaşır, ufku açılır, kalbi dünyanın meşgalesinden arınarak boşalır ve hakikatleri görüp anlayabilecek bir duruluğa kavuşur. Yüce Rabbimiz imtihanda olmamız sebebiyle kendi Zatı Zü’l Celali’ni kullarına izhar etmemiştir ancak 99 sıfatını görebileceğimiz harikalar yaratmış dolayısıyla Zatını sıfatları ile görebileceğimiz vesileler hazırlamıştır. Kâinatı yaratmasında görülen güzellikler, zarafet, hikmet ve sonsuz ilim bizlere O’nun ne kadar güzel ne kadar kudretli ve ne kadar alîm olduğunu ispatlar.
BAK VE DÜŞÜN!
İnsan etrafına bakmamaktadır; göklere, yere, suya, bitkilere, hayvanlara ve kendine bakmamaktadır. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim birçok ayeti kerimede ‘bakmazlar mı, düşünmüyorlar mı’ ifadelerini kullanır.
“Bakmıyorlar mı o develere, nasıl yaratılmış? Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiş? Bakmıyorlar mı dağlara, nasıl dikilmiş? Yere bakmıyorlar mı, nasıl yayılmış?2
“Üstlerinde kanatlarını açıp yumarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahmân’dan başkası tutmuyor. Doğrusu O, her şeyi görmektedir.”3
“Gerçekten süt veren hayvanlarda da size bir ibret vardır. Size işkembelerindeki yem artıklarıyla kandan meydana gelen, içenlere içimi kolay hâlis bir süt içirmekteyiz.”4
“Artık üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl binâ etmiş ve süslemişiz, onun hiçbir çatlağı yoktur. Yeri de nasıl uzatmış, üzerine sabit dağlar oturtmuşuz. Orada görünüşü güzel her çeşit bitkiden çiftler yetiştirdik. Bunlar, Allah’a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ona ibret vermek içindir.”5
Bakmadan görmek mümkün mü? İşte bu ayetler bakmaya teşvik ediyor.
Bu ayetler, o yüce yaradanı mahlukatında görmek suretiyle tanımaya ve O’na gönülden bağlanmaya, sevdiğin her şeyi senin için hazırlayan Rabbini hakiki olarak sevmeye ve O’nun buyruğuna teslim olmaya teşvik eder.
KALBİN GÖRMEYE BAŞLAMASI
Ara ara tefekkür amaçlı olarak etrafımıza bakmaya çalışırız. Kalbimizin tefekküre antrenmanı olmadığı halde bir anda ilahi hakikatleri görebilecek ve anlayabilecek güçte olmasını bekleriz. Sonra bakarız ki bir şey anlamıyoruz, baktığımızda görmüyoruz döner geçeriz… Hâlbuki hangi ilim adamı birkaç kitap okumakla âlim olmuştur? Hangi sporcu sadece birkaç antrenmanla gelişim göstermiştir? Bu sebepledir ki Kur’an-ı Kerim sürekli bakmaya ve sürekli düşünmeye sevk ederek, bir nevi kalbimize antrenman yaptırmak ister. Önceleri baktığın çiçekte, çiçekten başka bir şey görmezsin, çiçektir işte! Güzeldir! Sonraları bakmaya devam edersin… Bakarsın… Bakarsın… Derken kalpte Allah Azze ve Celle ile bir yakınlık hasıl olmaya başlar ve bir gün çiçeğe baktığında yine sadece bir çiçek görürsün ama o esnada kalbine ılık ılık bir sevginin aktığını hissedersin. İşte artık sadece gözün değil kalbin görmeye başlamıştır. Bundan sonra kişi mahlûkat ile birlik olmaya, mahlûkatta Tevhidi görmeye başlar. Artık her baktığı, ona ‘ALLAH BİR, O’NDAN BAŞKA İLAH YOK!’ der ve Tevhid kalbe kök salar.
Allah’ı tanımaya başlayan gönülde birkaç emare belirmeye başlar. Bunlardan biri Allah Azze ve Celle’nin kahrından korkmaktır. Kul Rabbini tanıdıkça O’nun azametini hisseder. Salih bir zata sordular: “Sen namaza duracağın zaman benzin atıyor, rengin soluyor, titriyorsun, ne oluyorsun böyle?” O, “siz benim kimin huzuruna çıkacağımın farkında mısınız?” cevabını verdi. Allah’ı tanıyanda görülen hallerden birisi de kalbin sükûnet haline ulaşmasıdır. Kişi bununla endişelerden, evhamdan arınmaya; itmi’nana ulaşmaya başlar. Kalpte tevekkül ve teslimiyet gelişir. Çünkü sırtını kime dayadığının, hayatının ve tüm hayatların kimin Yed-i Kudretinde olduğunun farkına varmaya başlamıştır.
KALBE HAK GÜNEŞİ DOĞUNCA ONDAN GAYRISI BATIL OLUR
Allah’ı tanıyanda görülen en bariz özellik ise kalbinde haktan başkasına yer kalmamasıdır. Bu konuda tasavvuf erbabından Ebu Hafs şöyle demiştir: “Allah’ı tanıdığımdan beri kalbime herhangi bir batıl girmemiştir.” Bu zat çok haklı bir tespit yapmıştır çünkü hak geldiğinde batıl zail olur. Eğer kalbine hak güneşi doğarsa, ondan gayrı her şey batıl olur, boş olur. Bundan böyle kalbin yegâne sevdiği vardır, yegâne korktuğu, uğruna yaşayacağı ve öleceği yegâne varlığı!
Büyük nimetlere ulaşmak istiyoruz ama acele ediyoruz. Emeksiz kazanç bekliyoruz. Dünyevi kazançlar uğrunda gece gündüz emek sarf ederken kalbimize hayat verecek, iki dünyamızı da ma’mur edecek iman hakikatlerini elde etmek için çabasızlığımız izah edilemez bir bedbahtlık!
Bakmaya çalışırsak gözümüzdeki perdeler aralanır ve görürüz. Görürsek tanırız. Eğer tanırsak O yüce yaradanı; “TANIYAN SEVMEZ Mİ HİÇ?”
1. Buhârî, İcâre 2
2. Gaşiye Suresi 18,19,20
3. Mülk Suresi 19
4. Nahl Suresi 66
5. Kaf Suresi 6,7,8