Bu yazımızda Efendimizin manevi halinin tezahürlerini anlatmaya çalıştık. Derya mesabesindeki maneviyatını anlatmakta aciz kaldık. Bazen kalp bir nebze anlar ama dil, kalem anlatamaz. Kalem ve kelam anlatamasa da yüreklerimizin anlaması ümidiyle yazmaya çalıştık…
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem için Kur’an-ı Kerim ‘üsve-i hasene’1 yani ‘en güzel model insan’ buyurur. Aslında bu ayeti kerimede Efendimizin örnekliği, birkaç meseleyle sınırlandırılmamış veya sadece şekil olarak örneklikten bahsedilmemiştir. Ancak bugün sanki böyleymiş gibi, O’nun manevi halinden bihaberiz. Elbette Efendimizin maddi hayatı, şekli hayatı, manevi âlemini, haleti ruhiyesini derinden etkilemiştir. Ancak siyer kitaplarımız, biraz da anlatılması zor olması hasebiyle, Efendimizin manevi halini fazlaca anlatmamış, belki de anlatamamıştır.
Hakikaten de Efendimizin namazını, orucunu, cömertliğini, güzel ahlakını, cihadını anlatabiliyoruz. Ama manevi halini anlatmakta zorlanıyoruz. Çünkü maneviyat soyut bir durum… Bir diğer sebepler silsilesi ise, manevi yönden eksikliğimiz, hislerimizin zayıflığı, kalbimizin kiri-pası, çağın getirdiği hastalıklar ve daha birçok durum… Tüm bu problemli durumlar, O’nu anlamamıza ve anlatabilmemize engel oluyor.
O’nun manevi halini anlatacağımız bu yazımızda, aslında O’nun duygularından ziyade o duyguların belirtilerini anlatmaya çalışacağız. O’nun duygularını, kalbinde yaşadığı büyük aşkı, ruhunun derinliklerini anlayabilmek, O’nun duygularını yaşamakla mümkündür. Efendimizin yüreğinde adeta okyanus kadar büyük ve derin duygular yaşanmaktadır. Bizse bu okyanusun kıyısında dolaşan, belki ayağını bir nebze o suya değdirebilen kimseler olmamız hasebiyle, O’nun derinliklerinde neler olduğunu tam olarak bilemiyor, hissedemiyoruz. İşte biraz da bu sebepten dolayı, Efendimizin Allah’a olan aşkının, ihlasının, maneviyatının göstergelerini anlatmaya çalışacağız.
Efendimizin tek başına bütün dünyaya meydan okuması, manevi halinin göstergesidir. Elbette ki bunda Allah Azze ve Celle ile vahiy yoluyla irtibatı önemli bir etkendir. Peygamberlerin normal insanlardan en önemli farkı, onlara vahiy geliyor olmasıdır. Kur’an-ı Kerim Efendimizin bu durumunu ‘Ben de sizin gibi bir beşerim. Ama bana VAHYOLUNUYOR’2 ayetiyle özetler. Evet, bizim gibi etten kemikten, duyguları olan, nefsi olan bir insan ama Allah O’nunla irtibatta… O’nun bu durumu aramızda büyük bir fark oluşturmaktadır. Ancak Efendimizin maneviyattaki yüksek derecesini sadece vahye bağlamak, kendi maneviyatsızlıklarımıza mazeret bulmaktan başka bir şey değildir. O, sadece vahiy vasıtasıyla değil, her halinde her durumda Rabbini düşünen, her yaptığını Allah için yapan, Allah’ı görüyor gibi yaşayan bir insan olması hasebiyle de bu yüksek dereceye ulaşmıştır.
Efendimizin taşıdığı ağır yükü, söylenmeden, sabırla, istikrarla, ye’se kapılmadan ve de başarıyla taşıması, manevi gücünün kuvvetini çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Kur’an-ı Kerim O’nun yükünün ağırlığını bizzat anlatır:
‘Muhakkak ki biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz’3
‘Biz senin yükünü hafifletmedik mi? Ki o yük, senin zahrını (belini) çatırdatacaktı’4
‘Ey Rasul Rabbinden sana indirileni tamamen tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur…’5
Bu kadar ağır bir sorumluluğu taşıyabilmek ancak güçlü bir maneviyatla mümkündür. Yoksa insan bir yerde portar; bir yerde pes eder; en azından söylenir. Hiç birisi olmadı. Her daim ne yapılırsa yapılsın, Allah’ın sözünden milim çıkmadı. Mekke’de bir avuçken sızlanmadı, Taif’te taşlanırken ye’se kapılmadı, Hicret ederken söylenmedi, Bedir’de pes etmedi, Uhud’da ‘bittim’ demedi… Hayatının hiçbir anında yorgunluk emaresi göstermedi. Hiçbir önemli işi bahane edip, başka önemli bir işi ihmal etmedi. Bu kadar sabır, dirayet, itidal, ihtimam, istikrar O’nun manevi gücünün neticesidir.
Efendimizin namaza ‘gözümün nuru’ demesi, ibadetten ne kadar tad aldığının göstergesidir. İmanın tadını anlattığı hadiste de imandan ne kadar tad aldığını anlıyoruz.6 Belki bu hadisleri okurken Efendimizin sadece bize nasihat ettiğini zannediyoruz. Halbuki O, yaşadığı, hissettiği şeyleri konuşan birisiydi. İmanın lezzetini yüreğinde hissetmiş, bu lezzetin nasıl elde edileceğinin yollarını da ümmetine anlatmıştı. Lezzet alınarak yaşanılan iman duygusu, maneviyatın zirvesidir. Efendimiz bu zirveye ulaşmış ve ümmetine de ulaşmanın yollarını madde madde anlatmıştır.
‘Mü’minin ruhbanlığı cihaddır’7 buyurur. Ruhbanlık, Allah’a yaklaşmak için manevi, münzevi bir hayat yaşamaktır. Hadis, Mü’minin malını ve canını ortaya koyarak vereceği mücadelenin, aslında ruhunu etkilediğini anlatır. O manevi ruh olmasa şöyle diyebilir mi: ‘Ben isterdim ki Allah yolunda öldürüleyim, sonra tekrar diriltilip tekrar öldürüleyim, sonra tekrar diriltilip tekrar öldürüleyim.’8 O manevi hal olmasa başka ne kişiye şöyle dedirtebilir: ‘Muhammed hiç tükenmeyecek gibi veriyor’… Allah yolunda o kadar çok veriyordu ki, bazen olmasa bile borç alıp, ihtiyacı olanlara dağıtıyordu. Hz. Ömer: ‘Ey Allah’ın Rasulü yokken vermek zorunda değilsin ki’ deyince ona yüzünü çeviriyor; ‘Ver ey Allah’ın Rasulü, Arşın sahibinin azaltacağından korkma’ diyen sahabeye tebessüm ediyordu. Can vermeyi, mal vermeyi bu kadar sevmek ne ile mümkündür? Elbette manevi bir âlemin içerisinde olmakla mümkün.
İnsan maddi alemden uzaklaştıkça manevi âleme yaklaşır; belki de dalar… Efendimizin: ‘Dünyanızdan bana ne, ben şu dünyada, bir ağacın gölgesinde gölgelenip gidecek atlı gibiyim.’9 ‘Ey Ömer bırak dünya onların, ahiret bizim olsun’10 sözleri, maddi dünyaya bakışını özetliyor. Dünyada yaşayıp da dünya lezzetlerinden bu kadar uzak kalabilmek, başka bir lezzet âleminin içerisinde olmakla mümkün… Oysa Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu hayatı yaşarken dünyanın ticaretine dair, evlilik hayatına dair, komşuluğa- akrabalığa dair ve daha birçok meseleye dair çözümler getiriyor, hükmediyor, istişareler yapıyordu… Bu nasıl oluyor? Bazen O’nu anlamaya çalışırken aciz kalıyoruz… Nasıl başardı? Bu dengeyi nasıl kurdu? O manevi halin içerisindeyken dünyaya dair bu kadar dengeli hükümleri nasıl verdi? Manevi âlemden sıyrılıp, dünya meselelerine nasıl çözümler üretti? Veya tam tersi, bu kadar karmaşık dünya meselelerinden sıyrılıp manevi âlemde daim kalabilmeyi nasıl başardı? Tüm bu sorulara “O MUHAMMEDUN RASULULLAH idi” diyerek cevap verebiliyoruz… O kadar…
Efendimiz’in yetiştirdiği talebelerinin maneviyatı ve daha sonraki asırlarda gelen binlerce evliyanın- mücahidin maneviyatı, O’nun maneviyatının kuvvetine delildir. O güçlü maneviyat, tıpkı güneş gibi yanındaki- yönündekileri, hatta kendisinden asırlar sonra gelecek ümmetini dahi ısıtıyor, ışığı, çağlar sonrayı aydınlatıyordu. O’nun şahsı manevisi, ruhaniyeti, maneviyatı bizleri etkilemeye, feyiz vermeye devam ediyor; kıyamete kadar da devam edecek biiznillah. Maneviyat önderlerimiz… Hz. Ebu Bekir’den Hz. Ali’ye, Hz. Hatice’den Hz. Zeynep’e, Hasan Basri’den Süfyan-ı Sevriye, Rabia Hatun’dan Nene Hatun’a, Bediüzzaman’dan Seyyid Kutub’a, Hasan el Benna’dan Mevdudi’ye binlercesi… Aşkın, muhabbetin, insan ruhundaki en önemli damarın, maneviyat damarının devam etmesine vesile olan gönül erleri… 1400 yıldır Rasulullah’ın talebeleri ondan feyiz almaya, O’nun maneviyat okulunda okumaya devam ediyorlar…
O maneviyatıyla tam bir örnektir. O’nu ruhsuz bir postacı gibi görenler var… Yazıklar olsun onlara! Biz onu Rehber-i Ekmel olarak görüyoruz. Bu hayatın şeklini de ruhunu da O’ndan almalıyız, alacağız. O’nun getirdiği şeriati O’nun yaşadığı şekilde yaşamaya ve hâkim kılmaya çalışmak, O’nun içinde bulunduğu atmosferi yaşamamıza vesile olacaktır. Bazen şekil ruhu, bazen de ruh şekli etkiler. Bazen şeriat maneviyatı kuvvetlendirir, bazen de maneviyat şeriati yaşamaya destek verir. Hem şeriat hem tasavvuf her ikisi de Allah’a yaklaşmaya vesiledir… Kutsi hadiste buyurulduğu gibi: ‘Kulum bana farz ibadetlerle yaklaşır…’11 Allah’ın ve Rasulü’nün belirlediği farzlara ittiba, haramlardan imtina, yani şeriatte hassasiyet, maneviyatımızı güçlendirecek, Rabbimize yaklaştıracak temel etkenlerdir. Önemli olan, tüm bunları yaşarken Efendimizin nasihatine kulak vermektir. ‘İhsan, Allah’ı görüyor gibi ibadet etmendir. Çünkü sen O’nu görmesen de O seni görüyor.’12 Hayat-ı İslam’ı yaşarken Allah’ı görüyor gibi veya Allah seni görüyor gibi, her daim Allah’ı dikkate alarak, gayrısını da dikkate almayarak, dünyada ama ahireti aklından çıkarmayarak yaşamak… İmanı yaşarken, ibadet ederken, ahlaklı olmaya çalışırken, Allah yolunda mücadele verirken, insanların teveccühünü beklemeden yaşamak. Yani İHLASA ULAŞMAK… Riyayı def edip ihlasa ulaşmak, maneviyatımızı güçlendirmede en önemli etkenlerden olacaktır.
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in maneviyatını anlatmaya çalıştığımız şu yazıda konuyu hakkıyla anlatamadığımızın farkındayız. Çünkü O’nun manevi halinin izharı, o halin icmalinden ve dahi kemalinden çok çok azdır. Elbette o kemali, O’nun engin yüreğinde yaşadıklarını bilebilmemiz mümkün değil. Ancak yüreklerimiz ve ruhumuz manevi âleme bir nebze girdiğinde O’nun yüreğinin duygularını bir nebze olsun belki hissedebiliriz… O zaman belki biz de namaza gözümüzün nuru deriz, ölümden korkmayız, dünyayı umursamayız ve ölüm bize gelinceye kadar var gücümüzle çalışabiliriz. Maneviyatımızı güçlendirmeye mecburuz. Muhterem Hocamızın dediği gibi, ‘yol uzun ve yokuş çıkıyoruz…’ Herkes kendi hayat yolculuğunu hayırlı bir şekilde tamamlamak zorunda… Bu yolculukta yolun sonuna kadar gidebilmemiz için maneviyat en önemli azığımızdır… Rabbim, bedenimizi, kalbimizi, ruhumuzu, ömrümüzü kendi yolunda seferber edebilmemizi cümlemize nasip eylesin.
1. Ahzab, 21
2. Fussilet, 6
3. Muzzemmil, 5
4. İnşirah, 2-3
5. Mâide, 67
6. “Üç haslet vardır; bunlar kimde bulunursa o kişi, imanın tadını tadar: Allah ve Rasûlünü, her şeyden fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sevmek. Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek” (Buhari, İman; 9-14)
7. Mecamu’z-Zevaid, 5/278
8. Buhari, Müslim
9. Tirmizi, Zühd; 44
10. Buhari, Libas; 31- Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe; 165
11. Buhari, Rikak; 38
12. Buhari, İman; 1- Müslim, İman; 1