Denemeler

RABBİN İÇİN NEYİNİ FEDA ETTİN BUGÜNE KADAR?

Paylaş:

Adanmak… Sınavını vermemiz gereken bir dersin, kazanmamız gereken bir savaşın adıdır. İnsanlığın atası Hz. Adem’in iki oğluyla birlikte başlamış ve arkalarından gelecek tüm insanlığa bir ibret ve yol gösterici olmuş bir imtihandır. Yüce Rabbimizin “sana verdiğimi senden cennet karşılığında satın alıyorum”[1] buyurduğu ancak biz kulların yine de yanaşamadığı, yapamadığı, zorlandığı, elindekileri ona bahşedenden esirgediği, esasında bir türlü layık görmediği bir hakikattir.

Adanmak, yük satın almaktır. Herkesin bir şeyler taşıdığı şu dünyada altın, elmas, yakut taşımak için kendini Allah’a satmaktır. Rabbimizin: “Eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder.”[2] Ayetine muhatap olup, kıymetli şeyler uğruna mücadele etmek, göz nuru dökmektir.

Adanmak, emaneti ehline teslim etmektir. Allah’a adanan, en emin ele teslim edilmiş demektir. Can, mal, evlat… Allah’tan daha güzel emanetçi, O’ndan daha güzel muhafız, O’ndan daha çok vaadine sadık, O’ndan daha güzelini bahşedecek olan kimdir!

Adanmak, Müslüman’ın en kârlı alışverişidir. Ölümlü canı, kısıtlı malı ve esasında sana ait olmayan evlatları ebedi cennet karşılığında Allah’a satmaktır. Ne güzel bir lütuftur ki, dünyasını Allah için feda edene Rabbimiz hem dünya hem de ahiret esenliği bahşediyor. Ne büyük kayıptır ki dünyevi hazlar uğruna vazifeden kaçanları iki dünyada da esenlikten mahrum bırakıyor.

Rabbimiz Tevbe Suresi 111. Ayette: “Allah müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da yer almış gerçek bir vaadidir. Kim Allah’tan daha fazla sözüne bağlı olabilir! O halde yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin. İşte büyük bahtiyarlık da budur.” buyurmuştur.

Kıymetli şeyler kıymetli kimselere takdim edilir. Rabbimiz bizden canlarımızı ve mallarımızı istemektedir. İnsanın can ve mal dışında sahip olduğu bir şey daha vardır ki o, canı gibi taşıdığı nefsidir. Allah yolunda mücadelede yer alacakken yüreğine ağırlık yapan, yollarına taş, kalbine fitne olan nefsi... Allah için üç kuruş vereceği zaman akrep olup cebine giren, hırs kıyafeti giyip kalbinde dolanan nefsi… Evlatlarını Allah yoluna göndereceği zaman şeytani bir merhamet maskesine bürünüp şer bir şefkate dönüşen nefsi…

Yerleri ve gökleri yaratan Allah, bize verdiği nimetleri tekrar bizden istiyor. Rabbimiz bunları karşılıksız talep etme hakkına sahipken “cennet karşılığında” satın almak istediğini bildiriyor. Adeta sınavı geçirmek isteyen bir öğretmen misali; fazladan puan vererek kullarına cenneti bahşetmek istiyor merhameti ve nimeti sonsuz Rabbimiz! Vaadi en cömert ve kesin!

Adamak ama neyi? Adamak ama nasıl? Kısaca söyleyelim: Adamak ama samimiyetle. Adamak ama en güzelini…  İmkanlarımız farklı, bize verilen nimetler, yeteneklerimiz ve zaaflarımız farklı. O halde herkes kendi İsmail’ini adayacak Allah’a…

İbrahim Aleyhisselam ve İsmail Aleyhisselam arasında bambaşka bir adanış portresi vardır. İbrahim Aleyhisselam oğluna: “Oğlum, bana seni kurban etmem emrolundu. Buna ne dersin?” deyince oğlu dedi ki: “Babacığım! Sana buyurulanı yap; inşallah beni sabredenlerden biri olarak bulacaksın.”[3]  Adayan razı, adanan teslimiyet içinde… Bu, nefsimizin İsmaillerini kesmemiz için bize bir örnektir. Ancak her zaman İsmail’imiz bıçak boynunda teslim olacak mıdır?

Bu bir imtihan demiştik. Bir savaş! Allah Rasulü’nün Tebük Savaşı sonrası söylediği cümleleri hatırlıyoruz: “Küçük cihattan çıktık şimdi büyük cihada giriyoruz.” Efendimiz’in sözünden de anlıyoruz ki; insanın nefsiyle olan savaşı, savaşların en zorudur. Ve şanlı zaferlerin ardında kan, ter ve göz yaşlarıyla bezenmiş mücadele destanları vardır. Adanırken istekleri bitmeyen nefsimize, ayağımıza dolanan şeytan ve çevremizle mücadele etmek gerekir. Aksi takdirde adanmak, üzerine kitaplar okumak kadar basit bir mevzu değildir.

Başka bir adanış örneğine gelelim: Mabede adanan Hz. Meryem’e…  Kur’an bize Hanne’nin Meryem’i adayışını anlatırken “muharrar” kelimesini kullanıyor.[4] Yani azat edilmiş, tamamen özgürlüğüne kavuşturulmuş, üzerinde hiçbir hak ilintisi kalmamış olan... Neyimizi adadık şimdiye kadar? Kendimizden, nefsimizden ve kalbimizden bağını keserek? Tek çocuğu, üstelik bir kız evladını adamıştı Hanne. “Oysa kız erkek gibi değildir.”[5] demişti Rabbine yakarırken. Ve Rabbi onun ne doğuracağını bildiği halde. Rivayetler Hanne’nin Meryem’i uzaklardan izlediğini anlatılır. Uzaklardan bakar ki kızı onu görünce onunla gelmek istemesin, ayrılışı zor olmasın. Ne büyük sadakat! Adağına sadık kalmak için verilen asırlara örnek bir mücadele…

Adamak sadece mal ve evlat ile midir? İnsan bazen yaşadığı şehri adar Allah yoluna. Efendimiz’in hicretine geliyor sıra... Mekkeli müşrikler yurdundan sürmek istiyorlar kâinatın Nebisini. Hicretten önce Kâbe’nin yanına geliyor ve içimizi sızlatan şu cümleler dökülüyor dudaklarından: “Ey Mekke! Allah’ın yarattığı şeyler içinde en çok sevdiğim yer sensin. Eğer buranın halkı beni (zor­la) çıkarmasaydı, ben kendiliğimden çıkmazdım.” [6] Kâinatın Nebisini Kabe’nin duvarına yaslanmış şu cümleleri söylerken bir düşünelim. Kendisi ticaret kervanları yönetmiş, birçok şehir görmüş biriyken en sevdiği şehirden çıkmak zorunda. Çocukluğunun geçtiği, eşinin, dedesinin ve ona en çok destek çıkan amcasının kabrinin bulunduğu, ilk mabet Kabe’nin olduğu şehirden çıkmak zorunda olduğunu düşünürsek hiç de kolay olmadığını görmüş oluruz. Adamak zor bir meseledir. En sevdiğinden Allah için vazgeçmek, tamamen geçmek zahmetlidir.

Yine Mekke’nin sokaklarına gidelim. Bu sefer rahatından, lüksünden, sefasından vazgeçen bir yiğitten bahsedelim. Yakışıklı oluşu, bir giydiğini bir daha giymeyişi, kokularını farklı şehirlerden getirtmesiyle bildiğimiz ancak tüm bunlardan vazgeçen bir yiğit! Nefsinin zorlukları haricinde annesi tarafından hapsedilen, aç bırakılan bir yiğit. Annesine: “Saçların kadar başın olsa ve her gün birini kessen yine de bu davadan vazgeçmem!” diyen Musab b. Umeyr… “Uhud savaşı sonrasında şehit olmuş, bedenini hırkasıyla örtmeye çalıştıklarında başına çekince ayakları, ayaklarına çekince başı açılmış, sonunda başı örtülmüş, ayaklarının üstüne de kokulu bir ot demeti konulmuştur.”[7] Rahatından, malından Allah için vazgeçmiş ve Mus’ab’ül Hayr olarak tarihe geçmiştir…

Meryemler, İbrahim ve İsmailler, Musab b. Umeyrler, Seyyid Kutublar, Hasan el Bennalar geçti bu dünyadan. Dünyaya ve nefislerine karşı dik durdular ve dimdik öldüler. Canlarını, mallarını, evlatlarını, hayallerini adadılar Rableri uğruna. Ayrılıklar gördüler bir daha kavuşmaları olmayan. Soğuk zindanlar gördüler, dört duvar, tel örgüler… Koştular dikenli yollarda, nefesleri tükenene dek. Ümidi soğuk sular gibi göğüslerinde taşıyanlar, durmadılar! Aştılar engelleri! Koştular. Hep koştular!

Şimdi en başa dönelim. İmtihana… Kabil’in adağının kabul olmayışına... Habil’in en güzellerini Rabbine sunmasına… Tarih hepsini kaydetti. İnsanlık hepsini gördü. Peki sana bakan gözler ne görecek? Musabların, İbrahimlerin, Meryemlerin, Allah yolunda derilerinin demir taraklarla tarandığı insanların geçtiği şu dünyada, neyinden vazgeçtin şimdiye kadar? Neyi hesapsız Allah’a sundun? Nelerinden vazgeçtin Allah için?

 

 

              

 

 

[1] Tevbe s. 111. ayet

[2] Muhammed s. 7. ayet

[3] Saffat s. 102. ayet

[4] A’li İmran s. 35. ayet

[5] A’li İmran s. 36. ayet

[6] (Heysemi, Mecmau‘z-Zevâid, 3/283)

[7] (Buhârî, “Cenâʾiz”, 27, “Meġāzî”, 17, 26; Müslim, “Cenâʾiz”, 44)