“Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onların başına öyle ezici sıkıntılar ve katlanılmaz darlıklar geldi ki ve öylesine sarsıldılar ki, müminlerle birlikte Elçi de: ‘Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?’ diye feryat ediyordu. Gözünüzü açın, Allah’ın yardımı (daima) yakındır!”1
İman edenlerin şunu peşinen kabullenmeleri gerekir ki; iman muhakkak ki imtihanı gerektirir. İman edenler veya iman ettiğini söyleyenler muhakkak ki imanlarının derecesine göre bir imtihandan geçmek zorundadırlar. Allah Azze ve Celle bunları, iman edenleri denemek, onları imtihana tâbi tutmak ve onların bu vesilelerden kaynaklanan sıkıntılar karşısında ne derece sabır gösterip imanlarını muhafaza edip edemeyeceklerini ölçmek için birer vesile kılmıştır.
Bu yolda en fazla sıkıntı çekenlerin başında şüphesiz Allah Rasulü gelir. Allah Azze ve Celle’nin Habibi ve Rasulü olmasına rağmen, bu yolda en çok sıkıntı çeken O olmuştur.
“Allah yolunda, hiç kimsenin görmediği eziyetlere katlandım. Benim düştüğüm dehşetli hallere hiç bir kimse düşmemiştir. Öyle zamanlar oldu ki üzerimizden otuz gün otuz gece geçtiği halde ne Bilal ve ne de ben, onun koltuğu altında sakladığı az bir yiyecek dışında canlıların yiyebileceği hiç bir şey bulamadık.”2
İşte O’nun hayatından, biz günümüz davetçilerine ve kıyamete kadar gelecek olan tüm insanlara yol gösterecek ve unutulmayacak olan birkaç misal:
Ebu Tâlib’in Ölümünden Sonra...
Ebu Tâlib vefat ettiği zaman, bir gün Rasulullah’ın yolunu Kureyş’in ahmaklarından birisi kesti ve Peygamberin üzerine toprak attı. Hz. Peygamber böylece evine döndü. Kızlarından biri yüzündeki toprağı hem siliyor, hem de ağlıyordu. Hz. Peygamber de: “Ağlama kızım, kesinlikle Allah senin babanı koruyacaktır” dedi. Ebu Tâlib ölünceye kadar, Kureyşliler Hz. Peygamber’e dokunamadılar. Ancak onun ölümünden sonra Hz. Peygamber’e hakaret ve işkence etmeye başladılar!3
Ebu Tâlib vefat ettikten sonra Hz. Peygamber’e şiddet gösterildi ve Hz. Peygamber, Ebu Tâlib’in ölümünden sonra; “Ey amcam! Senin ayrılığın ne süratli bir şekilde bana kendisini hissettirdi” dedi.4
Uhud Günü!
Uhud gününde Peygamber’in hem bir azı dişi kırılmış, hem de mübarek başı yarılmıştı. Hem yüzündeki kanı siliyor hem de: “Acaba Peygamber’in başını yarmış, dişlerini kırmış bir kavim nasıl iflah olacaktır? Hem de Peygamberleri onları Allah’a davet ediyorken” diyordu. Bunun üzerine “Onların işinden hiçbir şey sana ait değildir. Allah isterse onları affeder, isterse -zalim oldukları için- onları azaplandırır”5 ayeti nâzil oldu.
Ebu Cehil’in Hz. Peygamber’e Zulmü
Hz. Hamza bir gün ok atışından dönüyordu. Onunla bir hanım karşılaştı ve: “Ey Ebâ Umâre, bugün yeğenin Ebu Cehil b. Hişam’dan neler çekti. Ebu Cehil ona küfretti, onun yakasına yapışarak şöyle şöyle yaptı” dedi. Hz. Hamza: “Ebu Cehil bunları yaparken hiç kimse kendisini gördü mü?” diye sordu. Kadın “Evet, halk bunu gördü” dedi. Bunun üzerine Hamza Radıyallahu Anh, Safa ile Merve’nin yanındaki meclise vardı. Baktı ki Kureyşliler oturuyor, Ebu Cehil de aralarında bulunuyor. Yayını eline alarak Ebu Cehil’in iki kulağı arasına öyle bir vurdu ki, yayın ucu kırıldı. Sonra: “Bu sefer yayla vurdum. Gelecek sefer kılıçla vuracağım. Şahitlik ederim ki, Muhammed Allah’ın Rasulüdür ve getirdiği din doğru ve Allah tarafındandır” dedi. Oradakiler: “Ey Ebâ Umâre! O bizim ilahlarımıza küfretti. Eğer bunu sen yapsaydın, ondan üstün olduğun halde senden de kabul etmezdik. İşte durum budur Ey Ebâ Umâre! Kaldı ki, sen küfürbaz değilsin” dediler.6
Hz. Peygamber’in Üzerine İşkembe Dökmeleri
Abdullah bin Mes’ud şöyle anlatıyor: “Bir gün Hz. Peygamber namaz kılarken, Ebu Cehil bin Hişam, Rabia’nın oğulları Utbe ve Şeybe, Ukbe bin Ebî Muayt, Ümeyye bin Halef ve iki kişi -ki hepsi yedi kişiydi- Hicr’de oturuyorlardı. Peygamber secdeye vardı ve secdeyi çok uzattı. Ebu Cehil: “Hanginiz gidip de falan evde kesilen devenin işkembesini bize getirir ve onu Muhammed’in üzerine koyar?” dedi. Onların en şakisi olan Ukbe bin Ebî Muayt gitti, işkembeyi getirdi ve Rasulullahın omuzlarına attı. Peygamber daha secde halindeydi. Ben de orada bulunuyordum. Arkam olmadığı için bir kelime konuşmaya dahi gücüm yoktu. Bir de baktım ki, Rasulullah’ın kızı Fatma Radıyallahu Anha ağlayarak geldi ve babasının omuzlarından o işkembeyi attı. Hz. Peygamber ise her zaman ne kadar secdede kalıyorsa, yine o kadar kaldıktan sonra başını kaldırdı ve namazını bitirdikten sonra üç defa: “Ey Allah’ım, Kureyş’i sana havale ettim. Allah’ım, Utbe’nin, Ebu Cehil’in, Şeybe ve Ukbe’nin hakkından gel” dedi.
Bütün peygamberler azmetmişlerdir. Hiç durmadan, yorulmadan, başlarına ne gelirse gelsin sabretmişler ve hedeflerine ulaşmak için her zorluğa göğüs germişlerdir. Allah Azze ve Celle ayette Rasulüne; “Muttakiler için hazırlanan cennetlere koşun” diyor ve ‘Rasullerden sabreden, Ulu’l Azm olanlar gibi sen de sabret’ diyerek başına ne gelirse gelsin, yeryüzünde Allah’ın hükmü ile hükmedilene kadar bâtılla mücadeleye devam etmesini söylüyor.
Bizler de O’nun ümmeti olarak davet yolunda birçok zorlukla, engelleme ile karşılaşacağız. Belki de maddî- manevî kayıplar vereceğiz. Bu yüzden Allah her konuda olduğu gibi zorluklarla mücadele etmek ve sebat etmek konusunda da Rasulünü bize örnek gösteriyor. Ümmetinden herhangi birinin davet yolunda karşılaşacağı her türlü zorluğu kat kat fazlası ile ilk önce O’na yaşatıyor.
Rabbimiz bizlere de, davası uğrunda mücadele ederken tıpkı o kutlu Nebi gibi olabilmeyi ve Rabbanî yolda Nebevî metodla hiç durmadan, yılmadan ilerlemeyi nasip etsin… Tâ ki İslam Medeniyeti kuruluncaya kadar…
1.Bakara, 214
- İbn Mâce
- Bidaye
- Ebu Hureyre
- Âl-i İmran: 3/128/ Buhari
- Taberani