AKP GÜÇLENDİKÇE KİMLİK DEĞİŞTİRİYOR
Bizi yeryüzünde halifesi olarak yaratıp sonra da ümmet olarak şereflendiren, her düştüğümüzde elimizden tutup kaldıran Allah’a hamd; gece gündüz çektiği çilelerle sağlam bir ümmet meydana getiren Rasulü’ne Salâtu Selam; Müslümanların derdini dert edinen ve ümmeti yeniden diriltme mücadelesi veren kardeşlerime selam ile başlıyorum.
Kur’an-ı Kerim Alak suresinin İlk 5 ayetiyle başlamış ve ilk ayette “Yaratan Rabbinin adıyla oku” buyurduktan sonra ikinci ayette “Allah (cc), insanı Alak (sperm ile yumurtanın birleşimi ile olan embriyo)’tan yarattı” buyurarak insana neden yaratıldığını ve mayasının ne olduğunu öğretmiştir. Alak ise netice itibari ile çamurdan yaratılmaktadır. İnsan topraktan çıkanları yemekte ve ondan erkeğin vücudunda sperm, kadının vücudunda ise yumurta meydana gelmekte ve bunların birleşiminden ‘alak’ yani ‘embriyo’ oluşmaktadır. Kur’an’ın böyle başlaması, insanın neden yaratıldığını unutmaması ve kibirlenmemesi içindir ama insan bu temel gerçeği unutur ve azgınlaşır. Onun için aynı surenin 6. ve 7. ayetlerinde “Hayır, muhakkak ki insan haddini aşar, kendini mustağni (ihtiyaçsız, bağımsız) gördüğü için” buyrulur. Yani insan mal ve mevki sahibi olduktan sonra çamurdan ve alâktan yaratıldığını unutmakta, kendini güçlü görmekte, hiç kimsenin öğüdüne ihtiyacı yokmuş gibi düşünmekte hatta Allah’tan gelen vahye bile bakmamakta ve her konuda kendi düşüncesine göre karar ve hüküm verebileceğine, istediği gibi yaşayabileceğine inanmaya başlamaktadır. İşte bu insanın tuğyan etmesi, haddini aşmasıdır. Kur’an insanı buna karşı uyarmaktadır.
İnsan özellikle mal ve makam sahibi olunca bu hataya düştüğünden öncelikle bu kimseler daha dikkatli olmalı ve kendini ne Allah (cc)’ın kitabına ne de ilim sahibi ve basiretli insanların öğütlerine karşı ihtiyaçsız görmemelidir. İnsanlık tarihi boyunca gelen bütün Firavun ve Nemrud’lar topraktan yaratıldığını, acizliğini ve Allah (cc)’ın yönlendirmesine ihtiyacı olduğunu unutmuş olan kimselerdir ve bu yüzden diktatörleşmişlerdir. Bu tehlike yalnızca kâfir olan Firavun ve Nemrud’lar için değil, Müslümanlar için de söz konusudur. Bir Müslüman da güçlendiğinde topraktan yaratılmış aciz bir varlık olduğunu unutabilir, Kur’an’la zaten zayıf olan ilişkisi daha da zayıflayabilir, istediğini yapabileceğini düşünebilir, kendini öğüde ihtiyaçsız görebilir. Bu durum onu yanlışlara, haksızlıklara ve zulme sevk edebilir. Kendini mutlak özgürlüğe sahip gibi görüp insanların meşru haklarını vermemeye ve onların meşru özgürlük alanlarını kısıtlamaya başlamasına sebep olabilir. Allah (cc) rızası için yapılan ve iyi niyetli tenkitlere kapalı hale gelebilir hatta doğru ve iyi niyetli tenkitlere düşman bile kesilebilir. Güçlendikçe kendini insanlardan üstün görmeye ya da onları küçük görmeye başlayabilir. Elde ettiklerini Allah (cc)’ın bir lütfu ve imtihanı olarak göreceğine bileğinin hakkı ile kazandığını zannedebilir ya da ilminden ve kabiliyetinden olduğunu düşünebilir. Güçlendikçe kendini her meselede ve her zaman haklı görüp kendi gibi düşünmeyenleri ya da kendini desteklemeyenleri bitirmeyi ya da zayıflatmayı düşünebilir. Tek adam ya da tek hareket olmaya kalkışabilir. Bunların hepsi Efendimiz (sav)’in ifadesiyle kibirdir. Hadiste: “Kibir kendini insanlardan büyük görmen ve hak söylendiğinde kabul etmemendir”1 buyurulmaktadır. Kibirlenen kişi ileride diktatörleşecektir. Kibirden kurtulmadan diktatörleşmekten kurtulamayacaktır. Kibirlinin hasmı ise Allah’tır. Hasmı Allah (cc) olanın bu mücadeleyi kazanması mümkün müdür? El-Mütekebbir olan Allah (cc), kulluğunu unutup mütekebbir olmaya kalkışan kimselere sünnetullaha göre muamele eder ve onları bitirir.
İslam’ın Tevhid inancı insanları Allah (cc)’tan başkasına kulluk yapmaktan kurtararak, insanı özgürlüğe kavuşturur. Yani Allah (cc), İslam’ı göndererek insanı hür bir varlık durumuna getirmek istemiş ve insana şeref kazandırmıştır. Fakat tarih boyunca bazen Firavunlar, bazen Müslüman yöneticiler Allah (cc)’ın insana lütfettiği bu hürriyeti insanın elinden almışlardır. Bunu onlara yaptıran insan ve cin şeytanları, toplumun hürriyetini ve haklarını kısıtlamaları için onları bir takım tehlikelerle korkutarak bunu yapmışlardır. Özgürlükleri kısıtlamadıklarında ve baskı yapmadıklarında her şeylerini kaybedecekleri ve toplumda büyük bir fitne çıkacağı zannı ile onları diktatörlüğe teşvik etmişlerdir. Hâlbuki baskılar fitneleri engellemez aksine büyütür, dostları da düşman eder. Hiçbir zaman baskı dönemi uzun süremez ve baskı yapanlar yorulup gevşetmek zorunda kalırlar. O zaman, büyümüş olan toplumsal öfke patlar ve mevsimi geldiğinde diktatörler devrilir. Zulüm ve baskı hiçbir zaman devam edemez. Etseydi birçok diktatör sistem, tarihin karanlıklarına gömülmezdi. Haklılığından ve fikrinin doğruluğundan emin olanlar baskı yapma ve insanları susturma ihtiyacı duymazlar.
Kul olduğunu, acizliğini ve hiç olduğunu anlamış, Allah (cc)’ın eğittiği bazı istisna insanlar dışında güçlenince neredeyse herkesin düştüğü bu hatalara gördüğüm kadarıyla birçok AKP yöneticisi de düştü. Oyları arttıkça bir kısmında kibir meydana geldiğini iyi niyetli bazı tenkitlere karşı bile düşman kesildiklerini görüyoruz.
Irak ve Suriye politikalarının tamamen yanlış olduğu ortaya çıktığı halde, bu ülkelerde yaklaşık 2 milyon insan öldüğü, yaklaşık 5 milyon çocuk yetim kaldığı, birkaç milyon kişi yaralandığı veya sakatlandığı ve her iki ülke de harap olduğu halde bir gün AKP yetkililerinin yanlış politika izlemişiz, böyle olacağını öngöremedik, hata ettik dediklerini duymadık. Kur’an penceresinden bakıldığında kabul edilmesi mümkün olmayan laikliği, Müslüman toplumlara tavsiye ettiler. Hem de laiklik bahanesiyle Müslüman topluma ne kadar zulmedildiğini, haklarının ellerinden alındığını en fazla yaşamış bir ülke olduğumuz halde… Bundan dolayı birçok Müslüman cemaat tarafından kınanmalarına rağmen “oyuna geldik, hata ettik, laikliği tavsiye etmemeliydik” dediklerini duymadık.
Kibirlenenler zamanla haksızlıklar yapacak, taraf tutacak, özgürlükleri kısıtlamaya başlayacak, istediği gibi davranabileceğini, kimsenin kendisine hesap soramayacağını düşünecek ve Allah’ı hesaba katmamaya başlayacaktır.
Spor salonlarını istediklerine verip bize vermemeleri ve hiç bir gerekçe sunmaya bile gerek görmemeleri, tarafgir ve hukuksuz davranmaya başlamaları bunun delilidir. Kibir insanları baskıcı bir karaktere büründürür ve git gide hayırlı işlere bile engel olma hakkını kendinde görmesine sebep olur. Kur’an böylelerine ‘hayra engel olan’ der. Konferanslarımıza engel olunması hayra engel olma değil midir?
Mal ve makam sahiplerinin önünde kibirlenme ve baskıcı bir karaktere bürünme tehlikesi olduğu gibi sisteme entegre olma, gayri İslamî ve arızalarla dolu bir sistemi savunmaya ve korumaya başlama tehlikesi de vardır. Vatanperver olmak ile sistemperver olmak arasındaki farkın unutulmaya başlaması ihtimali yüksektir. Müslüman toplumlara laikliği tavsiye etmek sisteme entegre olmak ve İslam’ın kabul etmeyeceği bir sisteme taraftar olmak değilse nedir? Demokrasi ve laikliği tavsiye etmek İslam Medeniyetinden vazgeçme değilse nedir? Bu, kendi medeniyetini bırakıp başka bir medeniyetin içinde yok olma değilse nedir? Bu, Hakk’ın değil halkın dediği olmalı demek değilse nedir? Bu, İslam’ın gündelik hayata ve devlete ait hükümleri kıyamete kadar geçerli değildir, bu hükümler değiştirilebilir demek değilse nedir? Bu, haramların helal yani serbest olduğu bir düzeni istemek değilse nedir? Bu, İslamî çizgiden ve Kur’anî istikametten ayrılma değilse nedir? Bu bir mağlubiyet, dönüşme ve dönüştürülme değilse nedir?
Kendi konumunu koruyabilmek için ya da sistemin dinamik koruyucu güçleri ile karşı karşıya gelmemek için veya sistemin tepesinde olunduğu için sistemi koruma ve tam bir muhafazakârlığa kayma durumu söz konusu olabilmektedir. İşte bundan dolayıdır ki peygamberler sistemin içine girmeden dışında kalarak mücadele etmişlerdir. Çünkü tüm peygamberler mevcudu reddetmek ve muhalefet etmekle görevlidirler. Onlar mevcuda yama yapmakla değil yeni bir medeniyet kurmakla vazifelidirler. Sistemin içine girerek mücadele netice itibariyle Müslümanları sistem taraftarı yapma veya sisteme entegre etme riskini her zaman içinde taşır.
Bazen de hükümetler oyları artınca ve devlette bir takım değişiklikler yapmalarına izin verilince kendilerini gerçek devlet gibi görmeye başlayabilirler. Bu durumun devamlılık göstereceğini ve artık darbe döneminin bittiğini düşünebilirler. Bu tuzağa düşen bir hükümet artık cemaatlere gerek kalmadığını ve zayıflatılmaları gerektiğini, cemaatlerin yaptıklarını artık devlet olarak kendilerinin yaptığını ve yapacağını düşünecektir. Silahlı veya silahsız yapılacak olan bir darbe onları bu tatlı rüyalarından uyandırdığında iş işten geçmiş olacak ve darbeciler yapılan bütün değişiklikleri tekrar eski haline getirdiğinde hükümet kendisinin devlet olmadığını acı bir şekilde anlayacaktır. Emniyete, adliyeye ve istihbarata hâkim olamayan, bakanlıklara ve önemli kurumlara yerleştirebileceği bürokratları olmayan bir hükümetin kendini devlet görmeye başlaması ne büyük bir aldanmadır.
- Müslim