İslam dininin ana hedefi; hür, medeni ve adil bir toplum meydana getirmektir. Bu toplum öyle bir toplumdur ki; sadece Allah’a kulluk ettiği için tüm dünyaya karşı hür, vahiyden beslenen Peygambere uyduğu için medeni, adaleti emreden bir dine inandığı için de adil olmak durumundadır.
Her devirde olduğu gibi, Peygamberimizin yaşadığı coğrafyada da güçlüler egemen, zenginler mağrur, aşireti ya da çevresi kalabalık olanlar zorba ve kibirli idi. Zayıflar, kadınlar, dullar, öksüz ve yetimler eziliyor, haklı olan zayıfsa hakkını alamıyor, güçlüler haksız olduğunda suçunun cezasını çekmiyordu. Toplumun uyduğu kurallara zenginler ve güçlüler uymuyordu. Dünya yeni bir aydınlığa, yeni bir medeniyete ve yeni bir hidayet rehberine ihtiyaç duyuyordu ki; işte böyle bir zamanda Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dünyaya teşrif etti.
Adı gibi övülen, bilinen ve güvenilen bir elçi idi O. Herkesin güzel ahlakına, sözünün doğruluğuna, emaneti korumasına, hakka ve adalete bağlılığına şahit olduğu bu mübarek Peygamber, “El -Emin” diye anılıyor, insanlara adil şahsiyeti ile umut oluyordu. Ne var ki; O’nun gelişine sevinenler olduğu gibi, öfkelenenler de olmuştu. Şüphesiz sevinmeyenlerin başında zalimler, refah içinde yaşayanlar ile toplumu kendine kul köle yapanlar vardı.
RİSALET ÖNCESİ
Peygamberimiz henüz 20 yaşında genç bir delikanlı iken; Mekke’de müşriklerin kurduğu “Hılfu’l-Fudul” yani “Adaleti İsteyenler” cemiyetine destek vermiştir. Âs b. Vâil, Mekke’ye gelen Yemenli bir tüccarın malını gasp etmişti. Yemenli’nin feryadı üzerine Efendimizin amcası Zübeyr, Kureyş’in ileri gelenlerini topladı. Reisler Beni Temîm’den Abdullah b. Cud’â’nın evinde toplanıp, Mekke’de zulmü önlemeye, yerli yabancı hiç kimseye karşı haksızlık ettirmemeye karar verdiler. Haksızlığa uğrayanlara yardım etmek için şu yemini yaptılar: “Allah’a yemin ederiz ki, hepimiz mazlum ile birlikte zalime karşı, bu zalim mazlumun hakkını verinceye kadar, bir el gibi olacağız.”
Allah Rasulü, Peygamberlikten sonra da: “Ben Abdullah b. Cud’ân’ın evinde bir antlaşmaya katıldım. Bana o antlaşma, kırmızı develer elde etmekten daha sevimliydi. Bugün İslam döneminde de böyle anlaşma yapmaya çağırılsam bunu derhal kabul ederdim” buyurmuştu. Bu tavrı ile Efendimiz, haksızlık ve zulüm karşısında Müslümanların nasıl bir davranış sergilemesi gerektiğini göstermektedir.
Zulmün olduğu yerde adalet olmaz. Bu yüzden Rasulullah olmadan evvel de Efendimiz daima adaletin/hakkın yanında olmuş, zulmün karşısında durmuştur.
RİSALET SONRASI
Peygamberimizin haksızlığa uğrayanların yanında yer alması ve haklarını almalarına yardımcı olması, risalet vazifesinden sonra artarak devam etmiştir. Bir defasında Erâş kabilesine mensup birinden mal satın alan Ebu Cehil parasını ödememişti. Ebu Cehil’in Hz. Peygamber’e düşmanlığını bilen bir müşrik alay etmek amacıyla mağdur tacire, o sırada Kâbe’de bulunan Hz. Peygamber’i göstererek ona başvurduğu takdirde parasını alıp kendisine verebileceğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber’e giden tacir olayı anlatıp yardım istedi. Hz.Peygamber onunla birlikte Ebu Cehil’in evine gitti ve herhangi bir güçlükle karşılaşmadan parayı aldı.
ALLAH’IN HÜKÜMLERİNİ UYGULAMADA ADALET
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in uyması gereken esaslardan bahsedilirken, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah’ın indirdiği kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum”1 buyrularak Hz. Peygamber’in adaleti tesis etmekle görevli olduğu bildirilmektedir. Yine Efendimize hitaben bir ayette: “De ki: Rabbim bana adaleti emretti…”2 buyurulmaktadır. Bu ilahi emirlere muhatap olan Peygamberimiz de gerek ashabı arasında gerekse ehl-i kitap ve diğer kâfirler arasında daima adaletin uygulayıcısı olmuştur. Allah’ın ahkâmının uygulanması hususunda şu olay, buna çok iyi bir misal teşkil eder: Bir gün Mahzunoğulları kabilesinden Fatıma adında asil bir kadın hırsızlık yapmıştı. O kadını cezalandırmaması için ashaptan Hz. Üsame b. Zeyd’i Peygamberimize gönderdiler. Bu duruma çok kızan ve üzülen Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah'ın kanunu karşısında aracı olmaya kalkışıyor. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur: İçlerinden asil, ileri gelen birisi hırsızlık yapınca, onu serbest bırakıyor, zayıf ve fakir bir kimse hırsızlık yapınca, onu cezalandırıyorlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, onun da cezasını verirdim.”3
Şüphesiz Efendimizin yukarıdaki bu sözleri, dünya hukuk ve siyaset tarihine geçmesi gereken sözlerdir; zira dünya tarihinde devlet başkanı olduğu halde bu derece adil olabilen bir devlet yöneticisi gelmemiş, “Suç işleyen kızım dahi olsa cezalandırırım” diyen bir lider çıkmamıştır. İşte bu, Hz. Peygamber’in gerçek devrimidir. İşte bu anlayış ve tavır onu dünyanın en büyük inkılapçısı yapmış, böylelikle dünyada en çok sevilen, en çok peşinden gidilen, en çok konuşulan insan olmuştur.
Bir diğer örnekte Allah Rasulü, en yakınları bile olsa hep adaleti esas almış; hükümleri, kanunları herkese eşit olarak uygulamıştır. Bedir Savaşında alınan esirler arasında Peygamberimiz’in amcası Hz. Abbas da vardı. Hz. Abbas’ın elleri bağlanmıştı. Esirler, fidye karşılığı serbest bırakılmaya başlanmıştı. Ensar’dan bazı kişiler Hz. Abbas’ın Allah Rasulü’nün amcası olduğunu öğrenince onun fidyeden affedilmesini istediler. Allah Rasulü ise: “Hayır, asla böyle bir şey olamaz. Onun ödemek zorunda olduğu fidyenin tek bir dirhemi dahi bağışlanamaz”4 buyurdular.
İNSANLAR ARASINDA ADALET
Huneyn Savaşına katılan bir sahabi anlatıyor: “Ben devemin üzerinde, Hz. Peygamber’in yanında ilerliyordum. Ayağımda sert bir pabuç vardı. Devem Peygamber’in devesini sıkıştırdığında pabucumun kenarı Rasulullah’ın baldırına dokunarak O’nu rahatsız ediyordu. Bunun üzerine Rasulullah ayağıma kamçı ile vurarak, ‘Canımı yakıyorsun, arkamdan yürü!’ dedi. Ben de O’nun yanından savuştum. Ertesi gün Rasulullah beni yanına çağırttı. Kendi kendime ‘Beni dün ayağını incittiğim için aramıştır’ dedim. Yanına gittim. Peygamberimiz bana ‘Sen dün benim ayağımı incitmiş, canımı yakmıştın, ben de senin ayağına kamçı ile vurmuştum. Bunun karşılığını ödemek için seni çağırdım’ dedi ve bana çeşitli hediyeler verdi.”5 Bu örnekte görüldüğü gibi Rasulullah, adaletin sağlanmasına ve kul hakkının ödenmesine çok büyük önem verir; kendi üzerine geçen kul hakkını, her zaman ve her yerde, en sıkıntılı savaş zamanında bile ödemekten geri durmazdı. Evet, hangi dünya lideri bu tavrı gösterebilir?
Peygamberimiz’in adalete verdiği önem aile içinde ve çocuklara karşı da açık ve belirgindi.
“Bir adam Hz. Peygamber ile beraber oturuyordu. Derken adamın küçük oğlu geldi. Adam onu öptü ve kucağına oturttu. Sonra adamın küçük kızı geldi. Onu da alarak yanına oturttu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “Sen kız çocuğu ile oğlan arasında adaleti gözetmedin” buyurarak onu uyardı.6
İşte bu ve daha sayamayacağımız kadar nice örnekler, peşinden gitmekle iftihar duyduğumuz Yüce Peygamberin hakka ve adalete ne kadar büyük önem verdiğini göstermektedir. Bu çağın Müslümanlarına düşen görev de; namazda ve oruçta örnek aldığımız Peygamberimizi adalet ve hakkı savunmak konusunda da örnek almaktır. Zira Peygamberimizin adalet ve hakkı savunmak hususundaki sünneti neredeyse terkedilmiş sünnetler arasındadır. Bedel ödemek pahasına bu sünneti ayakta tutanlar, inşallah müjdesi verilen yüz şehid sevabını kazanacak olanlardır.
- Şura, 15
- Araf, 29
- Buhari, Enbiya, 54
- Buhari, Meğazi.53
- Taberi, Tarihi Taberi, 3, 16
- Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VIII, 156