“Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Zira bu vatan bana değil milletime aittir. Milletim bu devleti kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanıyla mahsuldâr kılmıştır. Ecdadımın kanıyla alınan yer parayla satılamaz.” -Abdülhamit Han-
“Abdülhamit, Tanzimat sonrasındaki Batı’ya kontrolsüz, körü körüne yönelişin karşısında inatla duran, kök ve cevherin müdafaasını son bir gayretle yapan bir şahsiyettir. Abdülhamit’i anlamak sayesinde yüzlerdeki maskeler düşecek ve onu bir anahtar gibi kullanarak, bizi bu karanlık ve şahsiyetsiz ortama getirenlerin iç yüzleri ortaya dökülecektir. Abdülhamit hakkında söylenen her olumsuz iddiayı tersine çevirdiğimizde doğruyu bulacağız. Yani bir tür turnusol kâğıdıdır Abdülhamit. Bu yorumların yalanını ayıklayıp onun üzerine bina ettiği yapıyı yeniden ayakları üzerine oturttuğumuzda, hakikât ayan beyan ortaya çıkacaktır.”
Abdülaziz Han’ı tahttan indirip şehit ettiren, böylece Osmanlı Devleti’nde idareyi ele geçirin batı kuklası bazı paşalar, V. Murat’ın şuurunun bozulması üzerine, devlet işlerine karışmaması ve yalnız millet meclisinin çıkaracağı kanunlara göre hareket etmesi şartıyla, Abdülhamit Han’ı sultan ilan ettiler. Ama bekledikleri olmadı…
Abdülhamit Han büyük meseleler karşısında bunalan Osmanlı Devleti’ni bundan sonra dâhiyâne bir siyaset, adâlet ve fevkalâde bir kudretle yönetti. Düyun-u Umumiye idaresini kurarak, iki yüz elli iki milyon tutan devlet borçlarını yüz altı milyona indirdi. Memlekette büyük bir imar faaliyeti ile eğitim ve öğretim seferberliği başlattı. Çoğu şahsî parasından olmak üzere cami, mescit, mektep, medrese, hastane, çeşme, köprü vs. gibi toplam 1552 eser yaptırdı. Ülkenin dört bir yanını demiryolu ile döşedi. Yunanlıların Girit’te isyan çıkarıp, Türkler arasında toplu katliamlar yaptırmaya başlamaları üzerine, Yunanistan’a harp ilan etti. Alman kurmaylarının altı ayda geçilemez dedikleri Termopil geçidini 24 saatte aşan Osmanlı ordusu, Atina önüne vardı. Yunanistan’ın tamamen Osmanlı eline geçeceğini anlayan Avrupalı devletler, sulha zorladılar ve bunda muvaffak oldular.
Yahudilerin Filistin’de bir cumhuriyet kurma teşebbüslerinin karşısına çıktı. Onların Osmanlı borçlarını bütünüyle silelim tekliflerini reddetti. Bu toprakların kanla alındığını, asla terk edilemeyeceğini sert bir dille bildirdi. Filistin topraklarının Yahudilere satılmaması için gerekli tedbirleri aldı. Doğu Anadolu’da Ermeni hareketlerine karşılık Hamidiye alaylarını kurdu ve bölgede asayişi temin ile Osmanlı hâkimiyetini pekiştirdi.
Sultan Abdülhamit Han’ı tahttan indirmeden Osmanlı Devleti’ni parçalamanın ve İslam’ı yok etmenin mümkün olmadığını gören bütün iç ve dış düşmanlar ona karşı cephe aldılar. Bir taraftan Sultan’ı gözden düşürmek üzere her türlü iftira ve kötüleme kampanyaları yaparlarken, diğer taraftan suikastlar tertip ettiler. Ermeni asıllı Fransız yazar Albert Vandal’ın “Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan” şeklinde ortaya attığı iftiraları aynen alan bazı gafiller, ansiklopedilere bunları yazarak genç nesilleri aldattılar.
Bu arada Padişah’ın devlet idaresinde nüfuzunu kırmak isteyen batılılar, İttihat ve Terakki mensuplarını kışkırtarak 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet’i ilan ettirdiler. Böylece otuz yıl durmuş olan facialar tekrar başladı. 31 Mart Vakası sebebiyle İttihat ve Terakki ileri gelenleri tarafından tahttan indirilen Abdülhamit Han, Selanik’e gönderildi. (27 Nisan 1909) 10 Şubat 1918’de Beylerbeyi Sarayı’nda vefat eden Abdülhamit Han’ın naşı Çemberlitaş’ta dedesi Sultan II. Mahmut’un türbesindedir.
21 Nisan 1996- Çeçen Lider Cevher Dudayev’in Şehadeti
“Yüz yıl köle olarak yaşamaktansa, bir gün şerefli ve başı dik durmayı tercih ederim.” -Cevher Dudayev-
Her anı acı, her anı çile ve kahır dolu bir hayata rağmen yılmadı, zorluklara ve yokluklara karşı direnmesini bildi. Küçük bir orduyla dünyanın süper gücüne sahip kızıl orduya karşı savaşmak elbette kolay değildi. “Haksız gücün karşısında, güçsüz hakkın yanında olmak benim imanımdır” diyerek Şeyh Şamil’in bıraktığı yerden mücadeleyi başlatmış ve Ruslara meydan okumuştu.“Üzerimdeki üniformam kefenim, şehadete tâlibim. Şehitliği rütbe ve şeref kabul ediyorum. Kanımın son damlasına kadar ülkemin bağımsızlığı ve milletimin hürriyeti için savaşmaya hazırım.” Böyle diyordu Çeçenistan’ın kahramanı, cesur komutanı, devlet başkanı…
1944 yılının Şubat ayında Çeçenistan’da doğdu. Hayata gözlerini açar açmaz Rus işgali ile tanıştı.
Çeçenistan Devlet Başkanı olmadan önce Baltık Cumhuriyetlerinde yaşanan bağımsızlık hareketlerini bastırmadığı için adı isyancı generale çıktı. 1989’da Estonya’da Stratejik Hava Kuvvetleri Filoları Komutanlığı’nda görev yaparken Baltık ülkelerinde başlayan bağımsızlık hareketlerinin kuvvet kullanılarak bastırılması için Moskova’dan emir aldı. Ancak bu emri “yurdunun bağımsızlığı için mücadele eden bir halkın, üstüne bomba atmam” diyerek yerine getirmedi. Moskova bu itaatsizliği hazmedemedi ve Dudayev’e ceza olarak askerî birliği ile birlikte Grozni’ye sürgüne gönderilmesi emri verdi. 1990 yılının Mayıs ayında görevinden istifa etti.
19-21 Ağustos 1991’de Gorbaçov’a karşı girişilen başarısız darbe teşebbüsü sırasında, darbecilerin karşısında yer aldı. Demokratik güçler, aydınlar ve tüm Çeçen halkı kendisini destekledi. 27 Ekim 1991’de yapılan seçimlerde %85 oranında aldığı oyla Çeçenistan Cumhurbaşkanlığı’na seçildi. Rusya’nın 11 Aralık 1994 tarihinde Çeçenistan’a karşı başlattığı işgal ve soykırım hareketine karşı Cevher Dudayev, “Son Çeçen canını vermeden Ruslar ülkemize hâkim olamaz” diyerek, halkına “Cihad” emrini verdi. Dudayev’in önderliğindeki Çeçen halkı, iki yıla yakın bir süre devam eden şanlı bir özgürlük mücadelesi verdi. Sonunda Mayıs 1996’da Çeçenistan Ruslardan temizlenerek, Kafkas tarihine yeni bir altın sayfa eklendi.21 Nisan 1996 günü Çeçen’lerin efsanevî lideri Cevher Dudayev, uğradığı bir füze saldırısında şehit edildi.
Hz. Hüseyin’in Şahadeti
“Eğer kanım akmadan ayakta durmayacaksa Muhammed (s.a.v)’in dini, o halde Ey Kılıçlar! Alın beni, parçalayın bedenimi…” –Hz. Hüseyin-
Hz. Hüseyin 72 kişilik küçük ordusuyla tarihin en büyük fedakârlık örneğini gerçekleştirmeye hazırlanırken 120 bin kişilik zulüm ve fesat ordusu, zalimlerin rızasını kazanabilmek için tarihin en çirkin cinayet tablolarından birini oluşturmanın çabası içindeydi.
Bir taraftan tarihin sayfalarında yiğitlik, fedakârlık, iman, cihat ve hak uğruna her şeyinden geçmenin sadıkâne örneğini oluşturmak için cennet gençlerinin efendisi, Rasulullah’ın yadigârı Hz. Hüseyin’in komutanlığında toplanan az bir grup ve diğer tarafta ise dünya ve makam sevgisi, zalimlerden korkan, çeşitli bâtıl taassuplar, kinler, cehaletler vb. bâtıl saiklarla hareket eden, zülüm ve fesat güçlerinin hedeflerini amelen simgeleyen bir ordu karşı karşıya gelmişti.
İmam Hüseyin, milâdî takvime göre, 625 yılında Medine’de doğdu. İlmin kapısı Hz. Ali’nin oğlu İmam Hüseyin, yaşantısıyla, davranışlarıyla, cesaretiyle sadece İslâm âleminde değil, bütün insanlık için görkemli bir âbidedir.
İmam Hüseyin, Emevi iktidarının halkı baskı ve zulüm altında inlettiği bu dönemde Kûfe halkından bir mektup aldı. Bu mektupta Kûfeliler, Yezid’in zulmünden bıktıklarını ve kendisini halife olarak kabul ettiklerini belirtiyorlardı. İmam Hüseyin kendisine bağlı ailesi ve bir grupla Kûfe’ye doğru yola çıktı. İmam Hüseyin`in yola çıktığını haber alır almaz hemen plânlara başlayan Yezid, onu durdurmanın ve kendisine biat ettirmenin yollarını aradı.
Yezid dört bin kişilik bir orduyla Kerbelâ çölünde İmam Hüseyin’e pusu kurdu. Ordunun komutanları, İmam Hüseyin’e Yezid’e biat ettiğini beyan etmesini istedi. İmam Hüseyin; Yezid’e boyun eğmekten ve onun kanlı zulüm iktidarını tanımaktansa şehit olmayı yeğlediğini kararlılıkla Yezid’in, gözlerini dünya hırsı bürümüş askerlerine ve korkup sözlerinin arkasında durmayan Kûfelilere haykırdı. Aldığı onlarca kılıç ve ok darbesi sonucu İmam Hüseyin’in cansız bedeni yere düştü. Ve Peygamberimizin çok sevdiği torunu, ehl-i beytin gülü şehid oldu…
Hz. Hüseyin hiç bir hesap peşinde koşmadan kendisini Hakk’a adayan bir yiğitti. “Olup bitenleri görüyorsunuz. Dünyanın rengi değişti; tümüyle faziletten yoksun hale geldi. Yalnızca her iyiliğin tortusu kaldı. Görmüyor musunuz? Hak ve doğru, yerin altına gönderildi, bilerek bâtıl işler peşindeler. Kötü gidişi önleyecek kimse kalmadı. Zaman; her mü’minin Allah uğrunda hakkı savunma zamanıdır. Şehid olmak istiyorum. Zalimlerle bir arada yaşamak zulmün ta kendisidir” diyen şehid imam, Allah’ın iradesini kendi kişisel seçimine; Hakk’a bağlılığı, hayat ve hayatın lükslerine duyulan sevgiye tercih etti. Yalnız, Hakk’ın savunucusu olmakta yarar görerek hayatını ortaya koydu ve şerefli bir ölümle Rabbine kavuştu. Allah’ın rahmeti senin ve ehli beytin üzerine olsun.