“HER NEFİS ÖLÜMÜ TADACAKTIR”
İnsanoğlu, “en güzel surette” yaratılmış olan mahlûk... Gözleri, yüzün ön kısmına mütenasip şekilde yerleştirilmiş. Biri alında, biri tepede değil. Ellerin biri göğüste, biri sırtta değil. Alınlar tüylerle kaplı değil. Her şey yerli yerinde. Mükemmellik, güzellik, faydalılık birlikte... Bu şekilde güzel bir şekilde yaratılmış olan insanoğlu gün gelip son nefesini vermekte. İnsanlar öldüğü gibi, hayvanlar da bitkiler de ölmekte. Gün gelecek şu “ihtiyar dünya” da ölecek.
Mü’min olan, kendisine bakar, vücudunda milyonlarca zerrenin ölümünü görür. Kendisinin de her an ölüme biraz daha yaklaştığını anlar ve buna göre yaşamaya gayret eder. Mü’min olmayan insanlarsa, her an ölümle yüz yüze geleceklerini düşünerek titrerler. Zaman ipinin kendilerini ve sevdiklerini çeke çeke mezara doğru götürdüğünü görerek ürperirler. Ama gözleri, kulakları, kalpleri mühürlü olduğu için gerçeği göremezler. Çareyi, alkol, uyuşturucu ve sefahatle akıllarını uyuşturmakta, düşüncelerini iptal etmekte bulurlar.
Ancak öyle dehşetli bir zamanda yaşamaktayız ki “gaflet” mü’minlerin de her yanını sarabilmekte. Çoğu zaman “ölüm gerçeğini” unutturabilmekte, “ölümden sonraki hayat” için hazırlık yapmakta ihmalkâr davrandırabilmekte… Her ne hikmetse insanoğlu, çoğu defa bir meşhurun ölümü üzerine sanki bir şoka girmekte. İğneyle dürtülmüşçesine bir an için uyanıvermekte. “Ölüm varmış!” diye düşünüvermekte.
İşte “Meşhurların Son Anları” isimli yazı dizisinin mühim bir gayesi, o “şok ânının” geçici değil daimi olmasını sağlamak, “ölüm gerçeğini” hafızalarda, dimağlarda canlı tutmayı temin etmek ve “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” hadisini kavrayabilmektir.
Halkın Omzuna Basarak Yükselmek İsteyen
DİKTATÖR SEZAR’IN SON ANLARI
Sezar o gün de büyük bir debdebeyle senatoya gelmiş ve bütün senatoyu kuşbakışı gören yüksekçe bir yere konulmuş altın tahtına kurulmuştu. Üzerinde her zaman giydiği şaşaalı bir elbise vardı. Senatonun görüşeceği mevzuları ve alacakları kararları bildirdikten sonra, tahta iyice yayılarak birazdan başlayacak “parlamentoculuk oyununu” seyretmeye hazırlanmıştı. Sezar halk meclisini, ikbali için bir basamak olarak kullanmıştı. M.Ö. 101 yılında Roma’da dünyaya gelen Sezar henüz çok genç yaşlarında gözünü iktidara dikmişti. Kültürlüydü, zekiydi ve usta bir halk avcısıydı…
Roma’da siyasi iktidar olmanın yolunun askeri kumandanlıktan geçtiğini bilmekteydi. Bu yüzdendir ki ne yapıp etmiş kendisini İspanya Propreatoru tayin ettirmişti. Kazandığı çok küçük zaferleri propaganda ile büyütüp, şişirmesini bilmişti. Galyave İtalya’yı işgal ettikten sonra şöhreti birdenbire artmıştı. İkinci adam olmak istemiyordu. İdareyi tek başına devralmalıydı. İktidara zorla değil de halkın rızasıyla geldiği görüntüsünü vermek istiyordu. Diktatörlüğünü ilan etmeden önce halka da kendisini kabul ettirmek istiyordu. Kısa zamanda güçlü hitabıyla bütün rakiplerini yıpratmış ve meydandan çıkarmıştı. Roma imparatoru Sullam’ın ölümünden sonra da bütün ipler kendisinin eline geçmişti. İlk iş olarak, kendisini hedefine götürecek kanunları peş peşe çıkartmış ve kendisine pek çok salahiyet verdirmişti. Konsüllüğünün ömür boyu olduğunu senatoya tasdik ettirmiş ve devlet başkanı olduktan sonra da diktatörlüğünü ilan etmişti. Artık kanunu kendisi koyuyor, müesseselerde değişiklikleri kendisi yapıyor, senatörlerin listesini kendisi düzenliyordu.
İmparator sıfatıyla ordunun mutlak hâkimi de kendisiydi. Yine senatoya tasdik ettirdiği bir kanunla hudutsuz salahiyetler kazanmıştı. Savaş ilan etme ve sulh yapma, asalet unvanı verme, yüksek vazifelileri tayin etme, eyalet hükümetlerini bölüştürme, kanun gücünde kararnameler çıkarma salahiyetlerine haizdi. Basılan bütün paraların üzerine kendi resmini koydurmuştu. Yılın bir ayına (Julius - Temmuz) da kendi adını verdirmişti. Ülkenin her tarafına heykelini diktirtmişti. Gerçek bir halk idaresini kurmak vaadiyle iş başına gelen Sezar, tarihin kaydettiği en büyük diktatörlerden birisi olup çıkmıştı. İsterse kukla haline gelen senatoyu da kaldırabilirdi. Fakat senatoyu bir kukla olarak kullanmak onun en büyük zevkiydi. Ülkedeki ahalinin durumu umurunda bile değildi. Oysaki ahali büyük sıkıntı içerisindeydi. Ekonomi gittikçe kötüye gidiyordu.
Sezar kendince bütün bu sıkıntıların çaresini bulmuştu. Eğlence... Çılgınca eğlenceler tertipleyerek halkın sıkıntılarını unutturmaya uğraşıyordu. Fakat nafile... Halk artık homurdanmaya başlamıştı. Sezar 15 Mart’ta senatoya geldiğinde bütün bunları düşünmüş ve yapacaklarını plânlamıştı. Her zaman yaptığı gibi, şikâyetçi olanları ve kendisine karşı koyabilecekleri yok edecekti. Rakiplerini hangi usullerle yok etmesi gerektiğini düşünüyordu. Artık gözlere mil çektirmek, kollarından ve bacaklarından dört ata bağlatıp, atları dört ayrı istikamete salıvermek suretiyle parçalamak, arabaların arkasından sürükleyerek parça parça etmek gibi usullerden bıkmıştı. Yeni usuller bulmalıydı. Öyle bir şey bulmalıydı ki, hiç kimse kendisine karşı gelmeye cesaret edemesin, herkesin gözü yılsın...
Daldığı hayalden, kendisine yaklaşanları görünce uyandı. Bir grup senatör kendisine doğru geliyordu. Acaba ne istiyorlardı? Sezar bir anda çekilen hançerleri görünce korkudan sapsarı oldu. Haykırmak istiyor, fakat ağzından tek söz çıkmıyordu. Dili tutulmuştu. Ellerini uzatarak darbelere mani olmak istedi. Gözleriyle yalvarıyordu. Bunlar yaptığı son hareketlerdi. Hançerler kıvılcımlar çıkararak inmeye başlamıştı. İnen hançer tekrar havaya kalktığında, renginin değişmiş olduğu görülüyordu. Hançerler kıpkırmızı olmuştu... Cumhuriyetçi gizli bir teşkilat kuran suikastçılar hışımla hançerlerini saplamaya devam ediyorlardı. Sezar çırpınıyor, debeleniyordu. Altından tahtı, üzerindeki şaşaalı elbisesi kızıla boyanmıştı. Sezar dizlerinin üstüne çökmüştü.
Tam o esnada vücuduna inmek üzere kalkan hançerin sahibini gördü. Bu gayrimeşru çocuğu Brütüs’tü. Gayri meşru muhabbetin cezasını bu dünyada iken görüyordu. Sezar gayri meşru oğlunun kendisini hançerleyenler arasında olduğunu görünce, inledi. “Sen de mi Brütüs?” Brütüs onu duymamıştı bile. Ve hançerini hınçla indirmişti. Sezar’ın iri iri açılan gözleri tavana bakıyordu. 35 bıçak darbesi yiyen vücudu et yumağı halinde duruyordu. Romalıların hayal etmeye bile cesaret edemedikleri bir sahne yaşanmıştı senatoda. Astığı astık, kestiği kestik bir diktatör ayaklar altında duruyordu.
*Burhan Bozgeyik’in “Meşhurların Son Anları” adlı kitabından alıntı yapılmıştır.