ZÜHD
Kelime olarak zühd “bir şeye rağbet etmemek, ona karşı ilgisiz davranmak, ondan yüz çevirmek” demektir.1 Zühd, bir terk ve isteksizlik halidir. Zâhid, Rabbinden ve vazifelerinden uzaklaştıran dünyayı terk eden kişidir. Dünyalık mala, lüks ve rahat hayata, hep daha pahalı ve daha lüks olana isteksizdir. Elinde olana hamd eder ve razı olur.
Arifler terk edilecek şeyleri sınıflandırmışlardır. Öncelikle haram olanlar terk edilmelidir. Bu elbette zühd halinden de önce bir zorunluluktur. Bu nedenle bazıları haramları terk etmeyi zühdün içine dahil etmemişlerdir. İkinci aşamada haram veya helal olduğu tam belli olmayan mekruhların terki gelir. Üçüncü aşama ise helal olsa bile bazı nimetlerin terki gelir. Helal olan nimetlerden sadece ihtiyacı giderecek kadar elde ettikten sonra daha fazlasını terk etmek gerekir. Sonraki aşama ise daha da zorludur. Bu aşamada kişi Rabbine karşı vazifelerini yerine getirebilmek için manevi nimetlerin bile fazlasını terk eder. Elbette manevi lezzetin fazlasından zarar gelmez ama öyle büyükler vardır ki onlar davaları için ilim, zikir, uzlet, tefekkür gibi manevi lezzetleri dahi terk ederler. Son aşama ise zirvedir. Bu aşamaya ulaşan büyükler Allah’tan başka her şeyi terk etmişlerdir. Artık onların her şeyi Allah olmuştur. Yazması, konuşması kolay ama ulaşması ve o makamda kalması çok zordur. Nitekim Bayezid-i Bistami’ye zühd sorulduğunda, “Ben zühdde üç gün (devir) kaldım, dördüncü gün zühdden çıktım. İlk gün dünyaya ve dünyada olan şeylere, ikinci gün ahirete ve orada bulunan şeylere, üçüncü gün Allah’tan başka ne varsa hepsine karşı zahid oldum. Dördüncü gün olunca bana Allah’tan başka bir şey kalmadı ve ilahi aşk beni şaşkına çevirdi” demiştir.
İTİDAL
“Aşırı olmama ve ölçülü davranma” manasına gelen itidal, Allah’ın kulu üzerinde görmek istediği bir vasıftır. İtidal bir denge halidir. Nitekim Allah, insanı itidal üzere yaratmıştır. İnsanın her uzvu dengeli ve birbirine uyumludur. Rabbimizin insan için indirdiği din itidalli bir dindir. Hz. Peygamber itidalli bir peygamberdir. O'nun ümmeti ise itidalli, vasat ümmet olarak vasıflandırılmıştır. O halde mü’mine yakışacak en güzel özelliklerden birisi yaşayış ve davranışlarında itidal sahibi olmaktır. İtidal hali, ifrat ve tefrit diye anılan iki uç noktanın ortasında, dengeli bir şekilde yürümektir. Dinde aşırıya kaçmak veya dini arka plana itmenin ikisi de yasaklanmıştır.
Kanaat ve zühd kavramlarıyla irtibatlı olan itidal kavramını hayatlarımızın her alanına hâkim kılmamız gerekir. Ticaret yapan Müslüman ne tüm hayatını ticarete adayacak ne de işini bırakıp perişan bir hale gelecek. Müslüman dünyadan nasibini arayacak, ailesinin geçimini temin edecek, oturacak bir ev, binecek bir araç alacak ama bunları yaparken lüks ve israfa kaçmayacak, fazlasına göz dikmeyecek, dünyalık mal kazanmak için İslami vazifelerini terk etmeyecektir. Mesela bir ilim talebesi hem ilim için mücadele edecek hem de ailesinin geçimini sağlamak için gayret gösterecektir. İki taraftan birini ihmâl etmeyecektir.
İtidali terk etmek, gücünün üzerinde iş yapmak büyük bir tehlikedir. Şeytan bazen gücü yetmeyecek adama çok ibadet yaptırarak usandırmak ister. Çoğu kere de bunu başarır. Hasılı ne yaparsak yapalım itidali elden bırakmayalım.
KANAAT
Sözlükte “elindekiyle yetinme durumu” nu ifade eden kanaat kavramı, “kişinin azla yetinip elindekine razı olması, kendisinin ve sorumluluğu altında bulunanların ihtiyaçlarını asgari ölçüde karşılayabileceği maddi imkânlarla iktifa edip başkalarının elindeki şeylere göz dikmemesi, aşırı kazanma hırsından kurtulması” şeklinde açıklanmaktadır.2 Kanaat, alışılanların bulunmayışı anında sükût ve kayıp olanın hasretini çekmemektir.3
Kalbini yoran dünyalık hedeflerden kurtulmuş, Rabbinin ona layık gördüğüne razı olan kişi… “Hep daha fazlasını kazan, hep daha iyi yaşamanın yolunu ara” diyen modern safsatalara kulaklarını tıkamış kanaat sahibi mü’min… Bu kişi, banka hesabında milyonları, lüks mevkilerde evleri, en pahalısından arabaları olanlardan daha zengindir.
Ariflerden bir zata zengin bir tüccar sadaka teslim etmek için gelmişti. Fakat sadakayı verirken riyakâr davranıyordu. Arif zat, zengin adamın halini fark edince sadakayı kabul etmeyeceklerini bildirdi. Zengin adam 1000 dinarlık yüklü bir bağışın kabul edilmeyişine hem şaşırmış hem de bozulmuştu. Nedenini sordu. Arif zat şöyle cevap verdi: “İster misin senin 1000 dinarın daha olsun?” Zengin adam hikmeti anlayamayıp hemen cevap verdi: “Tabi isterim, şirketimin ihtiyacı var, böyle bir para çok rahatlatır.” Arif zat bu cevabın üzerine gülümseyerek devam etti: “O halde bu 1000 dinarı sen al kullan. Zira senin bizden daha çok ihtiyacın var. Muhtaç kişinin zenginlere sadaka verdiği nerede görülmüş?” Kıssada anlatılan arif zatın bakışı çok şey anlatıyor bize… İhtiyacın olmazsa zenginleşirsin! Bu yüzden “Kanaat en büyük zenginliktir” diyenler ne kadar doğru ifade etmişler.
Kapitalist sistem, insanları hep muhtaç durumda bırakıyor. Sürekli taksitler, borçlar, ay sonu ödemeleri, kredi kartı ekstreleri… Daha çok kazan, daha çok harca ve daha mutlu ol! Oysaki daha çok kazanmak ve harcamak daha çok çalışmak, daha çok stres daha fazla kaygı demektir. Hep telaşla geçen bir ömür… Daha çok dünya daha fazla mutsuzluk demektir. O halde kanaat sahibi ol, zenginleş ve huzura kavuş!